İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan ve üç arkadaşından yaklaşık 34 aydır haber alınamıyor. Bu durum Kürt demokratik kamuoyunda temel gündem maddesi olurken, Türkiye demokratik kamuoyunda 28 Ekim 2023 günü Barış Çağrısı bildirisi, 7 Ocak 2024’te Barışa Ses Olalım bildirisi ile gündeme taşınmak isteniyor. Bu bildirilerin çok kıymetli olduğunu ve herkes tarafından sahiplenilmesi gerektiğini belirtmek isterim. Tüm bu anlamlı girişimlere rağmen Türkiye siyasi ve toplumsal muhalefeti bu durumu yeteri kadar gündeme getiremiyor. Peki neden?
Abdullah Öcalan, uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak kaçırma eylemi sonucu 14 Şubat 1999’da Kenya’nın başkenti Naorabi’den kaçırılmış ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmiş, İmralı Ada Hapishanesine tek başına yerleştirilmiştir. Bu hapishanenin olduğu İmralı Adası Askeri Yüksek Güvenlik Bölgesi ilan edilmiştir. Bu hapishanenin yönetimi ilk 10 yıl boyunca Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezine bağlı olarak faaliyetlerini yürütüyordu. Bu hapishane 2009 yılında Adalet Bakanlığına bağlı F Tipi hapishane statüsüne kavuşmuştur. Bu hapishane yasal olarak F Tipi hapishane olmasına rağmen statüsünün ne olduğu belli olmayacak bir şekilde tecrit rejimi ile yönetilmektedir. Tıpkı Güney Afrika’da Nelson Mandela ve arkadaşlarına yapıldığı gibi. İmralı Ada Hapishanesi’ni en son Mehmet Öcalan 3 Mart 2020 tarihinde ziyaret etmiş, 25 Mart 2021 tarihinde yapılan birkaç dakikalık telefon görüşmesinden beri hiçbir şekilde haber alınamamaktadır.
İmralı Ada Hapishanesi’nde yaşanan hukuksuzluklar ve kanunsuzluklar Türkiye’nin mevcut infaz rejiminin bu kadar ağır ve insan hakları hukukundan yoksun bir şekilde kötüleşmesini sağladı. Öyle ki resmi ideolojiden yana siyasal iktidarın kendi toplumsal tabanında gerçekleşen suçlardan özellikle adi çete suç faillerini sürekli olarak örtülü aflarla affederken, Abdullah Öcalan ve arkadaşları yararlanmasın diye infaz kanunu korkunç bir şekilde siyasal mahpusların aleyhine ağırlaştırılıp işin içinden çıkılmaz bir hale getirildi. Bu konuda AİHM’in verdiği kararlar sürekli olarak görmezden gelindi. Öyle ki son günlerde Can Atalay ile ilgili AYM’nin verdiği kararı tanımayan Yargıtay’ın siyasal iktidar tarafından sahiplenilmesi esasında bu durumun sayın Öcalan şahsında kanun dışılığa çıkmış halinin bir başka örneğinden başka bir şey değildir.
Türkiye demokratik kamuoyu amasız, fakatsız, lakinsiz İmralı Ada Hapishanesi’nin kapatılarak infaz rejiminin ve bu rejim ile bağlantılı ceza ve usul yasalarının tümünün gözden geçirilmesini istemek durumundadır. Bir tarafa gözünüzü yumup öbür tarafa laf söylediğiniz zaman inandırıcı olamazsınız. Cumhur İttifakı denen resmi ideoloji ittifakının kanunsuzluklarını durdurmanın yolu İmralı tecridini kaldırmak ve bu tarz her yönü ile kanuna aykırı hapishane modellerinin kapatılmasını istemekten geçtiği kanaatindeyim. İmralı’daki hukuksuzlukların, kanunsuzlukların görülmeyerek meşrulaştırılmasının vardığı nokta Türkiye’nin artık bir kanun devleti olmaktan çıkmış, tamamen iktidarın düşüncesine uygun karar üreten bir yargı yapılanması ve bu eksende oluşmuş kuvvetler birliğinin Türkiye’yi getirdiği belirsizlik rejimidir.
Belirsizlik rejimine karşı mücadele etmenin yolu hak siyaseti izlemektir. Hak siyaseti izlemek için de en fazla kanunsuzluğun yaşandığı İmralı Ada Hapishanesi’nin kapatılmasını istemek ve bunun için mücadele etmek olduğunu belirtmek isterim.