Sayın Abdullah Öcalan yaklaşık 25 yıldır İmralı ada hapishanesinde tutulmaktadır. 25 yıldır Öcalan ile görüşme devletin gözetiminde ve izin verdiği zamanlarda olmuştur. Yani 25 yıldır sayın Öcalan’ın gerek aile görüşmeleri gerekse avukat görüşmeleri hukuka aykırı ve keyfi şekilde ya engellenmiş ya da denetim altına alınmıştır. Devlet çoğu zaman Öcalan’ın aile ve avukat görüşme taleplerine ya ‘koster bozuk’ ya da ‘hava muhalefeti’ gibi soyut ve keyfi gerekçelerle izin vermedi.
Sayın Öcalan ile 2011-2019 yılları arasında avukat görüşü hiç gerçekleştirilmedi. Son dönemlerde de hukuken sebebi bilinmeyen ama siyaseten bilinen gerekçelerle 3’er aylık dönemlerle ‘avukat görüşü yasağı’ şeklinde disiplin cezaları veriliyor. Son 8 yılda 12 sefer avukat görüş yasağı disiplin cezaları verildi. En son 2023 yılında Ocak, Nisan ve Kasım aylarında 3’er aylık disiplin cezaları verildi. Ağustos 2019’dan bu yana avukat görüşü engelleniyor. Yaklaşık 3 yıl 10 aydır ailesiyle görüştürülmüyor. Bu kadar sistematik arz eden bir durum tartışmasız işkencedir. Sayın Öcalan’a uygulanan işkence ve kötü muamele CPT’nin de raporunda belirtildiği gibi ‘mutlak iletişimsizlik’ halini almıştır. Ve Öcalan’dan 2 yıl 9 ay 2 gündür hiç haber alınamıyor ve mutlak iletişimsizlik hali sürüyor. Öcalan’a uygulanan tecrit Nelson Mandela’ya ve Antonio Gramsici’ye uygulanan tecridin koşullarını kat be kat aşmış durumda.
Cezaevlerindeki hukuksuzluklar ve Öcalan’a yönelik uygulanan mutlak iletişimsizlik hali sürekli olarak Kürt halkının, hukukun üstünlüğüne inanan hukukçuların ve demokratik siyaset yapan siyasi geleneklerin gündeminde.
Kabul edilsin veya edilmesin Kürtler Sayın Öcalan’ı çözüm iradesi ve barışın güvencesi olarak görüyor. Kürtler Öcalan’a yönelik tutum, barışa ve Kürtlerin meşru hak taleplerinin çözümüne ilişkin tutum olarak okuyorlar. Kürtler, barışa ve meşru hak taleplerinin diyalog ile demokratik yollarla çözümü ve kendi liderlerine yönelik insanlık dışı muameleye karşı itiraz etmekte ve bunun için ‘mutlak iletişimsizliği’ sürekli gündemlerinde tutmaktadırlar.
Peki 1000 yıldır Kürtlerle birlikte yaşayan Türkler ya da Türkiyeli halklar Kürt kardeşlerine yönelik bu yaklaşıma bir şey demeyecekler mi? Kürtlerin meşru hak taleplerin karşılanması için hak taleplerini güvenlik politikaları yerine diyalog ile demokratik yollarla çözümü için ses çıkarmayacaklar mı? Bu yolları tıkayan tecride itiraz etmeyecekler mi? Büyük çoğunluğu Müslüman olan toplumda Müslüman cemaatleri, Müslüman otoriteleri, Müslüman bireyleri bir şey söylemeyecekler mi?
Semavi dinlerin toplumsal yaşam için ilk referansı eşit yaşam ve ayırımcılık yasağıdır. Haksızlık kimden gelirse gelsin haksızlığa itiraz etmek semavi dinlerin zulme karşı, mazlumun yanında tutum almayı emreder. Zalimin kimliği sorulamayacağı gibi mazlumun da kimliği sorulmaz. Bir hak ihlali varsa, ihlal eden zalim, hakkı da ihlal edilen mazlumdur. Sayın Öcalan şahsında Öcalan’ın bireysel hakkı, Kürtlerin de toplumsal hakları ihlal edilmektedir. Kürtleri sevmeyebilirsiniz ancak İslam ‘sizin bir topluma karşı olan öfkeniz sizi adaletten ayırmasın’ der. Bu öğretinin gereği her koşulda ve en önce Müslüman cemaatleri sayın Öcalan’ın ve haksızlığa maruz kalan herkesin hakkını korumalıdırlar. Lakin ‘haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan’dır hükmünde de anlaşıldığı gibi Müslüman görmezden gelme hakkına sahip değildir.
Bugün Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülmesi ve Öcalan’ın rolünü oynayabilmesi için Kürt anneleri adalet nöbetlerinde, politik tutsaklar açlık grevlerinde üstüne düşeni yapıyorlar. Ancak bu yetmiyor maalesef. Kürt annelerine ve politik tutsaklara Türkiyeli anneler, inanç cemaatleri ve Türkiye toplumu da destek vermelidir.
Tecrit ya da yeni uygulamalarıyla mutlak iletişimsizlik hali hukuka, hukukun üstünlüğüne inanan hukukçuların da gündemindedir. Çünkü bir yerde hukuksuzluk varsa o hukuksuzluğun mutlaka toplumun geneline yayılacağını biliyorlar. Üstelik her birey sadece birey olduğu için insan haklarına sahiptir. Sayın Öcalan da bir birey olarak ulusal ve uluslararası mevzuatın tanıdığı tüm temel haklara sahiptir.
Peki Öcalan’a uygulanan mutlak iletişimsizlik haline Türkiye’deki hukukçular ne diyorlar? Maalesef hukukun ve hukukçuların Türkiye’deki temsilcileri mutlak iletişimsizlik halini ya görmemezlikten geliyorlar ya da devlet aklının, iktidarın tutumunu onaylıyorlar. Hukukçunun temel rolü hukuksuzluğun kime yapıldığına bakılmaksızın hukuku korumak ve yapılacak hukuksuzluklara itiraz etmektir. Anayasa 10. Maddesi esas olarak dil, renk, siyasi düşünce gibi nedenlerle herkesin eşit olduğunu kabul eder ve ayrımcılığı yasaklar. Ayırımcılık ve eşitsizlik her ne gerekçe ile olursa olsun, gayrı meşrudur. Herkesin ama herkesin ayrımcılığa karşı korunmasını sağlamak başta hukukçuların olmak üzere bütün toplumun görevidir. Çünkü ayırımcılık, hukuksuzluk, adaletsizlik durumu daha iyiye değil, daha kötüye gitmesine neden olacaktır.
Aksi durumda hukuksuzluk bir ‘ur’ gibi bütün toplumu çürütecektir. Bugün ülkede mahkeme kararlarının uygulanmaması ve paşa gönül kriterlerinin uygulandığı gibi. Bu nedenle başta Türkiye Barolar Birliği’nin, baroların, hukuk örgütlerinin ve hukuk insanlarının İmralı ada hapishanesinde uygulanan hukuksuzluğa karşı itiraz etmeli ve seslerini yükseltmelidirler. Ancak bu durumda hukukçu kimliklerinin gereğini yerine getirirler ve devlet erkine karşı bireylerin haklarını güvenceye almalarını sağlayabilirler.
Siyaset kurumu toplumsal sorunlara çözüm bulma kurumudur. Toplumsal sorunlar görmemezlikten gelinerek sorunların yok olamayacağı açıktır. Türkiye’de 100 yıllık pratikte Kürtler görmemezlikten gelindi, yok sayıldı, inkar edildi, asimile edilmeye çalışıldı, çalışılıyor ancak Kürtler yok olmadı. Öyleyse Kürtleri görmemezlikten gelmekten vazgeçilerek meşru talepleri topluma açık şeffaf şekilde tartışma ve Meclis’te çözüme kavuşturma görevi ve sorumluluğu siyaset kurumunundur.
Hiç kimse kafasını kuma gömmesin, gerçeklerden kaçmasın. Kürtlerin meşru taleplerinin karşılanması, diyalog ve demokratik yöntemlerle çözmede en etkili özne sayın Öcalan’dır. Son 40 yıllık pratikte de bu durum çokça sefer teyit edildi. En somut örneği de sevabıyla günahıyla çözüm süreci pratiğidir. Çözüm sürecinde de görüldüğü üzere Öcalan rolünü oynadığında toplumdaki kutuplaşma yerini empatiye ve diyaloga bırakıyor. Ama Öcalan ile iletişim koparılınca toplumda kutuplaşma, kan, gözyaşı ve nefret dili devreye giriyor. 7 Ağustos 2019’da avukatlarıyla yapmış olduğu son görüşmesinde Öcalan, “Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” demişti. Peki Türkiye siyaseti ve muhalefeti bu sorunu çözmeye hazır mı? yoksa yine ülkenin demokrasi meselesi ve Kürt meselesinin demokratik çözümünün yükünü sadece HDP ve Kürt siyasi geleneğinin omuzlarına mı bırakacak?
Tecrit iradesi; siyasi ve hukuki çözümleri ortadan kaldırma iradesidir. Öyleyse; siyasi ve hukuki çözümlerin önünü açıp toplumsal barışı inşa etmek için ülkenin hukukçuları, inanç kesimleri, sivil toplum örgütleri ve ülkenin siyasi partileri olarak hep birlikte, Sayın Öcalan’a ve Kürtlere, Türkiye toplumuna uygulanan bu haksızlığa ses yükseltelim.