Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Genel Başkanı Eren Edebali ve Temsilci Damla Topuz’la konuştuk: Öğretmenler sendikayı muhatap gördüklerinde kendilerini daha güçlü hissediyorlar
Ender Öndeş
Bir süredir hayatımızda ‘Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’ var. Artık neredeyse her gün bir haberlerini duyuyoruz; muhtemelen bu söyleşinin yayınlandığı günlerde Meclis önünde olacaklar ve polisin önceki yıl yaptığını tekrarlama ihtimali yüksek. Çok genç ve enerjik bir ekiple konuşuyorum; profesyonel sendikacı tipi değil zaten hiçbiri. Büyük iddiaları var. Çoğumuzun ‘iyi para alıyorlar’ diye düşündüğü özel sektör öğretmenlerinin aslında ‘mevsimlik işçi’ statüsünde olduğunu gösteriyorlar bize ve bu büyük ‘gri’ alanı örgütlemek istiyorlar. Sendika Genel Başkanı Eren Edebali ve Avrupa Yakası/Trakya Temsilcisi Damla Topuz’la konuştuk.
- Çok yeni bir olguyla karşı karşıyayız aslında, değil mi? Sendikanız 2021’de kurulmuş, 2022’de 600 civarında üye var, sonra 2023’te 10 bine kadar fırlıyor. Toplam sayı içinde çok büyük görünmüyor ama hız önemli. Nasıl bir ihtiyacı karşıladı ki böyle gelişti?
Eren Edebali: Bu boş bırakılmış bir alandı çünkü. Bu alanda çalışan yüzbinlerce eğitim emekçisi mevcut sendikalar tarafından örgütlenebilecekken örgütlenmeyen bir kitleydi. Bir de çok güvencesiz bir alan bu. Süreli sözleşmelerle mevsimlik işçi gibi çalıştırılıyor insanlar, ekonomik ve özlük hakları yok. Yani bu kitlenin samimi ve tutarlı bir mücadeleyle karşılaştığında hızlı bir şekilde yan yana gelebilen potansiyelini gördük. Bunun için, burayı bilen, alana dair dil ve somut örgütlenme modeli oluşturabilen bir sendika lazımdı. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın da bu ihtiyacı karşıladığını düşünüyoruz. Kitleden gelen talep de buydu.
- Hangi alanları kapsıyor genel olarak?
Damla Topuz: Aslında eğitim verilen her yeri kapsıyor. Bizim sendikamız 10 no’lu işkolunda. Bu bir torba işkolu. Marketlerden avukatlara kadar uzanıyor. Karmakarışık. Ama bir market emekçisinin koşulları ile eğitim emekçisi aynı değil. Tek bir sendikada birleştirmek istersen de mücadele çok parçalanmış oluyor. Biz isminde eğitim geçen her yeri örgütlüyoruz.
Eren Edebali: Bir de bu hızlı örgütlenmeye sebep olan şey, ortaya koyduğumuz fiili mücadele hattı oldu. Talepleri ve sorunları sadece bürokrasi ile konuşarak çözmeye çalışsaydık, mücadele hattı olarak ve kitleye buluşma açısından çok zayıf kalacaktık. Biz kampanyalarımızı sokak çalışmasıyla, ciddi eylemlerle buluşturduk. Sorunların ciddiyetini kamuoyuna gösterdik, böylece hem öğretmen kitlesi daha ileri bir noktaya geldi, hem de sendika fikri gelişti.
- Ters kelepçeyle de tanıştınız bu arada…
Eren Edebali: O da oldu, evet. Ama bunlar bizi güçlendirdi. İdari izin, tatil hakkı gibi sorunlarla ilgili kurumları (tırnak içinde) ‘basmamız’ hem bir hakkı uygulanabilir hale getirme açısından, hem de mücadelede somutluk yaratma açısından önemliydi. Biz hem patrona, hem de bakanlığa karşı mücadele yürütüyoruz. Çalışma koşullarımızı biçimlendiren bu iki cephe, ortak davranıyor ve biz buna karşı bir öğretmen cephesi yaratmış olduk. Günün sonunda bu eylemlilikler, çok sayıda üye getirdi. 30 Ağustos 2022 Ankara eylemine mesela polis müdahale etti ama biz oradan çok sayıda üye kazandık. Geri adım attırmadı yani.
- Oysa hep insanlar korkan, geri adım atar denilir…
Damla Topuz: Güven vermekle ilgili bu. Biz üyelerimize güven verdik. Sorununu çözemediğimiz insan olmadı pek. Gerçekten çok yalnızlar. Yani düşünün, çalışırken, önünüze pat diye istifa dilekçesi gelebiliyor. İmzalamak zorundasın deniliyor. Gidecek, başvuracak hiçbir yerin yok, yalnızsın. Sendika bu yalnızlığı kırdı. Öğretmenler herhangi bir sorununda sendikayı muhatap gördüklerinde kendilerini daha güçlü hissediyorlar. Korkmak yerine sendika şunu yaptı gözaltına alındı dile kendini mahcup hissediyor öğretmenler. Çünkü şunu biliyor: Bir sorunu olduğunda sendika hep yanındaydı. Bizim üyelerimizle ilişkimiz çok dostane gelişiyor çünkü. Biz öğretmenlere sendikayız sizi koruyacağız demiyoruz; biz hep beraberiz, Eren öğretmen, ben de öğretmenim, sabah işe gidip akşam gelip sendikacılık yapıyoruz, üye arkadaşlarımız da bunu biliyorlar ve daha çok içselleştiriyorlar sendikayı. Üyeler doğallığında sendikanın parçası hissediyor kendini.
- Nüfus da genç biraz…
Damla Topuz: Çünkü özel sektör yeni yaygınlaşan bir şey. Özel okullar 90’lı yıllarda ilk ortaya çıktığında öğretmen bulamadıkları için devletten istifa ettirtiyorlar. Hatta o dönem öğretmenler devletten istifa etsin diye devlet, özelde çalışan hiç kimse devlette çalışandan daha düşük alamaz diye ‘Taban Maaş’ yasası çıkarıyor. Ama 2000’li yıllarda, 2014’ten sonra çok fazla özel okul açılıyor ve buralarda da kim çalışacak? Tabii ki yeni mezunlar.
- Şunu anlayamıyorum ben: Niye daha önce olmadı bu? Eğitim Sen’le ilgili yasal bir durumdan söz ediliyor ama bir yolu bulunamaz mıydı?
Eren Edebali: Burada bence Eğitim Sen ile birlikte kamuda mücadele yürüten sendikal anlayışın şöyle bir eksisi var. Kamusal mücadeleyi savunurken, biraz tutucu ve şematik bir mücadele alanı çıkıyor ortaya. Özelleştirme yaygınlaşırken, biz burada örgütlenirsek özel okulları meşrulaştırır mıyız acaba sorusu, alanın örgütlenmemesi sonucunu doğurdu. Bizim sendikamızın eğitim emekçileri hareketine şöyle bir katkısı oldu: Burada bir sömürü var ve burada aynı zamanda eğitim emekçileri mücadelesine katılacak ciddi bir dinamik kitle var. Bu görüldü.
Burada tam anlamıyla patronlara, eğitim tekellerine karşı mücadele yürütüyoruz. Yani sokakta gördüğünüz bir eğitim kurumunun tabelasının ardında sömürü ilişkilerine, iş sözleşmelerine kadar bir sermaye gerçekliği var. Ve bunun mücadelesi verilecekse eğer, özel ya da kamu, eğitim emekçileri mücadelesinin hepsini kapsayarak ilerlemesi gerekir. Aslında, bizimki, kamusal eğitim anlayışının egemen olduğu bir ülkede, olmayacak olan bir sendika, kendisini sönümlendirme hedefiyle yola çıkan bir sendika. Ama bunu böyle ifade etmek, şu anda, güncel gerçeklikte sermayeye karşı mücadele etmemiz anlamına geliyor. Kamusal eğitimi savunmanın da tutarlı yanı bu. Kamusal eğitim mücadelesini özeleştirmeye karşı ciddi bir mücadele yürüterek savunursun. Bugün mesela, MEB’in vakıflar eliyle eğitim alanını ciddi bir şekilde dizayn ettiğini görüyoruz. TÜGVA’lar, hükümete bağlı dini oluşumlar var; sermaye grupları da var. Özel okul patronlarının dernekleri, onların sistemden elde ettikleri güç, franchise sistemiyle yayılmaları, yayınlarıyla devlet okullarına girmeleri, akademik başarı isteyen öğrenci kitlesine yayınla seslenmeleri… Tam olarak bir dizayn bu ve burada Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası ciddi anlamda önemsenmesi gereken bir olgu.
- Genel kanı şuydu eskiden: Çok çalıştırıyorlar ama tomarla para veriyorlar…
Damla Topuz: Bu gerçekliği ortaya çıkarttık aslında biz. Mesela bizim öğrencilerimiz, velilerimiz de çok yüksek ücretler aldığımızı düşünüyorlardı. Yoğun çalışan mutlu öğretmenler! Görünüm buydu. Kurumların da dört dörtlük olduğu düşünülüyordu ama sendikayla bir gerçeklik ortaya çıktı. Öğretmenler asgari ücretin bile altında ücretlerle çalıştırılıyorlar. Ayrıca patronlar her şeyi eğitime de harcamıyorlar. Yemekhaneden çok para alıyorlar mesela ama kötü ürünler kullanıyorlar; eğitim araçlarında en ucuz malzemeyi kullanıyorlar, birçok kurumda öğretmenlere fotokopi çektirmek bile yasak.
- Öğretmen maaşlarının okul ücretlerini yükselttiğini söylüyorlar ama…
Eren Edebali: Şunu görmek azım. Sadece parası olanın hizmet aldığı yerler değil artık özel okullar. Devlet aslında şunu dedi: Kamu benim için ciddi bir külfet, hem öğretmen emeğinin geri dönüşümü şart, hem de atama sayısını azaltarak burada biriken öğretmen kitlesini en güvencesiz alana yönlendireceğim, böylece eğitimin masrafından kurtulup özel okulların, kursların, rehabilitasyon merkezlerinin sayısını artıracağım. Onların yolunu açtılar, ötekilere de çocuklarınızı burada okutun dediler. Tuzla’da, Şirinevler’de, İkitelli’de özel okullar görüyoruz artık. Sadece Koç değil yani. Ayrıca Franchise sistemiyle bir okulun isim hakkını satarak yayılan okullar: Bahçeşehir, Doğa, Uğur mesela. Bunlar memleketin her tarafına yayılmış durumda, burada öğretmenler çok düşük ücretler ve güvencesizlikle karşı karşıya. Evet, kayıt ücreti olarak 600 bin alan da var, 100 bin alan da var, hatta daha düşük ücretle kayıt alan da var. Bu elbette, öğretmen emeğine en düşük ücret ödenmesiyle gerçekleşiyor. Yani özel okul patronları “ekonomik kriz bizi vuruyor” diyorsa sadece kendisini kastetmiyor; alt havuzlar var. Bahçeşehir patronları, yüzden fazla şubesi varken krizden yakınıyorsa, altta isim hakkıyla çalışan kurumlar batmasın diye yakınıyor. Alt kurumlar isim hakkına ve yayınlarına para ödemeye devam etsin diye düşünüyor.
- Özel hastanelerde olduğu gibi sınıf farkı yok mu? Öğretmen maaşları arasında da farklar…
Eren Edebali: Maaşlar arasında uçurum diyebileceğimiz durumlar vardı. Ama görece daha iyi koşullara sahip olan kurumlarda çalışan öğretmenlerin de ücretlerinin gittikçe geri gitmesinden yakındıkları bir durum var. Bugün, ‘köklü’ olarak tarif dilen eğitim kurumlarında da öğretmenlerin ekonomik hakları için eylem yaptığını görüyoruz. Kalem bırakma, siyah giyinme, alkış… Bu arkadaşlarımızın ücretleri de asgari ücrete yaklaşmaya başladı. Mevcut olanı koruma mücadelesi yürütüyorlar şu anda. Öte yanda ise yüzde 80-85’lik bir kitle asgari ücret koşullarından yukarıya gitme mücadelesi veriyor. Doğal olarak altta daha tutarlı bir mücadele var. İşyerinde yaşadıkları, baskı, mobbing de daha çok. Bu, öğretmen kitlesindeki çözülmeyi de daha sınıfsal bir yere oturtuyor. Artık öğretmenin bir işçi olduğu ve sendikanın ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Şu algı da kırılıyor. Burası okul diyorlar ya; hayır burası işyeri. Nihayetinde bir öğretmen, ekonomik sosyal bir talebi karşılanmadığında eylem ortaya koyuyor. Öğretmenin bunu yapması “buralar okul, burada olmaz” gibi algıları da kırıyor. Yani veliler kayıt olurken, “ücret ödedim, ona göre bir hizmet almalıyım” diye düşünüyor ama hayır, burası bir okul değil, işyeri aynı zamanda. Patronlar da bir şey talep ettiğimizde bize burası bir şirket diyorlar. O zaman bu gerçekliğe uygun olarak bir sendikayla müdahale etmek gerekiyor.
- Dıştan bakılınca MEB eğitimin patronu. Ama özel alana gelince beni ilgilendirmez diyor. Velilere nasıl anlatıyorsunuz bunu?
Damla Topuz: MEB özel okulları tamamen bırakmıyor ki. Tam tersi onlarla işbirliği içinde. Teşvikler, kolaylıklar… Mesela pandemide hiçbir kurum kapanmadı aşağı yukarı. Çok zor duruma düştük dediler ama devlet çok yüksek ödenekler verdi, veliler kayıt ücretlerini ödemeye devam ettiler, öğretmenler kısa çalışma ödeneği ile çalıştırıldı, yani aslında bir zararları olmadı. Buna rağmen batıyoruz dediler ve öğretmenlere yarım maaş verdiler ve zoom’da gece yarılarına kadar çalıştırdılar.
Yani özel okulların başına bir mağduriyet geldiğinde MEB her zaman onların yanında. Mesela öğretmenlerle ilgili bir meslek yasası çıkarılacaksa, eğitim piyasasının büyük patronlarıyla eğitim bakanını aynı masalarda görüyoruz. Aynı otellerde toplantılar yapıyor, ayı masalarda yemek yiyorlar. Yani özel alan terk edilmiş değil. Öğretmenler için terk edilmiş.
Veli de mağdur aslında. Devlet okullarında iyi bir eğitim olmadığını düşünüyor ve özeli tercih ediyor. Orada da çok yüksek fiyatlar görüyorlar ya da merdiven altı kurumlara maruz kalıyorlar; birçok kurumun mafyatik ilişkilerini biliyoruz. Her şeyin fiyatı artıyor ve veli bunun karşılığında mutsuz bir öğretmen görüyor. Velinin beklentisi iyi bir öğretmenle çocuğunu muhatap etmek, süslü binalar değil. Yani onlar da bizim mutluluğumuz istiyor; biz ne zaman bir mücadeleye girsek veliler yanımızda oldular; çünkü bu işin tek mağduru biz değiliz; veliler ve öğrenciler de mağdur.
- İlk dönemler emekli öğretmenler kurum açardı, sonra parası olan herkes girdi galiba.
Damla Topuz: Orada da bir denetim yok aslında. Bakkal dükkânı açar gibi açabiliyorsunuz. MEB’le bunu görüştük. Kurum sahiplerinin kimler olduğu belli değil diye. Bakan bize “Serbest piyasa, isteyen kurum açabilir” dedi.
Eren Edebali: Kurum açanların içinde holdingler de var. Ayrıca bu işte para ver deyip kurum açanlar da var. Ancak güvencesizlik ve denetimsizliği sendikanın teşhir etmesinden sonra bir kriz açığa çıktı. Bunlar eğitimden gelseler de, patron olsalar da, nihayetinde 657’ye bağlı. Yani MEB’in Özel Öğretim Kanunu’na göre faaliyet yürütmek zorundalar. Cezai yaptırıma kadar varan kanunlar var. Yani orası özel sektör karışamayız dediği anda MEB kendi kanununu çiğniyor. Sıradan bir patronu denetleyin demiyor ki sendika, kendi alanınızı denetleyin diyor. İdarecilerin bazıları da bizim aramızdan çıkıyor. Biz onlara siz burada bir personelsiniz diyoruz. Kanun dışı bir uygulamada yükümlülükleriniz var.
- Ama işin mantığında tatilsiz, izinsiz harıl harıl eğitim yok mu? Yani ben özelim, şöyle sınav kazandırırım mantığı…
Eren Edebali: O bir yarış. Kayıt alırken de ben senin çocuğuna şu kadar saat eğitim vereceğim diyor. Oysa yasal anlamda bir öğretmenin gireceği ders saati 20+20=40 saat. Ayrıca MEB’in özel okulları da kapsayan bir çalışma takvimi var. Aslında onun dışına çıkamazsın. Mesela idari izin, bizim için de yasal. Sonuçta usulsüz çalışma var yani. Bakanlık bunu doğru dürüst kontrol etse kurumlar ceza alır.
Damla Topuz: Şunlarla karşılaşıyoruz. Biz bir kurumdaki usulsüzlüğü ortaya çıkarıp MEB’e şikâyet ediyoruz. MEB ilgileniriz diyor. Sonra kurumu ziyaret ediyor ve kurum patronuyla fotoğraf çektiriyor. Bir daha yüklenirsek o zaman müdahale etmek zorunda kalıyorlar.
- Sendikal çalışmanın güçlükleri neler bu arada? Kurumlara sokmama, kara listeler…
Eren Edebali: Bizim alanımızda ‘işten çıkarma’ diye bir şey yok! Bir arkadaşımız sendika çalışması yaptığında ya da haklarını talep ettiğinde, sene sonunda sözleşme yenilemiyorlar; bu aslında işten çıkarma ama görünümü öyle değil. Bu da ne kadar dipte olduğumuzu gösteriyor aslında. İşe iade davası açamazsınız mesela. Yani 21. yüzyıldayız ama biz 18-19. yüzyıl koşullarında çalışıyoruz. Bu aslında bütün emek cephesinin sorunu; çünkü aslında bütün emekçileri bu koşullarda çalıştırmak istiyorlar. Hatta işçilere hakkınıza sahip çıkın özel sektör öğretmeni gibi olursunuz diyebilirler!
Yani bizdeki durum şu: Özel sektördeki bir öğretmenin özel sektörde çalışıyor olması işsizliğinin sebebidir. Bir fabrikada sendikalı olmasan da baskı görürsün ama en geri koşullarda bile bir iş sürekliliğini sağlayabilirsin. Bizde ise, sözleşmen bitti, ben senden memnun değilim der ve biter. Ya da iyileştirme yapmam, teklifim şudur der. Öğretmen ben bu teklifi kabul etmiyorum derse de “Tamam istifa et” yanıtını alabilir.
- İki taraflı değil aslında sözleşme yani…
Eren Edebali: Tek taraflı. O yüzden işte sendika önemli. Öğretmenin başka bir güvencesi yok.
- Peki, bütün bunlara karşın eğitimin kalitesi arttı mı? Ben 70’lerle kıyaslıyorum mesela, hiç öyle görünmüyor.
Eren Edebali: Tabii ki artmadı. Kamudaki eğitim zayıf, niteliksiz ama bu özeldeki eğitimin nitelikli olduğu anlamına gelmiyor. Öyle zannediliyor ama değil. Burada hedef zaten sınavdaki başarı. Çocuğun yetenekleri ve özellikleri anlamında bir güzergâh yok. Her çocuk, aynı yarışa odaklanmış halde. Bir de mevcut durumu yalanla ve usulsüzlükle daha iyi gösteren bir tablo var. Öğretmen, bir çocuğu hak ettiği neyse o notu verecekken, idarecinin akşam sisteme girip o notu yükselttiğini görüyor. “Benim okulum başarılı” itibarı için yapılıyor bu.
- Büyük sorunlardan biri bu…
Damla Topuz: Hatta veliler çocuğu yazdırırken o garantiyle yazdırıyor.
Eren Edebali: Aslında öğretmen burada çok ciddi bir cezai sorumlulukla karşı karşıya. Doğru denetlenmede ceza yiyecek olan kişi yine öğretmen olur. Ama bu okul politikası.
- Bu arada, sizin sendikanın durum da biraz Dev Yapı-İş’i filan andırıyor. Üye sayısının ötesinde bir etki anlamında. Üye olmayanlar da çağırıyor onları sorun çözmeleri için. Sizin üyeler dışındaki durumunuz nedir?
Damla Topuz: Alanın zaten tek muhatabı biziz. Bu alanda başkası yok. Kurumda bir sorunu çözmek için avukata gittiğinizde o da bilmiyor konuyu. İş kanununa bakıyor ama biz aynı zamanda Özel Öğretim Kanunu’na da bağlıyız. O yüzden telefonu bulup bize geliyorlar, çünkü alanı biliyoruz, gerçek muhatap biziz. Ama biz üyeliği önemsiyoruz, sonuçta sendika işçinin güvencesidir ve bu sendika ne kadar büyürse o kadar iyidir. O yüzden üyeliği teşvik ediyoruz.
Eren Edebali: Tabii bizde de inşaattaki gibi sirkülasyon var ama okul değiştirmeler olunca olmadığımız okula da yayılmış oluyoruz. Sonuçta biz işyeri temsilciler ağıyla örgütlenmeye çalışıyoruz. Kalıcı bir ilişki, taban örgütlenmesi yaratmak istiyoruz çünkü. Sorununu çözdükten sonra giden bir kitleden ziyade sendikalı olma bilinciyle hareket eden bir kitleyi amaçlıyoruz. Sendika üyesi olmayana da destek sağlıyoruz ama üyelik için de çaba gösteriyoruz.
Damla Topuz: Şunu önemsemeli insanlar. O gün o sorun çözülür ama bu bir günlük bir şey değil. Sektörün yapısal sorunları bunlar. Bunları da anlatıyoruz insanlara.
- Daha genel bir perspektiften bakarsak, bugünkü sendikal anlayışın ciddi bir sorunu yok mu? Sadece elde olan korumak isteyen büyük sendikalar milyonlarca emekçiyi örgütsüz bırakıyor. OSB’ler, atölyeler, vb… Mesela sizin yaptığınız da böyle ihmal edilmiş bir alanı ortaya çıkardı.
Damla Topuz: Aslında işçi sınıfı gerçekten çok yalnız. Hangi işçiyle konuşursanız konuşun, çalışma koşullarının kötü olduğunu, kendisini güvencesiz hissettiğini anlatacaktır. Ona güç ve güven verebilmek önemli. Öğretmenler aslında yıllardır aynı koşullarda çalışıyorlardı. Ama ne oldu? Bir ışık gördü insanlar, ona geldi. Bu sadece bizim işkolumuza ait de değil. Zorunlulukla ilgili yani.
Eren Edebali: Şimdi aslında genel olarak sendika üzerine konuştuğumuzda, birincisi sendikal mücadele yürütecek olanların statükocu olmaması gerekiyor. Statükocu bir anlayışla, olanı muhafaza etmekle yetinme noktasında durduğunuz anda, ilerleyemezsiniz. İşçi sınıfı dediğimizde milyonlarca insandan söz ediyoruz. Daha girişken, tarihsel ufku geniş, tarih yapma bilincine sahip, bunu kendisine görev edinmiş bir sendikal aklın zaten yerinde duramayacağını, OSB’leri, motokuryeleri ve tüm güvencesizleri zorlayacağını ve işçi sınıfını merkezi bir cephe halinde örgütlemeye ihtiyaç duyacağını görmek gerekir. Bugün gördüğümüz ise statükocu ve günübirlikçi bir anlayış. Kendimizden yola çıkarak söyleyeyim özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin artık bir sendikası var, bu sendika büyüyor, kendi imkânlarıyla yürüyor. Ama buna yukarıdan bakarak kapsayabilen, daha ileri götürebilecek bir sendikal anlayış olsaydı, şu ana kadar bizim kapımız çalınır ve şöyle denirdi: Siz iyi bir iş yapıyorsunuz, gelin diğer işkolları üzerinden de bunu şöyle yapalım. Biz zaten bu sendikayı en baştan stratejik bir yaklaşımla örgütledik. O statükoyu kırmak için yola çıktık.
Yani “biz işçi sınıfının birliğini savunuyoruz” çok teorik bir ifade. Alanda karşılığı yok. Bunu söyleyenler yıllarca özel sektör öğretmenlerini ve diğer güvencesizleri örgütsüz bıraktılar. Kendi dükkânlarını korumak için bunu söylediler aslında. Biz, yeni gelişen işçi sınıfı hareketi içinde, taban demokrasisine sahip, resmi yasalara boğulmayan, fiili mücadele hattını tutarlı bir şekilde uygulayan bir anlayışın öne çıkması gerektiğini düşünüyoruz.
- Saha çalışmasını unutan bir aşırı siyasallık da var sanki…
Eren Edebali: Evet, alan çalışması zayıflıyor. Ayrıca siyasallaşma da ülkedeki mevcut suni başlıklar üzerinden yürüyor. Türkiye’de işçi sınıfı ve sendikalar siyasetle çok ilgililer ama siyasal talepler yok ortada. Laiklik deniyor mesela, işçi sınıfının laiklik talebi nedir, nasıl bakıyor, onu tartışan yok. İlericilik deniliyor. İlericilik ne? İşçi sınıfının ileri siyasal hattı ne? Bu da yok. Siyasal mücadele dediğimizde onu kim örgütleyecek? Bunu ancak ufku geniş olanlar tartışabilir ama bu tartışmayı sınırlayan şey de grupçuluk. Bunu yapacak olanlar, kendini, kendi alanını koruyan ufku aşan bir yaklaşımla yol açmalı. Yoksa işçi sınıfının siyasal talepleri olsa o talepler büyük kesimi etrafında toplar. Bu çok da imkânsız değil.