Geçtiğimiz hafta sonu Londra’da DB Music’in ev sahipliğinde Sınır Tanımayan Diyaloglar Kolektifi (Dialogues Without Borders)’nin organize ettiği bir Hrant Dink anması vardı. Hrant’ın arkadaşlarından Rober Koptaş, Özgür Sevgi Göral ve Adnan Çelik, Başak Ertür’ün moderatörlüğünde Hrant Dink’i anlattılar. Sanatçı Suna Alan ise Ermenice, Kürtçe ve Türkçe şarkılarla Hrant’ın arzuladığı, dillerin kardeşliğini, halkların eşitliğini ve bir aradalığını kısa bir an için olsa bile dinleyicilere yaşattı. Konuşmacılar, Hrant Dink’in başta Ermeniler olmak üzere Kürtler, Türkler ve diğer tüm ötekiler için ne ifade ettiğini, neden hedef olduğunu, Hrant’ın öldürülmesi ile Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, demokrasi sorunu, baskı ve diktatörlük konusunun nasıl birbirine bağlı olduğunu, birbirinin içinden geçtiğini anlattılar.
Yaklaşık bir buçuk saat süren ve merkezinde Hrant’ın olduğu konuşmalar aslında bir bütünen Hrant’ın “Namertçe” katledildiği bu coğrafyanın katliamlar, baskılar ve zulümler tarihinin bir panoramasını bize çıkardı. Ülkenin yüzyılı aşan demokrasi, baskı, katliam, zulüm, soykırım, asimilasyon meselesi ve hak, adalet, eşitlik mücadelesinin Hrant’ı anlatan bir toplantının özeti olması bize bir yandan Hrant Dink cinayetinin ne kadar çok kangrenleşmiş meselelerin tümünün kavşağı olduğunu gösterirken, diğer yandan da bu cinayetin “Müesses Nizam” tarafından organize edildiğini ve devletin kırmızıçizgilerinin aşılmasına karşılık olarak konsensüsle planlanmış ve işlenmiş bir cinayet olduğunu gösteriyor.
MHP içerisindeki bir koltuk mücadelesi ve iç kavga neticesinde bizzat MHP yönetimi tarafından planlandığının herkes tarafından dile getirildiği, buna dair ortada onlarca delil olmasına rağmen tetikçi dışında soruşturmanın neredeyse hiçbir yere uzamadığı Sinan Ateş cinayeti ile ilgili olarak İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin meclis grubunda yaptığı konuşmada bu cinayetin “namertçe” işlenmiş bir cinayet olduğunu söyledi. Sözünün devamında kendi dönemlerinde de siyasi cinayetler işlendiğini fakat bunların “mertçe” olduğunu söyledi. Siyasi cinayetler için kullandığı mertçe sıfatı için tepkiler gelince de işlenen cinayetlerdeki ortaklığını ortaya çıkaracak bir itirafta bulunduğunu fark ederek durumu kurtarmak için Hrant Dink’e sığındı, Hrant Dink’in arkadan vurulduğunu ve bunun namertçe işlenmiş bir cinayet olduğunu söyledi. Hrant Dink’in öldürülmesine azmettiren konuşmaların, linçin, iklimin arkasında kendi zihniyetinin, geldiği siyasi geleneğin, siyasi partinin olduğunu herkesin bildiğini unutarak kırdığı potu telafi etmek için can havliyle yaptığı bir açıklamaydı bu aslında. Tıpkı Hrant’ın Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu söylediği için hedef haline geldiği gibi Musa Anter, Tahir Elçi ve daha pek çok Kürt aydın da müesses nizamın kırmızıçizgilerini aşmış aydınlardı ve tıpkı Hrant Dink gibi onlar da namertçe katledilmişlerdi.
Sadece bu üç insanın Ermeni meselesi, Kürt meselesi, demokrasi ve ifade özgürlüğü meselesi konusunda dile getirdikleri gerçekler yüzünden katledilmiş olması özünde bir Türk aydın ve entelektüeli sefaletinin yaşanmış olması, yaşanmakta olması ile doğrudan ilintilidir. Eğer Musa Anter’in, Tahir Elçi’nin, Hrant Dink’in söyledikleri, dile getirdikleri gerçekleri Türk aydını, Türk entelektüeli dile getirebilmiş olsaydı, buna cesaret gösterebilmiş olsaydı ne bu değerli aydınların katledilmesini azmettiren o iklim ortaya çıkardı ne de bütün Türk aydınlarının, mevcut iktidara muhalif olan tüm kesimlerin neredeyse hepsinin zulmetinden şikayet ettikleri bugünkü bu karanlık yaşanırdı. Şu gerçek asla unutulmamalıdır ki Akşener’in mertçe siyasi cinayet diyerek aklamaya çalıştığı, kendisinin geldiği siyasi geleneğin ve müesses nizamın arkasında olduğu bu siyasi cinayetlere karşı çıkılmamış olmasının ve bugün yaşanan koyu ve kirli karanlığın sorumluluğu Türk aydınının boynunda asılı vebaldir. Bu cesur aydınların mirasını sahiplenmek yerine Meral Akşener’e pırıl pırıl apaydınlık bir kadın diye diye övgüler düzen yılların sosyalist geçinen şairi Ataol Behramoğlu; Meral Akşener’in erkek dünyasında verdiği mücadeleye destek verdiğini söyleyen, Akşener’in egemen erkek siyasetin nasıl bir temsilcisi olduğunu göremeyen Türkiye İşçi Partisi’nin Kadıgil’i ve daha nice sözüm ona aydın ve siyasetçinin övgü dolu sözleri akıllardadır. Geldiğimiz aşama itibariyle hala Ermeni meselesi, Kürt meselesi, Alevi meselesi, inançlar ve yaşam tarzları meselesi, cinsiyet ayrımcılığı meselesi gibi temel sorunlara dokunmadan cici muhalefet yapma gayreti içinde olanlar ve tüm bu meseleler konusunda suspus olan Türk aydınları ya bugünkü müesses nizamın temsilcisi iktidara mutlak biat edecekler ya da bu cici muhalefetleri için bile terörist olmakla itham edilip faşizmin zindanlarında rutubeti ve karanlığı solumaya mahkum olacaklar.