Kaybettirme–kazandırma stratejisi, Üçüncü Yol dinamiklerini seküler ve muhafazakar Türkçülüğün kayıkçı kavgasına dahil ederek genel siyasetteki stratejik rolünün altını oyuyor. Aslında 2002’den beri programlanan bu düzenek, Üçüncü Yol’un siyasal havzasını daraltmayı hedefliyordu. Zira Türk siyasi hegemonyası açısından kutuplaşma siyasetinin sürdürülebilirliği, Üçüncü Yol dinamiklerini ana akım siyasetinin herhangi bir kutbuna angaje et(tir)meyi zorunlu kılıyordu. Bir politik özne için böylesi bir angaje siyaseti aşamamak; ideolojik, politik ve örgütsel açıdan daralmaya, ülkeyi kasıp kavuran çoklu krizlerin sürmesine de onay vermeye kadar varan ciddi riskleri barındırıyor.
Kürtler için bu sorunun tarihsel bir arka planı var. Üçüncü Yol’un ana omurgası olan Kürtleri eklemleme politikası, Osmanlı’nın batılılaşma macerası ile başlayıp günümüze kadar güncellenerek gelmiştir. Tarihsel blokun herhangi bir aktörü aracılığıyla hem Kürt potansiyelini kontrol etme, hem de bu potansiyeli geriye düşürerek sistemden kopuşunu engelleme hedefiyle en sert dönemlerde bile Kürtlerin bir damarıyla ilişkiler canlı tutulmuştur. Hegemonya adına ilişkiyi sürdüren aktörlerin rolleri dönemsel olarak değişti. Fakat ilişki kalıbı her halükârda hegemonyaya hizmet edebilecek şekilde dizayn edilerek sürdürülmüştür. Bugün ise siyasete yeni bir ufuk kazandırma potansiyeli taşıyan Üçüncü Yol dinamikleri (Kadınlar, sol ve sosyalistler, Kürtler, Aleviler, ekolojistler) hegemonyanın radarına girmiş durumda.
Görünen o ki Türk siyasi hegemonyası, 2024 yerel seçimlerinde de Üçüncü Yol dinamiklerini ayrı ayrı veya toplu olarak kayıkçı kavgasına endeksli siyasetin aparatı haline getirme çabasını sürdürecek. Çünkü her iki tarihsel blok için de Üçüncü Yol öznelerinin angaje siyasette çakılı kalması demek; maliyetsiz, verimli bir ideolojik, politik yatırım projesi demek.
Tarihsel olarak tek bir toplumsal ve siyasal sorunu çözmeyen bu sistemiçileştirme planının mesafe kat etmediğini söylemek doğru olmaz. Toplumsal-siyasal krizleri perdeleyen Türk siyasi elitlerin bu oyununun bozulma olasılığının düşük olması, belki de son zamanlarda toplumu en çok karamsarlığa iten gerçekliklerin başında gelmektedir. Ancak gelinen aşamada mevcut gidişat, Üçüncü Yol siyaseti açısından ontolojik bir sorun haline gelmiştir. Sorunların yakıcı varlığı hem bu dinamikleri “öze dönüşe” çağırıyor, hem de hegemonyanın iki kutbunun bu dinamiklerle farklı zemin ve konjonktürlerde dönüşümlü olarak sürdürdüğü ilişkilerin gelinen aşama itibariyle işlevselliğini yitirdiğini ve tıkandığını gösteriyor.
Meselenin sorunsallaşması aynı zamanda krizden çıkışın umudunu büyütüyor. İktidar blokunun tarihinin en büyük meşruiyet krizi yaşadığı, ana akım düzen muhalefetinin tutarsız ve dağınık olduğu bir konjonktürde, Üçüncü Yol dinamikleri umudu toplumsallaştırmak için, nasıl bir yol alacak-almalı?
Savaş, şiddet, cins, ekolojik ve ekonomik kırımın ortaya çıkardığı maliyet her bakımdan ağırlaşırken Üçüncü Yol siyasetinin ülkenin temel meselelerindeki belirleyiciliği ve sorumluluğu da eş zamanlı olarak büyümektedir. Her şeyden önce bu sorumluluk ne CHP’ye atfedilen majestelerin muhalefeti gibi elit, keyfi ve rahat; ne de şiddet dışındaki tüm teçhizatlarını kaybeden AKP’nin gaspçı, talancı iktidarı kadar hesapsız ve gamsız.
Üçüncü Yol’un üstlendiği sorumluluk kendine has, devrimci ve kurucu bir karaktere sahip; konjonktürel-taktiksel değil stratejik bir yükü omuzlarında taşır. Yük ağır, yol uzun; haliyle yol tutuşu sağlam, hedefler stratejik olmak zorunda. Hem Kürdi, hem devrimci sol siyasal birikim, daha önemlisi kadın mücadele birikimi öyle kolay oluşmadı. Bu birikim, deneyim ve sermaye topluma kazandıracak şekilde konumlandırılmalı; öz değer ve öz birikim, öz kazanım sağlamalıdır.
Bu nedenle güncelin faşizmine yenik düşmeden, taktiksel hamlelerin temel stratejinin önüne geçmesine müsaade edilmemelidir. Kutuplaşmanın panzehiri, normalleşmenin imkanları ve barışın olanakları Üçüncü Yol siyasetinin kendisini güncel ve taktiksel siyasal koşullara göre değil, stratejik bir ufuktan beslenerek konumlandırabilmesine bağlıdır. Bu konumlanma, iktidarın tüm muhalefeti Türkiye halklarına büyük bir risk olarak enjekte eden, ülkeyi tamamen sağa teslim etmeye odaklı ajitatif, provokatif sağ siyasetini de boşa çıkarabilir.
Hakikat, Üçüncü Yol siyasetini, birine kazandırmakla bir diğerine kaybettirmenin politik sonuçları bakımından eşitlendiği bir eşiğe getirdi. Siyasal realite “kazandırma-kaybettirme” siyasetinin duvara dayandığını bağıra bağıra söylüyor. Türkiye’nin her yerinde kendi programı doğrultusunda kendi siyasetini yapabilme kapasitesine (2000’li yılların başından itibaren hegemonyanın aleni-gizli bu kapasiteyi daraltma stratejisi var) sahip olan Üçüncü Yol dinamikleri, Türk siyasi hegemonyasının çizdiği yolu yürümek, diktiği elbiseyi giymek zorunda değil. Dahası kimseye herhangi bir borcu yok; borçluluk psikolojisinden kurtularak alacaklı gibi siyaset yapma zamanıdır. Kendi yolunu yürümeli, kendi örgütlenme ağlarını örmeli, topluma kafasındaki tahayyül ile gitmeli. Elbette her temel sorun muhatap ister; fakat sorun çözme yöntemlerinin hiçbiri muhatapla eşitlenmeyi zorunlu kılmaz.
Tam da bu gerekçelerle Üçüncü Yol siyaseti açısından 2024 yerel seçimleri “büyüme krizini” (bir sonraki yazının konusu) aşmaya yönelik hayati düzeyde politik fırsatlar sunuyor. O halde büyüme krizini alma motivasyonuyla, 2024 seçimleri büyük bir fırsat olarak görülüp bölgeye kapanarak veya bir kutba eklemlenerek değil, Türkiye’nin dört bir tarafında siyasetin temel öznelerinden biri olduğunu hissettirerek, kendi adaylarıyla, kent uzlaşısı temelinde, iyi hazırlanmış bir kampanya ile seçimlere girilerek aşılabilir. Mayıs seçimleri sonrası yapılan halk toplantılarından hatırlarsak, DEM Parti tabanının ve büyük oranda parti yöneticilerinin genel eğilimi de bu yöndeydi. Bu yol tutuşu, kısa vadede kimi riskleri içerse de orta ve uzun vadede, Üçüncü Yol siyasetinin tekrar belirleyici olabileceği, kutupçu siyasetin tuzaklarının boşa çıkarılabileceği, mevcut konjonktürün en rasyonel yol tutuşu gibi görünüyor.
Sonuç olarak, Kürt illerinde belediyeleri geri almanın önünde hiçbir engel yok. Ancak bu seçimde batıya yönelik kent ölçeğinde kurulacak ittifaklar tarihsel kırılmalara gebe. Bu nedenle “batı stratejisinin” Türkiye’nin genel siyaseti üzerindeki kurucu rolü göz ardı edilecek kadar basit bir rol değil. Özellikle kutuplaşma siyasetine etkisini çok iyi düşünmek lazım.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki gelecek siyasetine yön verecek olan asıl özne, ne meşruiyetini kaybetmiş, hedeflerini şaşırmış, bir avuç ırkçı ve milliyetçi kesime teslim olan AKP, ne de toplumsal ve siyasal sorunlara müdahale edebilecek kapasiteden ve cesaretten yoksun olan CHP’dir. Geleceğin gidişatını bu seçimlerde veya sonrasında, ama bugün, ama yarın, Üçüncü Yol dinamiklerinin tüm devrimci deneyimlerinden, mirasından, sorumluluk ve umut ilkesinden, gelecek tahayyülünden hareketle yürüyeceği yol ve bu yolda alacağı cesur kararlar belirleyecektir.