Hatay depreminde kendisi ve ailesinin yaşadığı Samandağ’da birçok yakınını kaybeden DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğullları, depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen kentte durumun daha kötüye gittiğine dikkat çekerek, AKP iktidarının depremi demografik yapıyı değiştirmek için bir lütuf olarak gördüğünü söyledi
Selman Çiçek
Mereş merkezli 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen 7.8 ve 7.5 şiddetindeki depremlerde yerle bir olan Hatay’da bir yılda bir arpa yol alınmadı. Depremde ailesinden birçok kişiyi kaybeden isimlerden biri de DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları.
Tülay Hatimoğulları ile depremin üzerinden bir yıl geçerken Hatay’daki son durumu konuştuk.
- Bir yılın ardından Hatay ve Samandağ’ına gittiğimizde karşılaştığımız manzara bir yılın gerisindeydi? Sizce bu bir yılı nasıl geçti?
Bir sene boyunca bu denli yıkımın olduğu kentte hiçbir şey yapılmadı. Hiçbir adım atılmadı. Ne konut yapımında ne de oradaki yaraların sarılmasıyla ilgili bir adım atılmadı. Hatta tam tersi orada birçok yer özel alan ilan edildi ve insanların geleceğe dair kaygıları arttı. İktidar, sağlam evlere bile istimlak, kamulaştırma sistemi başlattı. Kentte, fiziki koşullar, yaşam koşulları aşırı ağırlaşmış ve kış şartları daha ağır geçiyor. İnsanlar konteyner ve çadırlarda kalıyor ve her yağmur yağdığında konteyner ve çadırları su basıyor. Elektrik kontakları, yağmur suları aldığı için çok sık yangınlar oluyor ya da yangına neden oluyor. Yaşam koşulunun ve barınma sorununun kökten çözülmesi lazım, fakat bırakın yeni bina yapmayı şuan yıkılması gereken binaların yıkımı bile yapılmıyor, kaldırılması gereken enkaz bile daha tam olarak kaldırılmış değil.
Orada yaşanan, spesifik gibi görünen ama çok daha önemli boyutlara varan durum şudur; sağlık, eğitim ve barınma sorunudur. Sağlık hizmeti sağlayacak bir alt yapı sağlanmadı bir yıl boyunca. Hala sağlık ocakları, küçücük konteynerlerde sağlı hizmeti vermeye çalışıyor. Okullar yapılmadı. Biz merkezi bir heyetle okulların açıldığı ilk hafta bütün deprem bölgesini gezmiştik. Maraş, Adıyaman, Hatay ve Malatya, o zaman oralara gittiğimizde özellikle Hatay için konuşulan konu eğitim meselesiydi. Yıkılan okulların yerine yeni okullar tekrar yapılmalıydı. Bilerek ve isteyerek yapılmadı ve insanlar oradan göçe zorlanıyor. Hastane, sağlık hizmeti, okul yoksa zaten barınma sıkıntısı başlı başına bir sorun dolayısıyla insanlara orada özel politika uygulanmakta.
- Hatay adeta kendi yaralarını saran bir kent gibi duruyor. Hatay’a uygulanan politikaları ayrımcı buluyor musunuz?
Deprem olduğu ilk günlerde insanlar kendi imkanlarıyla enkaz altında kalanları kurtarmaya, enkazı kaldırmaya çalışıyordu. Uzunca bir süre yemek ve su sorununu çözmeye çalışıyorlardı. Çok büyük bir hengameydi. Ben şimdi hatırladıkça o hengameyi insanlar buna nasıl dayanmış diyorum. Kendi hafızam bile zorlanıyor; bunu hatırlayınca ama öyleydi yani o günler ve insanlar yaşama tutunmaya çalıştı. Yardımlaşma ve dayanışma ağlarının da katkılarıyla tutunmaya çalıştı. Fakat şuan ilk günden daha kötü bir durumla karşı karşıyayız. Yani durum gittikçe ağırlaşıyor, çünkü çok ciddi barınma, yemek bulma ve su sorunu var. Hastalıkların önünü açan fiziki koşullar var. Yani depremin yarasını sarmak bir yana en ufak bir dokunuş bile şuan için yok devlet babında ve kamusal babında. Halk ayrımcı bir politikaya maruz kaldı.
Özellikle de Hatay ve Antakya halkının Arap ve Alevi halkı başta olmak üzere orada yaşayan bütün halklar eğitime büyük önem veriyor. Onların yaklaşımına göre; ‘en büyük miras çocukları okutmak ve meslek sahibi yapmaktır’ diye bir yaklaşımları var. Okulların, sağlık sektörlerin yapılmaması orda ki insanlara uygulanan bir özel politikadır zaten. Hatay’da sürekli demografik yapının değiştirilmesi ile devletin oraya özel bir politikası 1939’den beri var. Yeni değil. Bu politikayı şu anda devam ettiriyorlar ve bu depremi, demografik değişimi için Allah’ın lütfu olarak gördüklerinden zerre şüphe etmiyorum. Demografik yapının değişimiyle ilgili bizi düşündüren ise; Dikmece’de olanlar. Türkiye, dünya kamuoyu Dikmece’yi tanımış ve bilmiş oldu. Dikmece başta olmak üzere Karaali gibi o civardaki Arap Alevilerin yoğun yaşadığı bu bölgeler depremden çok fazla zarar görmeyen yerler. Buraları doğrudan kamulaştırmaya dönük bir politika izlediler. Burası geniş zeytinlik arazilerin olduğu yerler ve zeytinlik yasasına göre, Türkiye’de bir zeytinliği kesmek öyle kolay değil. Zeytinleri koruyan çok güçlü bir yasa da var. Bu yasayı bile ortadan kaldırıp çiğnediler. O zaman parlamentoda komisyon üyesi idim, bu konular konuşulduğu zaman ve tanıkta oldum, onların plan ve projelerine. Bu da ne demektir; Arap Alevilerin yaşadıkları toprakları istimlak ederek, kamulaştırarak orada TOKİ’ler yapılarak demografik yapı değiştirilmek isteniyor. TOKİ’lerde kimlerin oturacağına da devlet karar verecek, iktidar karar verecek. Onunla ilgili atılan adımlara bakıldığında demografik yapının değişimiyle ilgili çok önemli adımlardan biri olarak bunu görüyorum. Keza Defne’de, Samandağ’da da aynı şekilde yine Arap Alevi toplumunun yaşadığı bölgeler hedefte. En merkezi yerlerin kamulaştırılması da bunların göstergelerinden biridir.
Hatay halkı depremde yalnız bırakıldığını hala düşünüyor. Orada bile bir etnik inanç ayrımının yapıldığını hala düşünüyor. DEM Parti olarak aslında bütün deprem bölgelerinde devasa bir ihmalin olduğunu biliyoruz ama Hatay’da özel olarak bütün bunlara ek olarak bu özel ve ayrımcı politikanın direk arama ve kurtarma çalışmasına kadar yansıdığına tanığım, ben bizzat oradaydım ve ben de bu ayrımcılığı iliklerime kadar hissettim. Dolayısıyla Hatay’a uygulanan politikaların Alevilerin yaşadığı bölgelere uygulanan ayrımcı politika olduğunu düşünüyorum.
- Hatay’ın yıkımına neden olan sorumluların yargılandığını düşünüyor musunuz? Sorumlular neden korunuyor?
Bu sorumlular ağı oldukça geniş. Bugün imar affını iktidar çıkardı, yerelde de yerel yöneticiler uyguladı. Bu Türkiye’nin her yerini kaplayan hatta büyük bir deprem olursa 6 Şubat ve 20 Şubat’ta yaşadığımız deprem yıkımından çok daha büyük ve ağır bedelleri olacak, İstanbul kentini düşünün, yani imar affının olduğu kentlerden biri orası. Şimdi deprem Hatay, Maraş hattını vurmuş oldu, burada 11 ilimiz etkilendi. Ümit ediyoruz ki, İstanbul’da böyle bir şey olmaz ama orda olacağını varsayarsak ağır sonuçlarla karşılaşırız. Burada yargılanması gereken hatta hükümetin bile istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştik ilk günden. Çünkü bu depremin ya da diğer ismiyle bu afetin katliama dönmesinin sebebi iktidardır. Bu imar affı yerine depreme dayanıksız olan binaların yıkım kararı çıksaydı ve bunu da devlet finansal olarak bunu destekleseydi, belki yıkım olurdu ama bu kadar can kaybımız olmazdı. Bununla ilgili hiçbir önlem alınmadı. Bu konuda yetirince yargılama yapılmadı. İki-üç tane müteahhitti içeri alarak vicdanlarını rahatlatacaklarını sanıyorlar hiç öyle bir gerçeklik yok bu işin içinde müteahhitti de suçludur merkezi hükümette suçludur. Bu işin içinde önceki yerel yönetimler de şimdiki yerel yönetimler de suçludur. Bu konuda herkesin bu suçta bir ortaklığı var.
- Kentte uyuz hastalığı ciddi bir durumda, kentte yaşanan sağlık problemleri nelerdir ve neler yapılmalı?
Yani başta uyuz olmak üzere birçok cilt hastalığı, deri hastalıkları zaten baş göstermiş durumda. Milletvekili iken bu konuyu parlamentoya da çok taşıdım. Çok sayıda soru önerileri de verdim. Oradaki Türk Tabipler birliği, Sağlık Emekçileri Sendikası’nın raporlarını da sunmaya çalıştım. Bu yıkımlar gerçekleştirilirken ortaya çıkan tozların engellenmesiyle ilgili bir sulama sistemi yapılmalıyken hiç bir sulama yapılmadan direk yıkıyorlar. AKP iktidarı bazı yıkım bölgelerini ana akım medyaya taşırken bir tek oraları suluyorlardı. Birebir tanığıyız, ben orda yaşayan bir insanım, ailemde orada yani her şeyi görüyoruz. Mahallelerde, çarşı merkezinde bile yıkım yapılırken su falan serpilmiyordu. Dolasıyla o tozu toprağı orada yaşayan insanlar yutuyor. Yağmur yağmadığı zamanlar gökyüzüne baktığımızda bir toz bulutu görürsünüz. Çok güçlü toz bulutları oluşmuş. Önümüzdeki süreç için bu asbest olayından dolayı çok ciddi hastalıklara daha gebeyiz. Bir kaç yıl içerisinde çok daha ciddi hastalıklar, kanser dahil olmak üzere daha da yaygın hastalıklar açığa çıkacak. Uyuz dışında göz hastalıkları da bu toz topraktan dolayı şikayet edilen hastalıkların başında geliyor.
Hastaneler yok, yeterince sağlık hizmeti yok, dolasıyla insanların tedavi olanakları olmadığı için hastalıkları ile boğuşuyor. O bölgede neredeyse herkesin bir psikolojik desteğe ihtiyacı var. O kadar ciddi sıkıntılar yaşadı insanlar ve halen her an deprem olacak, her an insanlar yakınlarını kaybedecek duygusu inanılmaz hakim ve hiç kimse 6 Şubat’ta yaşananı unutamıyor. Kiminle konuşursanız hemen gözleri doluyor, gözyaşı akıyor bu kadar büyük bir travma var ama bu travmayı sarmak için ne sağlık hizmeti bakımından bir adım atılıyor ne de merkezi hükümetin depremzedelerin rahatlamasını sağlayacak hayatta kalanlarının yaşamlarını sağlıklı bir şekilde geçirebilmeleri ile ilgili bir planda sunuyor.
- Hatay’ı Hataylıların da dediği gibi yeniden Ümmü Gülsüm şarkılarının dinlediği bir kente nasıl döndürebiliriz?
Bu zor bir soru işte yani şöyle söyleyebilirim; Antakya’nın tarihini okuduğunuz zaman bilirisiniz. Antakya, 7 kere tamamen yıkılmış bir kent ve kendini yeniden yaratmış. İnsanlar orada yaşamda ısrar etmiş tarih boyunca, bu kentte yaşamda ısrar edilmiş ve o kent tekrar kendi küllerinden anka kuşu gibi yeniden doğmuş. Antakya insanın en önemli özelliği de, kentine manevi olarak bağlılığı aşırı olarak güçlü. Yani kent insan, insan kent bağı oldukça güçlü bir toplum. Dolayısıyla bu kentinden yeniden kendi kodlarıyla oluşacağına inanıyorum fakat elbette ki çok zor koşullar var. En büyük umudumuz, insanların bu kentteki yaşamındaki ısrarıdır. Bu ısrar onlara bir dinamizm katıyor, onların yaşama tutulmasını bu kenti yeniden kurmak irade göstermelerinin önünü açıyor. Fiziki koşullarının normal şartlarda kamusal alan tarafından desteklenmesi gerekirken bu desteği göremedik. Bu nedenle işimizin ne kadar da zor olduğunun farkındayız. Ama şarkılarıyla, türküleriyle, gelenekleri, görenekleriyle farklı dilleri ve inançlarıyla medeniyetlere beşiklik etmiş bir kent olan Antakya’nın, Ümmü Gülsüm’ün türküleriyle, şarkılarıyla yeniden kendini inşa edeceğine inanıyorum.
Her şeye rağmen depremin olduğu ilk günde bir telaşeyle şehir dışına çıkan insanlar, bir ayağının yine kendi kentinde olması çok anlamlı ve önemli. Şehir dışına göç eden insanlar kentinden bağını koparmadı, ya ailenin bir kısmı gitti, bir kısmı kaldı ya da mutlaka sistematik bir biçimde kente geliyorlar. Yine kendi yıkılmış olan evlerinin önünde duruyorlar. O yıkıntıların yanında duruyorlar. Bu kentin yeniden inşa edilebileceğini bize bir kez daha gösteriyor, inanıyorum. Biz bu kenti yeniden ayağı kaldıracağız, yeniden dirilteceğiz.