Türk Cumhurbaşkanları, Anayasa’ya göre, “vatana ihanet” suçu dışında hiçbir suç nedeniyle yargılanamaz.
Bu Anayasa maddesi, Cumhurbaşkanlarının “yürütme yetkisine” sahip olmadığı dönemlere aittir ve fakat bugün de geçerlidir. Yürütme yetkisi olmayan bir devlet başkanının “vatana ihanet” suçu dışında yargılanmaması, hukuk mantığına uygundur. Yürütmeyle ilgili sorumluluğu yoktur. Oysa yeni Anayasa maddesine göre, mevcut Cumhurbaşkanı “yürütmenin” başıdır. O nedenle geçmişte yürütmenin başı olan Başbakanlar nasıl yürütme kapsamındaki suçlardan, özellikle Anayasa’yı ihlal etme nedeniyle yargılanabiliyor idiyse, şimdiki Cumhurbaşkanının da Anayasa’yı ihlal suçundan yargılanması gerekir.
Gerekir ama yargılanamaz. Anayasa böyle.
O nedenle de Erdoğan “Anayasa’yı ihlal suçundan yargılanamayacağı” için Anayasa’yı keyfi olarak çiğnemektedir.
Şu anda TBMM üyeleri de Erdoğan’a katılmış bulunuyor. TİP’li vekil Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen vekilliğini düşürmek, tartışmasız Anayasa ihlalidir. Fiilen Anayasal bir kurum olan AYM ilga edilmiş, varlığı yürürlükten kaldırılmıştır.
Demek ki “başında Cumhurbaşkanının bulunduğu yürütme” ve yine “çoğunluğunun başında AKP Genel Başkanı olarak Erdoğan’ın bulunduğu yasama” Anayasa’yı ihlal ile yürürlükten fiilen kaldırma suçunu işlemektedir.
AYM kararlarını şu ya da bu konuyla ilgili olarak ihlal etmek, Anayasa’ya aykırı her türlü yürütme ve yasama faaliyetinin Anayasa’ya rağmen “serbest” hale gelmesi demektir. Cumhurbaşkanı ve TBMM’deki onun partisi “TC bir İslam devletidir, başı da halifedir” diye bir karar alabilir. Bu kararı yeterli oy olmasa ve AYM bu kararı iptal etse de, gözlerini karartıp iptal kararını tanımayabilir.
Diyelim ki, bu absürd ihtimal gerçekleşti. Kim ne yapabilir? Şimdi Atalay’ın AYM kararlarına rağmen vekilliğinin düşürülmesine, daha önce DEM geleneğinden vekillerin dokunulmazlığının AYM’ye ve AİHM’e rağmen kaldırılmasına hiçbir şey yapamayan muhalefet, “hilafet söz konusu olunca bir şeyler yaparız” dese de bu boş bir laftır.
Çünkü bugün absürd bir ihtimal olarak görülen “halifeliğin ilanına” giden yol, şu anda AYM’nin kararlarını tanımayan adımı izleyen adımlarla “süreç içinde” uygulanacak ve muhalefet de en son adım olan “hilafetli faşizme” kadar, bugüne kadarki tutumlarının gösterdiği gibi “bekleyecektir.” Son adım atıldığında ise, bunların topu halifeye biat etmekten başka hiçbir şey yapamayacaktır.
“Hilafet” ihtimali var mıdır? Bana sorarsanız yoktur. Ama “seçimsiz ve muhalefetsiz faşizm” ihtimali vardır. Üçüncü Dünya Savaşı tırmanıyor. NATO ve ABD, Türkiye’yi adım adım kendi cephesinin Ortadoğu’daki vurucu gücü haline getirmek için sabırlı bir strateji izliyor. Bu stratejinin sonucunda Türk devleti, mesela Kore Savaşı esnasında olduğu gibi “güvenilir” bir müttefike dönüştürüldüğünde, diyelim ki Suriye’ye, daha beteri İran’a karşı ABD’nin “desteğinde” savaşa sürüklendiğinde, “savaş hali” ortamında ne seçim kalır, ne muhalefet.
Anayasa da kalmaz.
Zaten kalmamıştır.
“Aldığın karar Anayasa’ya aykırıdır” diyen bir AYM yoksa, iktidar Anayasa’yı engelsiz çiğner. Çünkü önleyecek bir başka kurum yoktur.
Rejim AYM’yi yok sayarak, Anayasal düzeni çiğniyor.
Anayasa’yı çiğnerken neye güveniyor? Mesela Menderes vaktiyle seçmen çoğunluğuna güveniyordu ve TBMM’de DP’li vekillere hitaben yaptığı bir konuşmada “siz isterseniz, hilafeti bile getirebilirsiniz” demişti.
Demişti ama, “seçmen çoğunluğuna güvenmek” hayatına maloldu. Ordu “Anayasa’yı ihlal” suçundan Menderes’i yargıladı ve astı.
Erdoğan Anayasa’yı çiğnerken, tarihten ders aldığını gösteriyor. Seçmen çoğunluğuna hiçbir şekilde güvenmiyor. Neye güveniyor? “Devlet’e” güveniyor. Orduya, jandarmaya, polise, MİT’e, yargıya, Yargıtay 3. Dairesi gibi militan cüppelilere güveniyor. Benden size bir sır: Batıya güveniyor, CİA’ya güveniyor. Hatta Mossad’a güveniyor. Son bir şey daha söyleyecek olursam, İyi Parti’ye, Gelecek Partisi’ne, 27 Mayısçı yüzbaşının oğlu Özdağ’a, ve CHP’ye güveniyor. Bütün sistem içi muhalefete güveniyor.
Bu güvenle “yola devam edecektir.”
Siz de “yola devam edeceğine güvenin”. Atatürk ne demişti? “Türk övün, çalış, güven…”
Rejim kanun dışıdır.
Anayasa’ya değil, “silaha dayanan bir iktidarla”, onun karşısındaki “silahlı muhalefet” arasında artık hiçbir hukuki fark kalmamıştır.
Böyle durumlarda bu iki “silahlı” güçten hangisinin haklı olduğu sorulur.
Ancak bu soruya muhatap olan bir “Anayasal demokrat” şöyle diyecektir:
“Erdoğan Anayasa’ya tastamam ve eksiksiz uyduğu gün, kimin haklı olduğu sorusunu cevaplayacağım.”
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde “İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret olduğu” cümlesini ezbere bilen bu “Anayasal demokrat” neden böyle diyor? Neden kaçamak konuşuyor da, soruyu cevaplamıyor?
Çünkü “silahsızdır.” Erdoğan’la “eşit” değildir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne “uygun” konuşsa, Erdoğan’ın iki jandarması bileğine kelepçe takar, süngülerin gölgesinde içeriye tıkar.
Artık “Anayasa dışı silahlı iktidar mı yoksa Anayasa dışı silahlı muhalefet mi meşru” sorusu Türkiye’nin gündemindedir. Gündeme getiren de Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.