Işık Kansu Cumhuriyet yazarı.
Bir süredir DEM Parti’nin AKP ile “pazarlık” yaptığını yazıyor.
Son köşe yazısından aktarıyorum:
“Saray’daki AKP’li İstanbul’u geri alabilmek için yanıp tutuştuğundan perde arkası pazarlıklara hız verildi.
Saray’ın, Kürtçülüğü araç edinen siyasi hareket ile yürüttüğü görüşmelerde öne çıkan önerileri şöyle sıralayabiliriz:
1- AKP’ye destek olacak adımlar atılması karşılığında Selahattin Demirtaş cezaevinden çıkarılacak.
2- Kobani davası, yargılananlar açısından olumlu sonuçlandırılacak.
3- Cezaevlerinde bulunan ve siyasi kadroların çoğunlukta olduğu 15 bini aşkın tutuklu serbest bırakılacak.
Saray, İstanbul’u istiyor. Gerisi ayrıntıdır onun için.”
Bu satırları okuyunca yazarın akli melekelerinden şüpheye düştüm. Çünkü bu yazıyı okuyan ve tecrübesiz olduğu için okuduğu bu yazıya inanan her Kürt seçmen, Işık Kansu’nun en istemediği işi yapar; gider oyunu AKP’ye verir.
AKP Selahattin Demirtaş’ı ve 15 bin siyasi tutsağı serbest bırakacakmış, Kobane davası olumlu sonuçlanacakmış…
Kansu gazeteci. “Demokrasi” adına verdiği bu haber müthiş. Okur okumaz ülkedeki teyzemin torununun yeni oy kullanacak olan oğlu ve kızına telefon ettim. “Işık Kansu’nun haberini acilen araştırın, eğer doğruysa çevrenizdekileri bu seçimde AKP’ye oy vermeye hazırlayın” dedim. Sonra ekledim: “Her ihtimale karşı CHP’nin daha fazlasını verme ihtimalini de düşünün. Belki onlar Öcalan’ın özgürlüğünü sağlarız diyebilirler, teyzeniz 70’lerde TKP üyesiydi, Mustafa Balbay’ı İzmir’den tanır, Balbay’la konuşun, böyle bir ihtimal var mı, araştırın.” Gençler müthiş. Şimdi araştırıyorlar.
Işık Kansu, Ceyhun Atıf Kansu’nun oğlu. Babasının şiirlerini lise birinci sınıfta abone olduğum Varlık, Türk Dili ve Yeditepe gibi dergilerden okuduğumu hatırlıyorum. “Kızamuktan” ölen, yanılmıyorsam yirmiyi aşkın çocukla ilgili şiiri bana çok dokunmuştu. Aklımda kaldığına göre baba Kansu çocuk doktoruydu. Bizim ailenin bir kısmının ikamet ettiği Tokat’ın bir kasabasında çalışmış olmalı.
O kasaba Turhal’dı. Çocukluğumda gitmiştim.
Işık Kansu’ya babası muhtemelen “Kesikbaş Türbesinde” iki çocuk sandukasından söz etmiş olmalıdır. Türbe Horasan’dan gelen Mustafa Efendi’ye, o iki sanduka da onun küçük çocuklarına aittir. Rivayet ediliyor ki, kızamık salgınında vefat etmişlerdir.
Tokat Türkmen ve Kürt Alevilerinin, soykırımdan önce Ermenilerin yaşadığı bir il. Bugün de Kürdistan’da kızamıktan çok sayıda çocuk can vermekte. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesi Kızamık Raporu’na göre, “Türkiye son bir yılda 457 kızamık vakası ile Rusya ve Tacikistan’ın ardından hastalığın en çok görüldüğü üçüncü ülke oldu. Bu 457 vakanın 343’ü, 2023 yılının Ocak ve Şubat aylarına ait.”
Savaş harcamaları ekonomiyi çökerttikçe, her türlü yıkımın yanında demek ki, kızamık da büyüyormuş. Bir yıl önce yüz küsurmuş, geçen yıl iki yüz küsur çoğalmış.
“Kürtçülüğü araç edinme” gibi ithamlarda bulunacağına Işık Kansu kızamık vak’alarının 2010’lu yıllarda sadece 10 olduğunu, neden daha sonra salgının özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yayıldığını babasının anısına araştırsa iyi eder diyeceğim.
Babasının şiirini okusun diye bir iki kıtasını buraya bırakıyorum:
“Bir köy gördüm ta uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz,
Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde açar ölümden habersiz,
Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.”
Nazım Hikmet, “bebeklere kıymayın efendiler” demişti.
Bir Alevi bebek öldüğünde Alevi olmayan ve bir Kürt bebek öldüğünde Kürt olmayan Türk, Türk insanı değildir. Tersi de doğrudur; bir Sünni bebek öldüğünde Sünni olmayan ve bir Türk bebek öldüğünde Türk olmayan Kürt de Kürt insanı değildir.
Bunu ben yakıştırmıyorum: Öcalan’ın “Demokratik ulus” paradigması bana bunları söyletiyor.
Bebekler din, mezhep, ırk, millet bilmezler; Demokratik ulus “bebeklerin ulusudur”. Rakel’in “bir bebekten katil yaratan karanlık” sözlerini hatırlıyorum. Karanlıkta büyüyen Habil kardeşi Kabil’i öldürür, aydınlıkta büyüyen bebek insanlık bahçesinin gülüdür.
Işık Kansu, seni karanlıkta mı büyüttüler?