‘Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm’ kampanyasına dair açıklamalarda bulunan Hatip Dicle, ‘Kürt halkı ve dostları, Umut Hakkı, durumunu da gündeminde tutarak, 2024 yılını bir kader yılı haline getirecektir’ dedi
Kürt halkı ve dostlarının ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm’ kampanyası büyüyerek devam ederken, İmralı Ada Cezaevinde ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Öcalan’dan 35 aydır hiçbir haber alınamıyor. ‘Abdullah Öcalan’ özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm’ kampanyasının sözcüsü Kürt siyasetçi Hatip Dicle kampanya ve tecride dair ANF ile konuştu.
Söyleşiden öne başlıklar şöyle;
- Öncelikle, 10 Ekim’de startı verilen ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm’ kampanyası kapsamında yapılan çalışmaları ve kampanyanın önemini özetleyebilir misiniz?
Bu kampanya dostlarımızın getirdiği öneri sonucunda ve onların öncülüğünde başlatıldı. Dostlarımız derken, uluslararası kamuoyu içerisinde isimleri olan akademisyen, sendikacı, siyasetçi, yazar, aydın, sanatçı kişilerden oluşan ve dünya çapında isimleri olan kesimlerdi. Bu kampanyanın yürütücülerinin aynı zamanda Nelson Mandela’nın da özgür bırakılması için çalışma yürüten isimlerden ve kesimlerden oluşmasıydı.
- 10 Ekim’de startı verilen kampanyayı diğerlerinden ayrı kılan nedir?
Evet, bugüne kadar Önderliğin özgürlüğü için birçok kampanya yapılmıştı. Bunlar süreli kampanyalar, yani taktiksel girişimlerdi. Ama 10 Ekim’de başlayan hamle stratejik bir kampanyadır. Bundan sonraki süreçte bütün eylem ve etkinliklerin merkezinde bu hamle olacaktır. Önder Apo’nun özgürlüğü stratejik olarak hep bizim gündemimizde olacak ve sonuç alıncaya kadar hamle sonlandırılmayacaktır.
- Kampanya çok daha öncesinden başlatılamaz mıydı?
Önder Öcalan hiçbir zaman Kürt halkının ve dostlarının gündeminin dışında kalmadı. Fakat, bu 25. yılın şöyle bir anlamı var; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihat kararları bir insanın 25 yıldan fazla cezaevinde tutulamayacağını ortaya koyuyor, yani umut hakkı durumu. 15 Şubat 2024’ten itibaren Önder Öcalan’ın esareti 25 yılını dolduruyor. Ondan sonra geçen her gün, Türkiye’nin AİHM’nin kararlarını ihlal ettiği anlamına gelecek.
Türkiye ya Önder Öcalan’ın özgürlüğünü kabul edecek ya da yalnızlaşacak. Dönemin Güney Afrika Başbakanı Frederik de Klerk, ‘Biz öyle bir duruma düştük ki dünya da kimse bizle çalışma yürütmüyor artık. Yalnız kaldığımız için köklü bir politika değişikliğine gitmek zorunda kaldık’. Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm hamlesi büyüdükçe Türkiye’de Güney Afrika gibi aynı durumda kalacak ve uluslararası arenada yalnızlaşacak.
Kürt halkı ve dostları “Umut Hakkı” durumunu da gündeminde tutarak, Önder Öcalan sahiplenerek 2024 yılını bir kader yılı haline getirecektir. Önder Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanmandan Kürt sorununa çözüm de bulunamaz ve savaş yerine barış politikaları da geliştirilemez. Bunlar iç içe geçmiş bir durumdur.
Bu nedenle, ben bu hamleyi geç kalmış olarak nitelendirmiyorum ama birçok kampanya düzenlendi fakat Önderliği özgürleştirmeye yetmedi diyebilirim. Bu anlamda, daha büyük, daha kitlesel ve daha küresel çapta kararlı bir eylemliliğin içine girmek gerekiyordu.
- Kampanya ile birlikte küresel çapta yükselen talepler Türkiye üzerinde bir baskı yarattı mı?
Evet, Türkiye bunu hissettirmiyor ama şu anda çoklu kriz yaşıyor. Ekonomik krizinden tutunda siyasi krize kadar birçok alanda ciddi kriz altında. Bütün bu krizlerdeki en büyük etken; Kürt sorununun çözümsüzlüğünde, savaşta ve Önder Öcalan dönük hukuksuz bir tecrit ve esaret durumu gelmektedir. Bu tecridin dünyada bir örneği yok. Dünya entelektüelleri Önder Öcalan’a karşı geliştirilen bu tecridi hayretler içerisinde izliyor.
Türkiye’nin içine düştüğü durum kendisini yalnızlaşmaktan ibaret tıpkı Güney Afrika’nın küresel çapta Mandela’ya özgürlük talebi karşısında içine düştüğü durum gibi.
- Kampanya kapsamında tecride karşı harekete geçme çağrısı yapılan kurumların başında İmralı’ya tek girme yetkisini elinde bulunduran Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) geliyordu. CPT veya diğer yetkili kuruluşların İmralı tutumunda bir değişlik var mı?
15 Şubat’tan sonra Türkiye her gün uzun tutukluluğa dönük AİHM’nin içtihat kararlarını ihlal edecek konuma düşecek. Bu durum, Türkiye’yi kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nden ihraca kadar götürebilecek bir süreci başlatacak.
CPT bürokratik bir kurum, esas olarak bizim muhatabımız siyasi ve yetkili kuruluş olan Avrupa Bakanlar Komitesidir çünkü en yetkili organ onlardır. Onlarda, ‘Türkiye ile ipleri tam olarak koparmak istemiyoruz. Esas yaptırımları yapmaya başladığımızda Türkiye’yi AK’den ihraç konumuna kadar gidebiliriz’ diyorlar. Bu nedenle Kürt halkı ve dostları ne kadar aktif olur ve bu hamleyi sahiplenirse, Türkiye o kadar köşeye sıkıştırarak demokratik adımlar atma zorunda bırakacaktır.
- 17 Şubat’ta Almanya’nın Köln kentinde gerçekleştirilecek yürüyüş nasıl bir öneme sahip ve buna dönük bir çağrınız var mı?
Önder Öcalan’ın esir alınmasının ardından nasıl ki, 15 Şubat 1999’da Kürt halkı dört parça Kurdistan’da ve bulunduğu her yerde herkesi şaşırtan bir çıkışta bulunarak Önder Öcalan’ı sahiplendiyse, 17 Şubat’ta Köln’de düzenlenecek yürüyüşte o şekilde olmalı. Gerekirse işyerlerimizi bir günlüğüne kapatarak ve kendimizi zorlayarak yüz binlerin katılımıyla orada olmalıyız. O zaman hem dostlarımız büyük bir moral kazanacak hem de Türkiye giderek biraz daha yalnızlığa düştüğünü anlayacak. Kürt halkı o gün orada ortaya koyacağı tavırla Önder Öcalan’ın özgürlüğünü sağlama kararlılığını gösterecektir. Bu anlamda, 17 Şubat Abdullah Öcalan’a ve tezlerine sahip çıkma günüdür.
HABER MERKEZİ