Bize ait olanı geri almak için mücadele ederiz. Ve üstelik kar demeyiz, kış demeyiz bunun için. Bize ait olanı kazanmak için ise içinde birçok ihtimali barındıran bir kavgaya gireriz. Kazanmaksa adı bir savaşın “kaybetme” riskini de taşır yaptığın eylem. Ama sana ait olan için verdiğin mücadelede geri almaktan başka şansın yoktur!
Reyhan Hacıoğlu
Günlerdir şehrin her sokağını dolaşmama rağmen hala en sevdiğim bölgesine gitmiş değilim.
Birkaç yıl önce yolum bu şehre düşmüş ve denk geldiğimiz bir arkadaşımın şehre gelen ailesiyle birlikte gezerken Dört Ayaklı Minare’ye de gitmiştik. Ve aile fotoğraf çekmeye başlamıştı. Onların fotoğraf çekimi bitip bizi çağırdıklarında fark etmiştik. Her birimiz o an orada olmamak için başka yöne doğru gitmişiz meğer.
Dönüp her düşündüğümde biri travma nedir dese herhalde; Dört Ayaklı Minare’nin altına boylu boyunca uzanan Tahir Elçi’nin düştüğü yere basmamaktı travma derdim! Tıpkı Şişli’de Hrant’ın adının yazıldığı kaldırım taşına basmamaya çalışmam gibi.
Uzunca bir süredir bize ait olanın sürgünüyüz! Ve mesafe de değil üstelik bu uzak olma hali dibimizdekine. Duygu olarak, düşünce olarak, kendimize ait olana dokunmama, dokunamama halidir bu sürgün.
Bir akşam bir arkadaşımla bir yerden çıkarken “Aa ne güzel bir bina” dedim. Dönüp “Bu eskiden bizimdi biliyor musun?” dedi. Bir anlık bir suskunluktan sonra; O kadar şey yaşamışız ki bir zamanlar buraların bizim olduğunu düşünemiyorum bile biliyor musun dedim!
Evet, aklım almıyor, bizim olanı hayal etmeye bile. Bu ülke, bu topraklar, bu taş, bu su bizim. Ama öyle bir oynanmış ve öyle travma yaşatmışlar ki bize ait olanı talep eder hale gelmişiz… Duygu olarak bize ait olduğunu çoktan unutmuşuz!
Oysa insan ancak kendisine “ait” olan için mücadele eder! Bu aidiyet kaba bir sahiplenme de değildir üstelik. Ve bu sevgide de öyledir. “Sahip” olduğumuz sevgi bizi köleleştirir, ama “ait” olduğumuz sevgi özgürleştirir. Çünkü o yapbozda biz bir parçayız ve anlamlı bir parçayızdır da üstelik.
Ama bize ait olan çoktan bizim değilmiş gibi bu topraklarda. O kadar uzaklaşmışız ki, düşünce ve pratiğimiz de böylesi bir ruhun yansımasına bürünmüş. Bize ait olanı geri almak için değil bize ait olanı kazanmak için çabalıyoruz.
Bu iki kelime sözde aynı hissi verse de farklı aslında. Bize ait olanı geri almak için mücadele ederiz. Ve üstelik kar demeyiz, kış demeyiz bunun için. Bize ait olanı kazanmak için ise içinde birçok ihtimali barındıran bir kavgaya gireriz. Kazanmaksa adı bir savaşın “kaybetme” riskini de taşır yaptığın eylem. Ama sana ait olan için verdiğin mücadelede geri almaktan başka şansın yoktur!
Ama bir hayli zamandır; kalan ile gitmesi gereken, gerçek ile yalan, doğru ile yanlış olan, samimi ile sahte olan, değer ile “ahlaksız” olan birbirine karışmış gibi. İşin içine yüksek egolarımız, el değmez düşüncelerimiz, eleştiriye gelmez kişiliklerimiz, sorgulanamaz pratiklerimiz de girince haliyle bize ait olan ile kazanmamız gerekenler net bir zeminden gri bir zemine kaymış… Elbette nedenine, niçinine dair sayfalarca yazılır, yazılmıştır da ama niyetim o değil. En azından şu anda.
Ama bize ait! Bize ait, bu bağlar bahçeler, ağaçlar, dağlar ve taşlar…
Birkaç gündür hissettiğim duygu iliklerime kadar bu. Ve bize ait olanı geri almaktan başka şansımız yok! Gezi zamanında şu anda sürgün olmasına yol açan cümlesinde Mehmet Ali Alabora; “Mesele sadece bir ağaç meselesi değil” demişti. Elbette kast ettiği ağacın değersizliği değildi, yaşananların geldiği noktaydı. Ve bence bizler için de öyle. Mesele bir seçimden çok daha fazlası…
İnsanlar kayyum atanır mı atanmaz mı derdine düşmüş, belki haklı belki haksız bir yerden bakıyoruz ama yarım saat için bile olsa evet yarım saat için bile! bize ait olan için mücadele etmeye değer… Çünkü mesele bir belediye meselesi değil! Bize ait olanın bizim olduğunu yeniden hatırlama ve hatırlatmak meselesi tam olarak!
Yaz aylarında Gever’den Amed’e geldiğimde 9 farklı noktada 9 farklı kolluk gücünün aramasından geçerken, sanırım 6’ncı noktada bir kadın yolcu dayanamamış ve tepki göstermişti gelen ekibe.
Tabii ne mümkün! Apar topar indirilmiş, yetmemiş o arada kadın bir asker de gelip “Nerde onun eşyası” diyerek çekiştire çekiştire eşyasını almıştı genç kadının. Genç kadın kontrol noktasındaki barakaya alınırken, bizler de olası böyle bir tepki vermeyelim diye bir buçuk saat bekletilmiştik.
İşte o ara insanlar kendi aralarında konuşurken, kadının tepki göstermesine tepki göstermişti. “Ne gerek vardı, saatlerdir bekliyoruz iyi mi oldu şimdi” diye… Garip olan öncesi 6 noktada aranması, her aranmada hort, zort muamelesine maruz kalması ve her giren ekibin “Burada biz varız” demesi değil de o genç kadının “Yeter artık” demesi olmuştu! Ne korkunç değil mi. Bu mu tepki göstermemiz gereken deyince de kısa bir sessizlik sonrası yeniden devam edilmişti. İşte uzunca bir süredir böylesi bir duygu değişimi yaşıyoruz her alanda ve her konuda.
Geçen çokça dolaşımda olan bir videoda, kaynamak için suya konulan bir yengecin ekmek yediği görüntü ne çok düşündürmüştü! Ölmek üzere olan bir canlının hala yaşayacağını düşünüp yemek yemesi!
Bize ait olan için kavga etmemiz gerekir. Kimse bu zaten senindi demez, demedi de. Öyle olsaydı kimse gelip senin olanı almazdı da. Ama aldı işte!
“Ben senin yılgın bir hoşgörüyle beni benimsemene mi kaldım?” diyor ya film repliği. Tam olarak o. Biz buranın misafiri, biz buranın geçicisi, kiracısı değiliz; kimsenin hoşgörüsü ya da minnetine de kalmadık. Ya da bizi benimsemesine.
Biz buranın ait olanıyız… Bu yapbozda biz anlamlı olanız, diğer bütün her şey ise fazla olan! O yüzden “bir süre” bile olacaksa “birlik” olmalıyız, o yüzden bir süre yorulacaksak yorulmalıyız, o yüzden bir süre kendimizden feragat edeceksek etmeliyiz, o yüzden bir süre kafa yoracaksak yormalıyız, o yüzden bir süre her şeyi erteleyeceksek ertelemeliyiz çünkü mesele sadece bir seçim meselesi değil!
Çünkü söz verdiklerimiz var, çünkü dostun bile yer yer varlığımızı devlet üzerinden tanımlaya başladığı ve eleştiri adı altında incitmeye başladığı noktada kendi değerlerimizi hatırlama ve hatırlatmak zamanı…
Yazı bir sitem gibi gelebilir ki birçok noktada öyle de ama bana ait olanın, kendimi ait hissettiğimin bana hissettirdiği duygu da bana kalsın! Çünkü benim ülkem güzel ve benim güzel ülkemde güzel insanlar da var her şeye rağmen ve her şeye inat mücadele eden!