Geçen hafta “İstanbul” ismi verilen havaalanı, şaşalı bir törenle açıldı. Zayıflığını gizlemek için her fırsatı değerlendiren iktidar, bu töreni de büyük bir şova çevirdi. Cumhuriyetin kuruluşunun 95. yıldönümüne denk getirilen bu açılışta, iktidar sözcüleri ve “milli şef” Erdoğan bu yapıyı bir “zafer anıtı” olarak ilan etti. Yapının nitelikleri, yapılan masraflar, beklenen gelirler ballandıra ballandıra tüm televizyon kanallarında saatler süren özel canlı yayınlarla halkın üzerine boca edildi. Açılışa hayatında hiç uçağa binmemiş ve muhtemelen daha da binmeyecek yüzlerce insan da taşındı. Şovda neredeyse havaalanı için şarkı besteleyecek sanatçı dışında birçok sıfatla tanımlanabilecek kişiler de eksik değildi. “Muasır Medeniyet”e ulaşıldığını gösteren manzara, tamamdı.
Peki, bu tabloda eksik bir nokta yok muydu? O yapı gökten zembille mi inmişti? Bazı insanlar bu yapıya emek vermemiş miydi? Ayrıca bu alanın yapılmasında harcanan paralar kimlerin hesabına “tatlı” kâr olarak geçmişti? Çevrede ve ekosistemde oluşan tahribat var mıydı? Bu sorular tabi ki sorulmadı çünkü bu sorular, ancak büyümemizi istemeyen yabancı güçlerden kaynaklanabilirdi. Neyse ki dış mihrakların oyunlarına karşı şuurlu bir medya vardı. Başta HDP olmak üzere sosyalist hareketlerin ve sendikaların itirazları, eleştirileri kulaklara bile çalınmadı. Onlar ne de olsa “bölücü”ydüler.
Toplumsal hayatı kolaylaştıran alanlara, yapılara itiraz etmenin kuşkusuz anlamlı bir zemini olmaz. Bu açıdan devlet, toplumsal yaşamı kolaylaştıracak hizmetler vermelidir. Kaldı ki zaten bu onun zorunlu görevidir, lütfu değil. En ufak bir alışverişten neredeyse alınan nefese kadar kesilen yüksek oranlı vergilere, verilecek hizmetler gerekçe olarak sunulmuyor mu? Bu hizmetleri yapmanın övünülecek bir şey değil, aksine yapmıyor olmanın toplumdan alınan vergilerin gasp edilmesi olduğu açıktır. Kaldı ki bu iktidar topluma katkı sunacak alanlara çok az bütçe ayırdığı, eldeki değeri en fazla savaşa yatırdığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca AKP iktidarının bu “hizmetleri”ne şekilde yaptığı üstünde durulması gereken bir konudur. Kendine bağlı kesime rant sunmanın, onları zengin etmenin temel yöntemi bu projelerdir. Yıllardır kullanılan “hizmet” edebiyatının aslı budur.
Ayrıca halktan toplanan vergilerle yapılan bir yapının nasıl inşa edildiğini ve yol açtığı sonuçları tartışmak her şeyden önce ahlaki bir sorumluluktur. Salt faydacı bir yaklaşımla ele almanın tutarlı bir tarafı yoktur ki ne kadar faydalı ve kime faydalı olduğu da irdelenebilir. Biz ise fayda boyutundan ziyade yukardaki sorulara odaklanmanın doğru olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu sorular iktidarın bu havalimanı için halka sunduğu imgenin makyajını kazımak anlamına geliyor. Ne kadar demokrasi karşıtı olduğunu her gün yeniden kanıtlama amacında olan bu iktidarın emek ve doğa karşıtı niteliği de bu havalanın nasıl yapıldığı incelendiğinde açığa çıkıyor.
Yapımı süresince onlarca emekçinin yaşamına mal oldu İstanbul Havalimanı. Sayısı bile netleştirilemeyen onlarca işçi, kârlarından küçük bir miktarı feda edebilseler, şu an yaşayabilecek onlarca insan. Egemenlerin gözünde ise istatistik defterlerinde bir başlıklar sadece. Ne de olsa yıllar önce “Bu işin fıtratında ölüm var” diye buyurmuştu Erdoğan. Bu havaalanı yıllarca binlerce işçinin emeğinin en vahşice sömürülmesi ve sayısız kaçak yabancı işçi sayesinde inşa edildi. Kâr oranlarını yükseltmek için güvenlikten tutalım işçilerin temel haklarına kadar kısıntı yapan şirketler bu projeyi yürüttü. Ki bu şirketlerin çoğunluğu uluslararası şirketlerin ya doğrudan ya da dolaylı kontrolü altındaydı. Yani yerli ve milli propagandaları her zaman olduğu gibi boş atıp dolu tutmaktı. Ve Erdoğan mikrofonlardan bu şirketlere teşekkür ediyordu. “29 Ekim’e yetişsin diye onları çok sıkıştırdık” diye övüyordu onları. Oysa nerdeyse günde 15 saat çalışan ve sözde yasalarca garanti altına alınmış hakları gasp edilen işçilerdi. Mülteci olup karın tokluğuna çalışanlar da vardı içlerinde. Şova yetişsin diye ölen de onlardı. Devasa alanın her noktasında onların emeği vardı. Onlara dair hiçbir şey yoktu açılışta ama. Ne de olsa sistemin gözünde kanlı canlı, düşünen, umut eden insan değildi onlar. Çin Seddi’nin yapımında ölüp, duvarın temellerine gömülenlerden yoktu farkları. İnsanı nesneleştirmenin iyi bir örneğini sunuyordu AKP-MHP iktidarı.
“Zafer anıtı” diye yüceleştirdikleri bu alan aynı zamanda canlılara telafi edilemez zararlar veren doğa karşıtı zihniyeti yansıtıyor hâlbuki. Yine daha birkaç ay önce ölümlere ve hak gasplarına karşı eyleme geçen emekçilere yapılan vahşice saldırının, onlarcasının zindana atılmasının göstergesidir bu havaalanı. Kendine yandaş şirketlere halkın değerlerin nasıl peşkeş çekildiğinin simgesidir aynı zamanda. Ve tarihe de bu nitelikleri ile geçecektir.