Yaşasaydı şimdi 100 yaşında olacağı itibarıyla çeşitli etkinliklerle anılan usta yazar Yaşar Kemal’in kendisiyle yapılan bir söyleşide, demokrasi, kültür ve kimlik konusunda söyledikleriyle başlamak istiyorum bu yazıya.
Şöyle diyordu usta: “Cumhuriyetten sonra Türk kültüründen başka bütün kültürlerle birlikte diller de yasaklandı. Onlarla birlikte Türk kimliği de gelişemedi. Bir ülkede bütün kültürleri yasaklamak genel anlamıyla kültürü yasaklamaktır. Benim bu konuda konuşmam ve yazmam bir çağrıdır. Dünya kültür merkezlerinden biri olan Anadolu kültürlerinin yolunu kesmememiz içindir. Türkiye bugüne kadar gerçek bir demokrasiye ulaşamadı. Oysa halkımız, bir kısım aydınlarımız demokrasiye can atıyor. Demokrasiye ulaşmama sebebini herkes biliyor ama kimseye söyleyemiyoruz. Korkumuz demokrasiden daha güçlü…”
(Bilkent Üniversitesi Kanat Dergisi-Sayı 31)
Evet, korku yaygın bir durum çünkü hep kültürel bir sindirme ve kendi kimliğini dayatma çabasında oldu bu devlet. Başkalarının kendisinden farklılıklarını kabul etmemek, buna saygı duymamak ve bunu reddetmek üzerine kurdu paradigmalarını. Buna karşı duranları da ötekileştirip sindirmeye çalıştı. Yıllarca yalan yanlış söylemlerle bu halk kandırıldı.
Türkiye’de devlet, politikacılar, medya; etnik yapılara, azınlık ve muhaliflere karşı hep bir hamaset ve nefret söylemi kullandı.
Ayrıca kin ve nefret kültürüyle eğitilip yetiştirildi bu ülkede insanlar. Nice şoven, milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi ve benzeri ne çok nefreti makamlı söylemlerin veri tabanına rastlarız o nefret kültüründe.
Konunun uzmanları; nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu ve düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi gibi etmenlerin yattığını, saldırıların da buna bağlı olduğunu ifade ediyorlar.
Böylesine açık saldırı ve linç girişimlerine karşı iktidarı ve muhalefetiyle devletin ilgili kurumları açık, net ve kararlı bir tavır almadıkları müddetçe demokrasiden dem vurulamaz.
Oysa demokratik literatür, nefret söylemini yayma ile ilgili politikacılara daha sıkı kurallar koyarak hoşgörüsüzlüğü alevlendirecek bir dil kullanmamaları konusunda sorumlulukları olduğunu belirtiyor.
***
Bugün Türkiye’de hala kimi kesimler, inandıkları şeylere karşı gelen konulara saldırma eğilimindedir. Bilime göre insanlar karşı görüşe karşı farklı metotlar dener. Örneğin, karşı görüş hiç var olmamış gibi davranır. Yani onu duymamazlıktan gelir. Böylece uyumsuzlukla yüzleşmez ve kendini kandırmaya devam eder. Diğer bir yöntem ise, ne olursa olsun değerlerini savunmasıdır. Bunun için saldırgan bir tavır alır, onu yok etme arzusu duyar. Çünkü bu ona göre kendisine yapılmış bir saldırıdır.
Hele de kendine solum, sosyalistim diyen kimi kesimlerin öylesine sekter tavırları var ki değme ırkçıları ‘sol’lamış durumda. Türkiye’de yapılan araştırmalara göre kendini muhafazakar ya da İslamcı olarak tanımlayanlar, kendini demokrat ya da sosyalist olarak tanımlayanlara göre “çözüm süreci”ne daha çok destek vermişti. Dahası kimi ‘sosyalist’ler bu konuda milliyetçilerin bile gerisine düşmüştü. Böyle bir tablo ayrıca muhafazakâr kavramının dindarlıkla özdeş tutulmasının sorgulanmasını gerektiren bir durumdur.
***
Tüm sıkıntılara rağmen hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun duyarlı insanların demokrasiden yana olması kayda değerdir.
Yaşar Kemal’le başladık, anısına saygıyla yine Onun sözleriyle bitirelim; “Sistem tek tip insan yetiştiriyor. Oysa dünya onbinlerce çiçekli bir kültür bahçesidir; Her çiçeğin ayrı bir rengi ve kokusu vardır. Bir çiçeğin koparılması bir rengin, bir kokunun yok olmasıdır. Tek dile, tek renge kalmış bir dünya hapı yutmuştur. Bu felâketin önlenmesi için demokrasiden başka çare de yok. Gözleri kocaman çocuklar için değer. Mücadeleye değer. Bir hayat pahasına da olsa değer.”