İmralı’da uygulanan bu insanlık dışı sistemin topluma yönelmesinden önce büyük bir ‘denemeden’ geçtiği pilot bölge, bütün cezaevleri oluyor elbette. Her gün kamuoyuna yansıyan bir çığlık, bir isyan var. Hasta tutsaklar ölümle burun buruna, fiili idama hapsedilmiş halde cezaevlerinde tutuluyor
Salihe Aydeniz
Cezaevlerinde rehin tutulan siyasi tutsakların İmralı’dan başlayarak yaşamın her alanına yayılan tecride karşı başlattıkları açlık grevi bir ayını doldurdu.
İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’dan 33 aydır haber alınamıyor. Yine İmralı’da tutsak olan Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’ın aileleri ve avukatları da görüş taleplerine beklenen karşılığı alamıyor. Sunulan bahane ise dosyaların avukatlarla dahi paylaşılmadığı disiplin cezaları.
Aileler, 4 Aralık tarihinde Gemlik’te gerçekleşen depremden sonra sevdiklerine, ailelerine dair bilgi alamadı. İmralı’da bir hasar oluşup oluşmadığına, tutsakların ve Sayın Öcalan’ın depremden kaynaklı ya da genel bir sağlık problemi yaşayıp yaşamadığına dair bir bilgi yok.
Bu mutlak tecridin yarattığı sessizlik toplumun kulağının dibinde bir çığlığa, buhrana dönüşüyor aslında. İmralı’da uygulanan bu insanlık dışı sistemin topluma yönelmesinden önce büyük bir “denemeden” geçtiği pilot bölge, bütün cezaevleri oluyor elbette. Her gün kamuoyuna yansıyan bir çığlık, bir isyan var. Hasta tutsaklar ölümle burun buruna, fiili idama hapsedilmiş halde cezaevlerinde tutuluyor. ATK, bu çürümüş düzenin, maşası haline gelmiş durumda. Cezaevlerinde ölümlerin önünü bile isteye açan kararları vermekte beis görmeyen bu kurum, faşizmin tecridi derinleştiren onlarca aparatından biridir artık.
Geçtiğimiz hafta, F Tipi cezaevi uygulamasına karşı başlatılan ölüm orucu yürüten tutsaklara yönelik katliamın, yani “Hayata Dönüş Operasyonu”nun 23. yıldönümüydü. O gün bu insanlık dışı muameleye verilen cevap, bu coğrafyanın utanç karnesine yazılan onlarca katliamdan biri oldu. Ve F Tipi cezaevlerinin kapatılması bir yana, bugün S Tipi örneği ile tecrit ve izolasyon daha da ilerletiliyor.
Peki nedir bu adını hep duyduğumuz S Tipi?
F Tipi Kapalı Hapishanelere benzer şekilde inşa edilen bu cezaevleri 3 kişilik ve tek kişilik odalardan oluşuyor. Buralarda 3 kişiye düşen alan 20 m2 ebadında. Masa ve sandalyelerin bulduğu oturma alanının üst kısmında 3 katlı ranzanın bulunduğu yatak kısmı var. Koğuşta kişi sayısı olarak 3+1 şekilde olması sebebi ile bir kişi yatağını yere sermek zorunda. Havalandırma ve iç mekanda iki kamera bulunuyor. Havalandırmadaki kamera özel alanları ve hatta lavaboyu görüyor.
İşte hukuk devleti iddiasındaki Türkiye’de insanlar bu faşizmle yüz yüze. Bu insanların ne hastalıkları, ne “cezalarının” tamamını doldurmuş olmaları fark etmiyor devlet için. Bir “gizli tanık” yetiyor. “Kürt anasını görmesin” diyorlar hâlâ, bu izolasyon yavaş yavaş daha da daraltıyor cezaevlerindeki tutsakların yaşam alanlarını.
İHD’nin cezaevlerine dair son raporlarından “S Tipleri Raporu” hak ihlallerine dair bir listeyle tecridin boyutunu gözler önüne seriyor. En çarpıcı olanlardan bazılarını paylaşmak istiyorum:
- Hasta tutsaklar ve engelli tutsakların da bir kısmı tekli odalarda tutulmaya devam ediliyor.
- Tutsaklar, çamaşırlarını bulundukları odalarda yıkamak ve kurutmak zorunda. Tek bir oda içinde banyo, tuvalet ve yaşam alanı iç içe.
- Tutsaklar spora çıkarıldıkları gün havalandırma haklarından yararlanamıyorlar.
- Devlet, kendi kanalı olan Meclis TV’yi bu cezaevlerinde izletmiyor.
- Sohbet imkanının “örgüt içi haberleşmeye hizmet edeceği” düşünülüyor.
- Çoğu hapishanede mahpuslar fotoğraf çektirmek istediklerinde tek kişi olarak fotoğraf çekilmeye zorlanıyor, çok az yerde aynı fotoğraf karesinde maksimum 3 kişi olmalarına izin veriliyor.
Devlet, sesimizi ve politikamızı cezaevlerine sokmamak adına kendi sesini, kendi kanalını bile sansürlemeyi göze alıyor. Bu da söz konusu tecridin yarattığı sıkışmanın sebebinin çözümsüzlük politikaları olduğunun en büyük göstergesi. İktidar ve yandaşları, çözüm adına cezaevlerindeki yurttaşlara propaganda yapamayacak halde, çünkü dile getirdikleri hiçbir şey hakikatin yakınından bile geçemiyor.
Bu koşulların sonuçları maalesef henüz idrakine varılamasa da tüm toplum için acı oluyor. 2023 biterken kaydedilene göre en az 4 bin 904 hak ihlali yaşanıyor cezaevlerinde, 34 tutuklu yaşamını yitiriyor ve 245 ismin tahliyesi erteleniyor. İHD verilerine göre cezaevlerinde 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutuklu bulunuyor. Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) verdiği “cezaevinde kalabilir” raporları birçok cana mal oluyor. Bazı tutsaklar cezaevlerinde hayatını kaybederken, bazı tutsaklar ise ölüm döşeğinde tahliye edildikten kısa bir süre sonra hayatını kaybediyor. Bugün hala hasta tutsaklar için, tecridin kalkması için büyük bir mücadele veriliyor.
Kadınlar için cezaevindeki tecridin bambaşka bir boyutu mevcut elbette. Gözaltında veya cezaevinde devlet kaynaklı cinsel şiddete maruz kalan 32 kadın, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Ofisi’ne başvurarak, yardım talep etti bu sene. Ofisin 2023 yılı raporunda işkence türleri, sinkaflı küfür, darp, cinsel taciz, çıplak arama, çıplak şekilde otur-kalk, uzun saatler araçta veya odada bekletme, su ve yemek vermeme, tuvalete çıkarmama, kelepçeli muayene, doktor odasında polisin çıkarılmaması, bebeğe bez ve mama vermeme, temiz su ile hijyen ürünlerine erişmeme olarak sıralandı. Bugün, 0-6 yaş arası 552 çocuğun anneleriyle birlikte cezaevinde olduğu biliniyor.
Faşizm kurumsallaştıkça gelinen bu noktada insan hakları ihlalleri ciddi anlamda tahayyül sınırını aşmakta. Cezaevlerinde bunların yaşatılıyor olmasının duvarların dışındaki yaşama bir katkısının olmadığı yanılgısı ise toplumun çevresine örülen görünmez duvarların gittikçe insanların üzerine kapanmasına, yaşam alanının daralmasına sebep oluyor. Bu yazı dizisinde tek tek ele almaya çalıştığımız, “tecridin sac ayağı” dediğimiz her bir durum bir başka durumu tetikleyerek nefesimize birer cam parçası olarak batıyor. Bugün dört duvar arasında yaşanan hak ihlali sokak ortasında bir baskı aracına dönüşüyor. Bugün cezaevindeki çıplak arama “yetkisi” ile kolluğa verilen bu “güç”, kolluğun dışarıda kadına yönelik tacizinin de zeminini hazırlıyor. “Güvenlik güçleri” mantığının bir yere varması adına yetkilerin halkın salahiyeti için kullanılması gerekiyor, ancak kurumsallaşan faşizmin “saldım çayıra” mantığı ile bu yapılar güvensizlik yaymaktan başka bir işe yaramıyor.
Toplumsal yaşamın baskıdan, zulümden azade yaşanabilmesinin tek yolu Türkiye ve Kürdistan’da bir ortak yaşam bilinci ve umududur. Bunun yolu da defalarca söylediğimiz ve söylemeye devam edeceğimiz üzere İmralı’dan, Sayın Abdullah Öcalan ile müzakereden geçiyor. Sayın Öcalan’dan haber alınamayan 1000 gün, aynı zamanda birlikte yaşamdan 1000 fersah uzaklaşmak demek.
Sayın Tuncer Bakırhan’ın bahsettiği tam da budur konuşmasında. Trabzon ve Amed beraber özgürleşir, beraber huzuru bulur. Bu yüzden herkesin sorumluluğudur cezaevlerinden evlere, yaşamın her alanında nefret siyasetinin karşısında durup tecridin kırılmasına ses vermek. Umut bizim sesimizde, ortak yaşam bizim sesimizde. Sessiz çığlığı ortak yaşam naralarıyla yaşama çevirmek bizim elimizde.