Vicdani ve ahlaki tüm hasletlerin, insanı insan yapan tüm moral değerlerin bir parça geriye doğru çekilip dışarıdan bakabilen insanın burnunun direğini kıracak bir koku saçarak hızla çürüdüğü devasa bir çöplüğe dönüşmüş ülke. İnsanların bu çöplükte yaşama, bu çöplükten yayılan kokuya alışma ve giderek bu çöplükten beslenme kabiliyetleri ise akıllara durgunluk verecek bir hızda yol alıyor. Hak, hakkaniyet, adalet, empati, saygı, hoşgörü bütün değerini hızla kaybederken güç, güçlüye tapınma, gücün etrafında kümelenerek güçten payına düşeni kapmaya çalışmak yegâne yükselen değer. Herkes kurtardığı, kotardığı, fethettiği bir çöplüğün en zirvesine kendi gücünü temsil eden bayrağı dikmenin azılı, şehvetli ter kan gayreti içinde. Özdemir Asaf’ın dediği gibi “bütün renkler hızla kirleniyordu”. Kirlenmek, kire bulaşmak kimsenin umuru değil. Utanma duygusu yitirilmiş. Arsızca saldırıyor gücü yettiğine. Gücünün yettiğinden hayasızca çapulluyor ne geçerse eline. Malını, canını, onurunu, geleceğini, umudunu, neye gücü yetiyorsa onu arsızca hırsızlıyor.
Genç bir şair düşünün, bütün bunların yaşandığı bu toplumda genç bir şair. Yüreği öfkeyle kabarmaz mı? Yürümez mi dizelerinin öfkesi, üstüne üstüne zalimin? Gençliğinin ve şairliğinin tüm öfkesini sürmez mi şiirinin namlusuna? Sözcükleri, mazluma kol kanat germek için koşmaz mı kan ter içinde? Biz şiirden ve şairden hep bunu görmedik mi tarihin tüm zamanlarında ve yeryüzünün tüm kara parçalarında. Umudu, direnişi, inancı, ahlak, erdem ve direnişi onların dizelerinden süzmedik mi? Peki ya şair korkarsa, şiir kokarsa? Peki ya şiirin kendisi kocaman bir yalansa, şairin kendisi ikiyüzlü bir zalimse? Adına ülke denen bu devasa çöplükte dizeler kokmaya; şair, sözcüklerini çöp tepelerine dikilecek bayraklara dönüştürmeye başlamışsa. Şimdi düşünün bu ülkedeki adına üniversite denen bir çöplükte kendine şair diyen bir üniversiteli genç, sadece Kürt etnik kimliğinden ve Alevi inancından dolayı bir başka üniversiteli gencin bedenine ütü basarak, vücuduna bıçakla kesikler atarak, ölümle tehdit ederek, ruhunda ve bedeninde derin yaralar açarak zulmediyorsa o ülkenin bütün şairleri, hatta dilinden bir dize olsun şiir süzmüş olanları isyanla, feveranla ayağa kalkmaz mı? Şiir yazmak için kalem tutan bir el böylesi bir zulmün faili olamaz, biz şiir adına bu kıyıma dur diyoruz demez mi? Bu şair müsveddesinin bu gence zulmederken onun etnik ve dinsel kimliğine yönelttiği aşağılamalar, egemen milliyetçi kibir dili bunların tüylerini diken diken etmez mi? Bizim şiirler yazdığımız Türkçeyi böylesi aşağılık bir zulmün aracı kılamazsın demez mi? Kendine şair diyen bu ırkçı, faşist zihniyetteki birinin şiirlerini yayımlayan yayınevini, böylesi bir adama şiir ödülü veren ödül kurulunu özür dilemeye, ödülü iptal etmeye, yayın evini bu adama dair bastığı tüm kitapları toplatmaya çağırmaz mı? Bu adama ödül veren şairler, bu adamın kitabını basan yayınevi toplumdan özür dilemez mi?
Ne yazık ki bunların hiçbiri olmaz artık adına ülke denen bu çöplükte. Şiir çürümüştür, şairin kalemi kokmuştur. Ataol Behramoğlu gibi gençlik yıllarından itibaren bütün ömrü boyunca sosyalist kimliğiyle zulme karşı direniş şiirleri yazmış, aşktan, ekmekten, haktan, hürriyetten yana tavır almış bir şair, dinci-milliyetçi kamptan birileri ona Ermeni olduğunu söylediğinde nasıl bir cevap vermesi beklenir? “Ben Ermeni değilim fakat Ermeni olmaktan gocunmam. Ermeniler, bu coğrafyanın zulme uğramış mazlum ve onurlu bir halkıdır? Keşke Ermenice de bilseydim de Ermenilerin diliyle de şiirler yazsam, acılarını dile getirsem” demesini beklerdik o en şairane sözcükleriyle. Fakat o da savrulduğu seküler milliyetçi çöplüğün bayraktarlığını yapma yarışında Türk olduğunu ispatlamaya çalışıyor, diğer tüm çöplük bayraktarlarının diliyle. Ne şairlerin ne yazarların ne sanatçıların ne gazetecilerin ne aydınların ne siyasilerin gündemine giremiyor bir gencecik insanın etnik kimliği ve inancından dolayı yaşadığı bu zulüm. Tevhid bayrağı taşıdığı için yumruk atan üniversiteli genç, yumruk atan üniversiteli gence tokat atan diğer genç meselesi dinci ırkçılarla seküler ırkçılar arasında doludizgin bir kim daha Müslüman kim daha Türk, kim Türk-Müslüman, kim Müslüman-Türk akıl fukarası diliyle tartışıladursun Enver Gökçe ne de güzel tarif etmiş yıllar öncesinde has şiirin diliyle meseleyi: “Fakültenin önü bir sıra kavaktı/Biz bir garip yiğit kişiydik/Bütün hürriyetler bizden uzaktı/Faşistler camlara yürüdüler/Kürsüleri kırdılar, höykürdüler/Tığ teber şahı merdan / Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar/Hira Dağı kadar Müslüman. Ve de kanlı bıçaklı düşman.”