Yunanca’da Anabasis “yeniden yükselerek geri dönmek” anlamına gelir. Sokrates’in öğrencisi olan Yunan filozof, yazar, tarihçi ve asker Ksenofon’un kaleme aldığı “günlüğü” de bu ismi taşır. Günlükte kardeşini devirerek Pers tahtını ele geçirmeye çalışan Kyros için savaşan paralı Yunan askerlerin, Pers ordusu tarafından bozguna uğratılıp dağıtıldıktan sonra yaşadıkları anlatılır. Bu dağınıklıkta ilk önce şaşkınlık yaşayan askerler sonra kararlılıkla evlerine dönmek isterler. Bozguna uğradıkları yer Mezopotamya civarlarındadır. Evleri buranın kuzeyinde kalır, ulaşmaları için hep yukarıya doğru tırmanmaları gerekir. İsminin “yeniden yükselerek geri dönmek, çıkmak” anlamına gelen Anabasis olması da bundandır.
Kitap tarihi olduğu kadar sayısız felsefi incelemeye de konu olmuştur. Anabasis kavramının kendisi de öyle. Mesela Fransız düşünür Alain Badiou, geleceksizlik duygusuyla debelenen, değer oluşturamayan, sistem temsilcilerince oraya buraya çekiştirilen çağımız gençliği için çıkışın nerede olduğuna dair dile getirdiği tezlerden oluşan Gerçek Yaşam adlı kitabında Anabasis’i ve Yunan askerlerin evlerine doğru tırmanmalarının simgesel anlamını çarpıcı bir şekilde kullanır. Anabasis’teki hikâyeyi o güne kadar para karşılığında savaşmak, kan dökmek dışında bir nitelikleri olmayan kiralık Yunan askerlerin bir bozgunun ardından geldikleri yere farklı bir bilinç ve ruhla dönmeleri, yeni anlamlarla buluşmaları, kendilerini yeniden kurmaları şeklinde yorumlar. “Anabasis sizin yolu şaşırdığınız, yönelimsiz kaldığınız, fakat kendinize doğru yol aldığınız, bu yönelimsizlik ve bu yola çıkış içinde gerçek benliğinizi bulacağınız ve bütün insanlıkla birlikte, eşitlikçi simgeselleştirmenin evrelerini yaratacağınız fikridir” der. Yunan askerlerinin dağları taşları tırmanarak yukarıya yükseldiklerinde gördükleri deniz karşısında yaşadıkları heyecanın dile geldiği sayfaları “Eski denizci varlıklarını olumlayarak yeniden simgeselleştirirler” diye belirtir.
Aslında bu her birimizin, sınıfların, örgütlerin, halkların da hikayesi değil midir? Mevcut statükodan kopmamızla başlar hikayemiz. O statükoya sırtımızı dönüp yola çıktığımızda, yolculukları, büyük altüst oluşları göze aldığımızda ilerler… Bazı anlarda tökezler, şaşkınlaşır, dağılırız. Bu anların üstüne çıkmamız, yolumuza daha güçlü şekilde devam etmemiz kendimize doğru yaptığımız iç yolculuklarla ve ilk çıktığımız noktaya bambaşka insanlar, halklar, kurumlar olarak dönüp bakmamızla mümkün olur. Bunu yapabildiğimizde, kafamız daha açık bir şekilde devam ederiz yeni yolculuklara.
“Evimize”, benliğimizi oluşturan ilk noktalara dönüşümüz onu aştığımız, pratik içinde kendimizi yeniden örgütlediğimiz oranda anlamlı olur, aksi durumda döndüğümüz çıkış noktamız yeni hapishanemiz olmanın ötesine geçemez.
Bugün Kürt halkının yıllar içinde biriktirdikleriyle birlikte ilk çıkış noktasına dönüyormuş duygusu yaratan kıpırdanışlarını izlerken insanın aklına gelenlerden biri bu oluyor. Her açıdan belirsizliklerle dolu bir sürecin içinde kendisine yine, yeniden bir yol açma uğraşı hissediliyor her yerde. Hapishaneler bu çıkışın işaretini vermiş gibi. Sanki Diyarbakır zindanında yaşanan büyük acılardan süzülerek dağlara, kentlere, köylere, insanların yüreğine sızan mesajlar gibi… O çıkışın ardından çok yol yürüdü, çok acı çekildi, çok deneyim biriktirildi, çok yanlış yapıldı, çok ders çıkarıldı, nesnel koşullar kontrol edilemez noktaya geldi yer yer, yer yer alınan yolun doğasındaki sapmalar yaşandı.
Genel seçimlerden sonra çokça tartışıldı bunlar. Kürt halkının parlamenterist yaklaşımlarca seçim kitlesi haline getirildiği eleştirileri yapıldı. Halk en fazla “öze dönmekten” bahsetti.
Öz, hem çok yalın hem de çok karmaşık. Yalınlık ilk çıkış noktasında, karmaşıklıksa onlarca yıl içinde oluşmuş devasa birikimin, kazanımların, bilincin oldukça kritik bir eşikte çıkıştaki yalınlığı da aşan bir yalınlıkla anlam kazanmasında.
Çıkıştaki öz her açıdan kendisi olmak için çekilmiş bir bayrak gibiydi. Şimdi, kendisi olmakta yol katetmiş, örselenmiş, sendelemiş olsa da büyük bir birikimi yüklenmiş olarak yine ve daha güçlü bir kendisi olmak, hem de ilk çıkış noktasındaki yalınlığı aşacak bir netliği bayraklaştırmakla karşı karşıya.
Hapishaneler günlerdir açlık grevinde. Dışarda anneler Adalet Nöbetleri tutuyor. Oldukça kitlesel, oldukça canlı… Kürt siyasetçiler, Kürt sorununun çözümü için İmralı tecridinin kaldırılması ve Kürt özgürlük hareketinin lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebiyle Büyük Özgürlük Yürüyüşü başlatmış durumda. Kürt kentlerinin sokaklarına dev harflerle “RABE” diye yazılıyor. Çıkış noktasına dönüşü anlamlı kılacak her şeyin bu RABE’de saklı olduğu duygusunu yaşıyor insan.
Bu sadece Kürt halkı ve özgürlük hareketi için değil, Türkiye devrimci hareketi ve tek tek onun bileşeni olan tüm özneler için de böyle. ’71 devrimci çıkışına yılların birikimi, değişen koşulların farkındalığıyla dönmeyi çağırıyor tarih bizi. RABE diyor.
Kürt kentlerinin duvarlarını süsleyen, sarp yollarına ruh katan bu RABE ile Türkiye işçi ve emekçilerinin örgütlü mücadelesinin büyütülmesi için kuşanılacak RABE iradesi birleştiğinde nelerin olabileceğini tahayyül etmekte düğümleniyor pek çok şey.