Türkiye ve Azerbaycan üzerine ‘İki devlet tek millet’ deyişi, 1990’lardan bu yana oldukça yaygınlaştı. Son yıllarda Ermenistan’a karşı yürütülen ortak savaşlarda iyice perçinlendi. Azerbaycan, petrol zengini bir ülke ve aynı milletin öteki devleti olan Türkiye’ye karşı cömert davranıyor. Karşılığında Türkiye’nin milli stratejisiyle de uyumlu olarak Ermenistan’la giriştiği Nagorno Karabağ savaşında büyük askeri destek aldı. Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’ya ambargo başlayınca, Azerbaycan petrolü kıymete bindi. Bakü’yle Avrupa Birliği ülkeleri arasında petrol koridoru oluşturan Türkiye, iki tarafı da memnun etmeyi sürdürüyor.
İşler böyle yolunda yürümekteyken, geçtiğimiz günlerde kış dönemi toplantısını yapan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), Azerbaycan’ı resmen ihraç kararı aldı. Azeri parlamenterler oturuma alınmadı. Küplere binen başkan Aliyev, “Biz zaten Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) üyeliklerinden çıkmayı düşünmekteydik” mealinde açıklamalar yapıyor. Azeri yetkililer kararın ırkçı ve İslamofobik olduğunu savunuyorlar. AKPM Türkiye heyeti, milli küçük biraderinin imdadına yetişmeye yeltendiyse de yetersiz kaldı. Heyet adına konuşan Zeynep Yılmaz, Azerbaycan hakkındaki iddiaları çürütecek bir şey sunamadıysa da meclisi ‘çifte standart’ uygulamak ve ‘çok sesliliği’ bastırmakla suçladı.
Heyet üyelerinden Abdurrahman Babacan ise daha ‘emniyetli’ ve ‘istihbari’ bir eleştiride bulunarak bu ‘yanıltıcı’ fikirlere temel teşkil eden raporun bir ‘terörist’ tarafından hazırlanmış olmasına dikkat çekiyor: “IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein milletvekili Paul Gavan’ın raporu” diyor. Sinn Fein’i yakın geçmişte İngiltere’yle IRA arasında çatışmaların yaşandığı Kuzey İrlanda’nın bir partisi sanıyor. Bir profesör olan Babacan, Gavan’ın milletvekili değil senatör olduğunu, söz konusu senatonun da başkenti Dublin olan İrlanda Cumhuriyeti’nin senatosu olduğunu bilmiyor. Profesör diye her şeyi bilmek mecburiyeti yok tabi ama hakkında hiçbir fikri olmadığı anlaşılan bir ülke ve halk hakkında kasıtlı dezenformasyon ya da cehalet (ya da ikisi birden) üzerinden provokasyon yapmak milli ve akademik unvanlarına yakışmıyor.
AKPM oturumunda ayrıca, aynı milletin iki devletinde de, yani hem Azerbaycan hem de Türkiye’de işkence uygulandığını belgeleyen rapor kabul edildi. Kararda Avrupa genelinde işkence ve kötü muamelenin henüz sonlanmadığı, özellikle Rusya, Azerbaycan ve Türkiye gibi ülkelerde sistematikleşme ve genelleşme eğiliminde olduğunun gözlemlendiği kaydediliyor. Türk heyeti, tahmin edileceği üzere bu kararı da çifte standartlı, ırkçı ve İslamofobik bularak itiraz etti. Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin bir sonucu olduğunu iddia etti. İktidar sözcüsü televizyon kanallarında Azerbaycan ve Türkiye hakkındaki kararların Ermeni lobisi ve Fransa tarafından aldırıldığı, evet oyu veren tek Türkiyeli milletvekilinin Dem Partili, o halde de ‘terörist’ olduğu yolunda yoğun ajitasyon yapılıyor. Karara temel oluşturan ayrıntılı raporun Kıbrıslı sosyal demokrat parlamenter Constantinos Efstathiou tarafından hazırlanmış olduğunun henüz farkında olmamış olmaları gerekir ki ‘Rum komplosu’ lafını duymuyoruz.
Bu kadar gürültünün ardından sonuç itibarıyla Rusya’yı takiben tek milletin iki devletinden biri Avrupa kurumlarından ihraç edildi ve sırada büyük birader Türkiye’nin olduğu yolunda göstergeler çoğalıyor. Azerbaycan muhtemelen test vaka rolü oynayacak. Avrupa’nın petrol ve doğalgaz ihtiyacı açısından Rusya’nın devre dışı kalması sonucunda Azerbaycan hayati önem kazanmıştı. Bu ihracın ekonomik sonuçlarının dramatik boyutlarda olmaması halinde gerek bir bütün olarak Avrupa Birliği’nin gerekse de Avrupa ülkelerinin en büyük ticari ortaklarından biri olan Türkiye’nin durumu kritikleşebilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan toplam hak ihlali başvurularının üçte birini Türkiye aleyhine açılmış davalar oluşturuyor. Dahası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imzacı ülkeler arasında hemen hiç görülmeyen bir pratik olarak Türkiye, Kavala ve Demirtaş’tan başlayarak birçok siyasi tutuklu ve hükümlünün tahliyesi hakkında alınmış kritik AİHM yargı kararlarını uygulamamakta direniyor. Ama Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği kurumlarından ihraç yerine bu güne kadar ‘kaygılarını’ belirtmeyi uygun buldular.
Bu tereddüt ve kaygının dış ticaret hacmini fedayı göze alamamaktan daha önemli bir nedeni Avrupa’ya mülteci akınını engellemek üzerine Türkiye’yle sürdürülmekte olan işbirliği olmalı. Avrupa Birliği’yle Türkiye arasında bu konuda yapılmış anlaşmaların muhtevası, toplum açısından bilinmezliğini koruyor. Öte yandan Türkiye, on yıl gibi kısa bir süre içinde yabancılara ender rastlanan bir ülke olmaktan çıkarak dünyanın en büyük mülteci nüfusunu barındıran ülkesi haline gelmiş bulunuyor. Erdoğan’ın Avrupa’dan gelecek herhangi bir yaptırım karşısında en stratejik kozunun mülteci vanasını açmak olduğu iyi biliniyor. Avrupalı yöneticiler de belli ki insan hak ve özgürlükleri gibi temel değerleri tavizsizce savunmayı göze alamıyorlar.
Sinn Fein, İrlanda dilinde “Biz, Kendimiz” anlamına geliyor. İngiltere devletinin kurumları, medyası ve siyasetçileri yakın geçmişe kadar ‘terörle iltisaklı’ oldukları gerekçesiyle Sinn Fein’in Kuzey İrlandalı milletvekillerinden köşe bucak kaçarlardı. Belki bazı İngiliz profesörler de bizimkilerinkine benzer abes yorumlar yapmış olabilirler. Sinn Fein deneyimi hepimize gösterdi ki İrlanda halkının kurtuluşu gibi Türkiye’nin de demokratikleşmesi ve halklarının özgürleşmesi, Batı’nın desteğinden daha çok ‘bize’, ‘kendimize’ bağlı. Sinn Fein sözü siyasi iktidara mensup profesörlerin aklına ‘terörö’ getirirken, bazılarımızın zihninde hala kendi öz gücümüze dayalı bir özgürlük idealini canlı tutmaya yarıyor.