Barselonalı üç anarşist kardeşti onlar. Yalnızca İç Savaş sırasında değil, daha sonrasında da canlarını ortaya koyarak Franko faşizminin korkulu rüyası oldular; ölümleriyle bile efsane oldular
Arif Mostarlı
Quico, Pepe ve Manolo… Üç kardeş, birbirinden ateşli, birbirinden cesur üç yoldaş…
Tabii ki ‘El Quico’ lakabıyla tanınan ya da ‘Sabate’ diye bilinen Francesc, diğerlerinden biraz daha şöhretliydi ama üç kardeşti onlar yine de. Aynı biçimde yaşadılar ve neredeyse aynı koşullarda katledildiler.
Polis bir babanın çocukları
Maceraları Franko ayaklanmasından ve İspanya İç Savaşı’ndan daha da öncesine kadar uzanıyor aslında. Tepeden tırnağa anarşist ve neredeyse doğuştan gerilla olan Sabate kardeşler, Quico, Pepe ve Manolo, anarşist örgütlerin günlük yaşamda hükümetten daha güçlü rol oynadığı bir dönemde Barselona’nın banliyösü olan L’Hospitalet de Llobregat’ta büyüdüler. En büyükleri, José Sabate Llopart (Pepe), 1910’da doğmuştu. Francesc Sabate Llopart (El Quico) 1915 doğumluydu, küçük kardeşleri Manuel Sabate Llopart (Manolo) ise uzun bir aradan sonra 1927’de dünyaya gelmişti.
İronik olmalı, babaları bir polis memuruydu ama onlar ünlü eylemciler haline geldiklerinde çoktan emekli olmuştu adamcağız. Geleceğin birçok gerillası (özgün adıyla ‘maquis’ savaşçıları), 1920’lerin ve 1930’ların Barselona’sının bu işçi mahallelerinde yetişmiş ve anarşist gelenekle beslenmişti. El Quico, harekete ilk katılandı. 1931’de İspanyol anarko-sendikalist birliği CNT üyesiydi. 1932’de Pepe ile birlikte İber Anarşist Federasyonu (FAI) ile uyumlu “Los Novatos” eylem grubunu kurdu. Grup, 8 Aralık 1933’teki isyana katılmış, daha sonra da 1935’te bir hapishane yardım grubuna fon sağlamak amacıyla ilk kamulaştırmasını gerçekleştirmişti.
İç savaş ve sonrası
Franko iç savaşı başlatarak İspanya’nın başına bir kâbus gibi çöktüğünde ise artık durum köklü olarak değişmişti. 18 ve 19 Temmuz 1936’da, Barselona’daki faşist ayaklanma yenilgiye uğratıldığında Quico ve Pepe oradaydı. 27 Ağustos 1936’da ise iki kardeş, Aragon cephesinde savaşan CNT-FAI koluna, yani “Genç Kartallar”a katıldı. Savaş sona erip Franko duruma hakim olduğunda, ikisi de Fransa sınırını geçen 26. Tümen’de bulunuyordu.
Ancak, iç savaş onun için hiç bitmedi. Basit bir sürgünlük ona göre değildi. 1945’ten itibaren Quico, Fransa sınırından defalarca geçerek gerçek bir şehir gerillası hareketini inşa etti. 15 yıl boyunca yaptıkları öyleydi ki, faşist rejim onu ‘Bir Numaralı Halk Düşmanı’ ilan edecekti. İlk olarak 20 Ağustos 1945’te tutuklu iki yoldaşını polisin elinden kurtardı. Daha sonra yeraltı hareketini finanse etmek için şirketleri, bankaları ve zengin Franko yanlılarını soymaya başladı. Kendine özgü bir etik anlayışıyla yapıyordu bu işi. Örneğin Manuel Garriga bunlardan biriydi ve Quicho ona bıraktığı notta, “Biz soyguncu değiliz, direniş savaşçılarıyız. Az önce aldığımız şey, sizin ve sizin türünüzün vurduğu anti-faşistlerin yetim ve açlıktan ölmek üzere olan çocuklarını doyurmaya bir nebze olsun yardımcı olacak. Sana gelince Garriga, her ne kadar katil ve hırsız olsan da seni bağışladık çünkü biz özgürlükçüler olarak insan yaşamının değerini takdir ediyoruz ki bu senin hiçbir zaman anlayamadığın ve anlama ihtimalin olmayan bir şey” diyordu.
Quico, böylece toplamda, direniş gruplarına 90 bin Peseta’nın üzerinde bir mali güç sağlarken, Barselona Polis Komiseri Eduardo Quintela’ya suikast girişimi ve diğer falanjist liderlere karşı cezalandırmaları da gerçekleştiriyordu. Pepe, genelde bu eylemlerin tümünde yer aldı.
Kardeş acılarına rağmen
Ancak, her şey her zaman planlandığı gibi gitmiyordu. Pepe, 17 Ekim 1949’da bir ihanet sonucu pusuya düşürüldüğünde, bir polisi öldürerek kaçmaya çalışırken ağır yaralanıp yaşamını yitirdi.
En küçükleri Manolo’nun eylemlere katılmasını pek istememişlerdi aslında ama o bir fırsatını bulup örgüte ‘sızmayı’ becermişti. Yazık ki, o da bir polis pususunda yakalandı. Askeri mahkemede 24 Şubat 1950’de ölüme mahkûm edildi ve kurşuna dizildi. Son anına kadar direnişçi tutumunu sürdürdü.
Bütün bunlar Quico’yu durdurmadı ama. Her türlü yaratıcı eylem biçimini kullanarak gerilla grubunu yönetmeye devam etti. Bunlardan en ilginci, 28 Eylül 1955’te Franko’nun Barselona’yı ziyareti sırasında yaptığıydı. Şoförü ‘devlet görevlisiyim’ diye kandırıp kiraladığı açılır tavanlı bir taksinin içinden bir tür el yapımı havan topuyla binlerce bildiriyi kentin caddelerine saçması büyük bir gösteriydi.
Nihayet 1960 yılının başına gelindiğinde artık etrafındaki çember daralmıştı. 3 Ocak günü kendisi ve grubu bir çiftlik evinde kuşatıldı. Dört yoldaşı katledilirken Quico polis amirini öldürerek kaçmayı başardı, ancak ağır yaralıydı. O haliyle bir trene el koyarak, tıbbi yardım alabileceği bir yere ulaşmaya çalışsa da kangren yüzünden bu uzun sürmedi; çatışmanın ardından yakalandığında hemen katledildi.
Böylece Llopart kardeşlerin üçüncüsü de yaşamını yitirirken, olay Madrid’deki başkanlık sarayında kutlanıyordu.
***
Quico ve kardeşlerinin belki de en önemli yanı, iç savaşın yenilgiyle bitmesinden sonra birçokları gibi sürgün bir hayatı kabul etmeyerek, yeniden ülkeye dönüp savaşı sürdürme azmini göstermeleriydi. Bugün hâlâ birer efsane olmaları bu yüzden hiç boşuna değil.