İnsanın ayakları üzerinde durması (serpiyan olması), sesi söze dönüştürmesi, Çar anasıra nazar etmesi ile başlayan süreç aynı zamanda bir hakikat ve özgürlük arayışıdır. Ele nazar etmesi ilk kültür kırıntılarının oluşmasında en önemli gelişmedir.
İnsanın kendi ayakları üzerinde durmaya başlaması; yaşama organize bir şekilde katıldığı, doğa ile uyumlu yaşadığı, kendi kendini yönettiği anlamına gelir. Doğa ve toplum ile uyumlu yaşam demokratik yaşamdır. Doğanın çeşitliliği ile uyumlu, karşılıklı varoluş ilkesinin benimsenmesi, doğadaki türlerle muazzam etkileşim, toplumsal mekanın sınıflara göre bölünmediği, mekanla ikrarlı ilişki içinde olunduğu, yerelin esas alındığı, komünal zihniyet demokratiktir. Şunu diyebiliriz: otorite, hiyerarşi ve iktidar denilen olguların komünal toplumda bulunmadığı bilinmektedir. Demokratik toplumda, yerelin üzerinde tahakküm kurmak, iktidar olmak söz konusu değildir. Bundan dolayıdır ki, “demokratik yerel yönetimler” adlandırılması kullanılmaktadır.
“Yönetim kavramının doğru tanımlanması iktidar kavramından kaynaklı miyoplukları gidermesi açısından önemlidir. Yönetimde, toplulukta kültür gibi sürekliliği olan bir olgudur… Yönetim evrendeki düzenliliği, kaostan çıkış halini ifade etmektedir. Toplumsal beyne yönetim demek mümkündür.”
Toplumsal beyin nedir? Yönetimin demokratik olması neyi ifade eder? Yerelin demokratik olması ne anlama gelmektedir? Yerelin demokratik olmasını engelleyen güçler kimlerdir? Demokratik yerel yönetimlerde hangi yöntem kullanılır? Ahlaki – politik yöntemle demokratik yerel yönetimler arasında nasıl bir ilişki vardır? Devletin zihniyet yapılanmasında “yerel yönetim” ne anlama gelmektedir? Yerelden başlayarak, iktidarın toplumun beynine, hücrelerine sirayet ettiren anlayış “demokratik” olabilir mi? Söylem boyutunda demokrat, sonuçları itibariyle iktidarı ören anlayışın sandıktan çıkması demokratik midir? “Yerel yönetimleri” belediyecilik ile özdeş tutan anlayış “devlet demokrasisi” anlamına gelmiyor mu? Toplumdan, komünalden, demokrasiden arındırılmış “devlet demokrasisi” toplumun öz değerlerini tüketmez mi? Ezilen toplumsal kesimlerin umudu haline getirilen, “İşçi Bulma Kurumu” görevini gören “belediyecilik” bireyciliği ikame etmiyor mu? Benzer sorulara verilecek cevap iktidar ve yönetim ilişkisini, demokratik yerel yönetimlerin ne anlama geldiğini açıklayacaktır.
Türkiye’de “yerel yönetimler” ister ulusalcı – milliyetçi hegemonya olsun, isterse dinci, Türk – İslamcı hegemonya olsun ulus devlet anlayışı çerçevesinde “belediyecilik” mantığı ile somutlaşmıştır. Bu anlayış binlerce yıllık toplumsal beyne bir saldırıdır. Toplumun temel bileşenlerinin doğrudan katılımını engelleyen, tekçi anlayışın muhalefet ve iktidarda olan zihniyetini ölçü olarak belirlemektedir. Toplumun dezavantajlı kesimlerini, ekolojik sorunlarını, demokrasi sorunu, farklılıkların demokratik taleplerini, eğitim politikalarını, gençlik sorunlarını, kadın sorunlarını, dincilik, milliyetçilik, endüstriyalizmin yarattığı sorunları, engelli politikalarını, enerji politikalarını ya yok sayılmakta ya da iktidarları için basamak haline getirmektedirler. “Kent sözleşmesi, konsensüs ilkesi, kendimizi de kentimizi de biz yönetiyoruz” söylemlerinin karşılık bulmasının yöntemi, politik ve ahlaki yöntemdir. Aksi taktirde her kent yönetimi yerelin her alanında egemenlik araçlarını kurarak doğrudan katılarak irade olmayı değil, kullaştırarak “kolilere” muhtaç hale getirerek iradeye ket vurur. Halbuki ahlaki – politik yöntem üretimle, komünle toplumun çıkarlarını korumak, ihtiyaçlarını karşılamak anlamına gelir.
Demokratik yerel yönetimler, demokratik değişim ve dönüşümü esas alır. Toplumsal yaşamın demokratik ilkelerle düzenlenmesi ilkesi, toplumun tüm sorunlarına yönelik çözüm üretmesi anlamına gelir. Nasıl ki doğa bin bir renkle varlığını devam ettiriyorsa, toplumun da bin bir rengi, kültürü, kimliği vardır. Bin bir rengin yaşadığı kentte yönetimin de bin bir aklın ikrarlı birliği ile olması gerekiyor. Bin bir akılla toplumu var etmek, ihtiyaçlarını karşılamak, toplumun sürekliliğini sağlamak toplumun özgürlüğünü üretmektir. Planlama, kararlaşma ve uygulamada herkes katılım sağlarsa komün olur, toplumsallık kendini yaşatır. Bunun adı kolektif akıldır. Kolektifleşmeyen akıl kirlenir, iktidar oluşturur, kötülük üretir, tekleştirir. Toplumsallık ahlakla var olur. Toplumsallık olmadan zihniyet olmaz.
Yıllarca bir koltuğa oturarak, tekçiliği esas alarak, birikimini, tecrübeyi, toplumun kendi kendisini yönetmesine ket vurma aracı haline getiren mantık toplumun inşasında negatif etki yaratır. Kendini iktidar olarak “doğallaştırıp” ilgili toplumu baştan çıkarmayı, beynini dağıtmayı, sömürgeleştirmeyi egemen kılar. Bu anlayış yabancı yönetim anlamına gelir. Toplumsal dokuya uymayan bir yönetimdir.
Kendi toplumsal doğasındaki erki düzenleme ve denetlemeyi esas alan, toplumun varlığını, birliğini, dirliğini sağlayan anlayış toplumun kendisini ve kentini yönetmesidir. Kendini yönetemeyen bir toplum katliam görür, soykırım görür. Toplum yönetime katıldığı oranda demokratikleşir.
Bugünkü seçim barajları, hilelerin bin bir türlüsü, toplumsal mühendislik projeleri, algı oluşturma operasyonları, sermayenin elinde olan ideolojik aygıtlar, seçimlere harcanan milyon dolarlar, baskılar, cezalar toplumun yönetime katılmasını engelliyor. Bu anlayışın sonucu olarak toplumun kendi yönetimi olan yerel yönetimler iktidar alanına dönüşerek, “toplumsuz yerel yönetimler” halini almaktadır. Bu zihniyete karşı olan, politikayı özgürlükle özdeş tutan, toplumu politikasız bırakmayan, toplumu inkar eden anlayışa karşı duran demokratik yerel yönetim anlayışı toplumda özgürlüğü üretir.