Abdullah Öcalan’ın tecrit altında tutulmasını Ortadoğu halklarının esir alınması anlamına geldiğini belirten yazar Zibech, ‘Öcalan’ın özgürlüğü için mücadeleyi bir görev olarak anlamalıyız’ dedi
Yeni Özgür Politika gazetesi İmralı Adasında 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’a dair hazırladığı ‘Aydınlar Öcalan’ı konuşuyor’ söyleşi dizilerinin sonuncusunda Miheme Porgebol Raúl Zibechi’yle konuştu. “İktidarı Dağıtmak” adlı kitabıyla bilinen Zibechi, Öcalan’ın tecrit altında tutulmasını Ortadoğu halklarının İmralı Hapishanesi’nde esir tutulmasına benzettiğini ifade ediyor. Öcalan’ın özgürlüğü, Kürt halkının ve dünyanın tüm ezilen halklarının kurtuluş mücadelesine önemli bir ivme kazandıracağının altını çizen Zibechi “Onun hapsedilmesi, emperyalizme karşı mücadelemiz için hem bir şantaj hem de bir zorluktur. Öcalan’ın özgürlüğü için mücadeleyi, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren büyük güçler tarafından saldırıya uğrayan Kürt halkıyla dayanışmanın bir görevi olarak anlamalıyız” ifadelerini kullandı.
Söyleşinin tamamı şu şekilde:
- Abdullah Öcalan ulus-devlete karşı özerk yönetimleri ve Demokratik Konfederalizmi savunmaktadır. Ulus-devlet sisteminin dünya halklarını sürüklediği krizler göz önüne alındığında; bu önerileri ezilenlerin kurtuluş mücadelesi açısından değerlendirebilir misiniz?
Halkların kurtuluşu için tek bir yol olmadığına, aksine şu anda Latin Amerika’da gördüğümüz gibi, her bir halkın ve toplum kesiminin diğerlerine benzemesi ya da aynı olması gerekmeyen kararlar alabildiği ve örgütlenmeler yaratabildiği bir çokluk olduğuna inanıyorum. Tüm bu örneklerde ortak olan, Kürt halkının durumunda da görüldüğü gibi, özgürleşmenin tek yolu ulus-devletin reddedilmesidir. Bu reddediş olumludur çünkü dünya solunun deneyimleri, bu tür bir redde dayanmayan örgütlenmenin özgürleşmeye ciddi sınırlar getirdiğini göstermektedir.
Demokratik konfederalizm önerisi kulağa çok ilginç geliyor, ancak benim yaşadığım kıtada henüz bu yola girilmedi. Bence, Marksizm ve diğer eleştirel düşünce akımlarının yaptığı gibi Avrupa ülkelerinde değil, ezilen halkların tarihinden referans alınan yeni bir ilişkiler sistemi yaratmak, yani devlet ve kurumlarının dışında kolektif olarak çalışmak çok olumlu bir yön.
- Geçtiğimiz yıllarda ANHA’ya (Hawar Haber Ajansı) verdiğiniz bir röportajda Latin Amerika’daki özerklik ile Öcalan’ın önerilerinin örtüştüğünü söylemiştiniz. Öcalan ile Latin Amerika’da Kapitalist Modernite’ye karşı direnenler, özellikle de Zapatistalar arasında bir teorik ilişki de okuyor musunuz?
Bence doğrudan teorik bir ilişki yok, daha ziyade bir tesadüf ya da kesişme var. Bu da ulus-devletten geçmeyen yeni yol arayışlarından kaynaklanıyor. Bu noktada ilişki çok güçlü, çünkü kendi deneyimlerimiz bize devletlere güvenemeyeceğimizi, daha doğrusu devletlerin halkların özgürleşmesi için kullanılamayacak baskı ve kontrol yapıları olarak yaratıldığını gösterdi. Ne Kurdistan’da ne de Latin Amerika’da bunu bir ideoloji meselesi olarak değil, Öcalan’ın yazılarından da anlaşılacağı üzere devrim deneyimlerinin titiz bir değerlendirmesi olarak yorumladığımı vurgulamak istiyorum.
Devlet yolu bir kez reddedildiğinde beliren alternatif arayışları, bize dünyanın her yerinden devrimciler arasında teorik köprüler olduğunu, ancak bu köprülerin hem etik tutarlılıklarından hem de geçmişin özeleştirel okumalarından ortaya çıktığını göstermektedir.
- Bu ilişkinin daha yoğun fiziksel ortaklıklara dönüşmesi hakkında neler söyleyebilirsiniz? Örneğin Rojava pratiği ile Zapatista pratiğinin birbirleriyle daha yoğun bir temas ve iletişim içinde olması heyecan verici olmaz mıydı?
Bildiğim kadarıyla Rojava deneyimi ile Zapatismo arasındaki bu ilişkiler zaten var, ancak görünüşe göre tanımlanmış bir kamusal biçime sahip değiller. Yirminci yüzyıl deneyiminde, Enternasyonal gibi kurumların (özellikle ikinci ve üçüncü) yaratılması, dünyanın farklı yerlerinde isyan halindeki insanların gelecekte birbirleriyle nasıl ilişki kurabileceklerini görmek için ciddi bir şekilde değerlendirilmelidir. Bence yeni uluslararası örgütler oluştururken çok dikkatli olmalıyız ancak enternasyonalizm hala gereklidir ve her zaman da öyle olacaktır. Sorun şu ki, dünyanın bir bölümünün deneyimlerinin diğerlerine aktarılması gerekiyor. Bu anlamda Zapatistalar, fiziksel olarak birbirinden uzak gruplar arasında ilişki kurmanın yeni yollarını gösteren bir Avrupa yolculuğu yaptılar. Bence bu anlamda denemeler sıklıkla olmalı ve buradan yola çıkarak durum değerlendirmeleri yapmalıyız.
- Aynı röportajda Öcalan’ın düşüncelerini “Kuzey’i kaybetmemek” olarak tanımladınız. “Kuzeyi kaybetmemek” ifadesini biraz açabilir misiniz? Bu ifade ne anlama geliyor?
Dünyayı dönüştürme yolundan sapmamakla ilgili olarak “yolumuzu kaybetmemek” deriz. Bu anlamda Kuzey, uzun vadeli hedeflerimize verdiğimiz isme bağlı olarak yeni dünyaya ulaşmak ya da dünyayı dönüştürmek ya da devrim yapmaktır. Başka bir deyişle, Kuzey’i kaybedenler, seçim solu ve sosyal demokrasiler gibi kendilerini sisteme uyduran ve artık onu dönüştürme arayışında olmayanlardır. Ama aynı zamanda otoriter ve dikey bir toplumu tercih edenler, Stalinist ya da köktendinci olarak kalıp demokratik bir toplum istemeyenler, örnek vermek gerekirse ataerkilliğe karşı mücadele etmeyenlerdir.
- “İktidarı Dağıtmak” kitabınızda devlete ilişkin gözlemleriniz ile Öcalan’ın gözlemleri çok örtüşüyor. Önerileriniz de öyle. Verdiğiniz yanıtlardan çıkarımlar yapmak kısmen mümkün ama yine de sormak istiyorum: Devleti nasıl tanımlıyorsunuz ve neden devletsiz bir çözümü savunuyorsunuz?
Klasik yazarları takip ederek, devletin seçimle gelmeyen ve belirli bir bölgede şiddet tekelini elinde bulunduran daimî bir sivil ve askeri bürokrasi olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle devlet, nüfusu kontrol etmek için kullanılan bir makinedir ve Fernand Braudel ve Öcalan’ın da analiz ettiği gibi kapitalizmin merkezi bir parçasıdır. Dolayısıyla Amerikalı siyah feminist şair Audré Lorde’nin de belirttiği gibi, efendinin evini efendinin aletleriyle yıkamazsınız.
Yirminci yüzyıl devrimlerinin bize gösterdiği şey, yeni bir dünya inşa edemedikleri, çünkü bunu eski devlet araçlarıyla, yani yukarıdan, iktidardan doğru yapmaya çalıştıklarıdır. Bu hiçbir zaman işe yaramadı ve “yeni” devletler, eski mağlup burjuvazilerin yerini almak üzere yeni burjuvazilerin yaratıldığı bir temel oldu. Devlet mantığının, egemen sınıflar tarafından sömürüyü kolaylaştırmak için nüfus kontrolünün ötesine geçemeyeceğini anlamalıyız. Ancak şimdi Decio Machado ile birlikte “Mülksüzleştirme için devletler” kitabında geliştirdiğimiz yeni bir şey ortaya çıktı: Önceki Refah Devletleri parçalandı ve onların yerine mülksüzleştirme yoluyla sermayeye birikim için işlevsel devletler oluştu. Başka bir deyişle, devletler %1 nüfusun Toprak Ana’yı soymaya devam etmesi için kalkan olmuştur.
- Bugün dünyanın dört bir yanında Öcalan’ın ideolojik ve siyasi fikirlerini benimseyen takipçileri var. Onun öngördüklerini gerçekleştirmek için faaliyet gösteren çok sayıda topluluk var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Dünyada, özellikle gençler ve kadınlar olmak üzere, içinde yaşadıkları gerçeklikten derin bir hoşnutsuzluk duyan, kendilerini baskı altında hisseden ve önlerinde onurlu bir gelecek göremeyen çok sayıda insan olduğuna inanıyorum. Bu insanların sayıları milyonlarca, belki de dünya nüfusunun çoğunluğu. Bu insanlar Ortodoks Marksizm gibi klasik eleştirel düşüncelere ilgi duymuyorlar. Bu nedenle sadece yeni bir şeye değil, aynı zamanda yeni gerçeklere yanıt veren bir şeyler arıyorlar. İşte bu noktada Öcalan’ın ve Zapatistaların düşünceleri büyük bir çekiciliğe sahip. Ancak sadece düşünceyle ilgili olmayan başka bir şey daha var: Sözlerle eylemler arasındaki tutarlılık. Öcalan’ın İmralı’da bu kadar uzun süre hapsedilmiş olması, pek çok insan için onun sözlerinin ya da teorik çalışmalarının pratikleriyle örtüştüğünün bir göstergesidir. Latin Amerika’da “bedene bürünme” dediğimiz bir şey var, yani fikirlerin insanların hayatlarında ete kemiğe bürünmesi. Kürt liderin hapishanesi de bunu gösteriyor, etik ve siyasi bir tutarlılığı. Dünyanın genç insanları söyledikleri başka, yaptıkları başka politikacılardan bıktı.
- Öcalan’ın esaretini doğuran komploya birçok devlet dahil oldu. Bu kadar çok devletin böyle bir komploya dahil olması ile Öcalan’ın ezilenlere yönelik fikirleri arasında bir ilişki görüyor musunuz?
Öcalan’ın yakalanmasında rol oynayan devletlerin ortak noktası ABD ve İngiltere’ye tabi olmaları ve bunların dünya egemenliğine yönelik derin sömürgeci ve emperyalist hevesleridir. Aynı devletler halkların özgürlüğünden korkmaktadır ve bu anlamda Öcalan’ın hapisliği onları rahatlatıyor. Çünkü Öcalan’ın esareti tüm Ortadoğu halklarının İmralı Hapishanesi’nde olması gibi bir şeydir.
- Tüm bu soru ve cevaplar bağlamında Öcalan’ın özgürlüğünün neden önemli olduğuna dair son bir kısa değerlendirme yapabilir misiniz?
Öcalan’ın özgürlüğü, Kürt halkının ve dünyanın tüm ezilen halklarının kurtuluş mücadelesine önemli bir ivme kazandıracaktır. Başka bir açıdan baktığımızda da onun hapsedilmesi, emperyalizme karşı mücadelemiz için hem bir şantaj hem de bir zorluktur. Öcalan’ın özgürlüğü için mücadeleyi, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren büyük güçler tarafından saldırıya uğrayan Kürt halkıyla dayanışmanın bir görevi olarak anlamalıyız.
HABER MERKEZİ