Tarım ve Orman Bakanı Yumaklı, ilk toplantısı yapılan ‘Ulusal Su Kurulu’nda sektörel su tahsisleri konularının değerlendirileceğini vurguladı. Erdoğan’ın su tahsislerinde tek karar verici olması ise dikkat çekici
Yusuf Gürsucu
Kendisini yasalarla suyun tek patronu yapan Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, aldığı kararla kurulan Ulusal Su Kurulu ilk toplantısı, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın katılımıyla Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde yapıldı. Yumaklı, “2030 yılına geldiğimizde nüfusumuzun yüzde 10 artacağını, su kaynaklarımızın da yüzde 20 azalacağını öngörüyoruz. Su kullanımlarımız bu şekilde gider ve iklim değişikliği etkileri de artarak devam ederse, 6 yıl sonra toplam nüfusumuzun yüzde 49’u, sulanan tarım alanlarının ise yüzde 78’i su yetersizliği riski ile karşı karşıya kalacak. Bu durumla yüzleşmemek için risk krize dönüşmeden yönetmemiz gerekiyor” dedi.
‘Su tahsisleri ele alınacak’
Yumaklı, su yönetiminde karar alma mekanizmalarının üst düzey kurullar tarafından yürütüldüğüü belirterek, “Ulusal Su Kurulu ile su arzına ilişkin kısa ve uzun vadeli plan, politika ve stratejileri oluşturacak. Havza ölçekli yönetim planlarının uygulanması ile su yatırımlarında kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasına yönelik kararlar alınacak. Su tahsisinde arz ve talep dengesi ile ‘sektörel su tahsisleri’ konuları da değerlendirilecek. Ulusal su planı, havza ölçekli yönetim planları, su verimliliği planları ile içme ve kullanma suyu güvenliği planlarını onaylamak gibi yetkilere sahip bir kurul olarak oluşturulmuştur” diye belirtti. Yumaklı ayrıca, sınır aşan sular konusunda alt kurulların kurulması önerileri gibi konuların gündemlerinde yer aldığını söyledi.
Tahsis karar vericisi Erdoğan
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluşturduğu kurul, su tahsislerinde tek karar verici kendisinin olması nedeniyle dikkat çekici. Geçtiğimiz yıl Haziran ayında meclisten geçip Resmi Gazete’de yayınlanan ‘Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da su tahsislerinde tek belirleyici kişinin Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan olması dikkat çekmişti. Kanunda, “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce inşa edilen baraj, gölet ve diğer depolama tesislerinin ‘maksat’ oranları Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek, değiştirilebilecek veya kaldırılabilecek” maddesi yer aldı.
Tahsis sıralaması anlamsızlaştı
DSİ tarafından ‘Su Tahsisleri Hakkında Yönetmelikte’ suyun kullanımında öncelik sıralamasının yer aldığı Madde7-(1)’de, “Suyun miktarı, kalitesi, havzanın özelliği, zorunlu ihtiyaçlar ve şartlar başka türlü bir çözüm yolu gerektirmedikçe, su kaynaklarının kullanım amaçlarında aşağıdaki öncelik sırası uygulanır: a) İçme ve kullanma suyu ihtiyacı. b) Çevresel su ihtiyacı. c) Tarımsal sulama ve su ürünleri yetiştiriciliği. ç) Enerji üretimi ve sınai su ihtiyaçları. d) Ticari, turizm, rekreasyon, madencilik, taşıma, ulaşım ile sair su ihtiyaçları” sıralanmış. Ayrıca bu yönetmelikte, açık biçimde ‘maksat’ oranları öncelik sırasında yer alan ihtiyaçlara göre belirlenir ibaresi, su üzerinde tek karar vericinin oluşturulmasıyla bu maksatların hiçbir anlamı kalmadı.
Kurul sermaye çıkarları için
AB’de 2000 yılında kabul edilmiş ve 2006 yılında yürürlüğe girmiş olan AB Su Çerçeve Direktifi’nde suyun sürdürülebilir biçimde korunması yaklaşımında öne çıkan şey, suyun doğal varlığını tüm ekosistem için değil, kapitalizmin ihtiyaçlarını yani aşırı tüketim ve aşırı üretim politikalarına devam edebilmenin kaygısı içinde ele alındığını görebiliyoruz. AB Su Çerçeve Direktifi’nin en önemli yaklaşımı “kirleten öder” ile “kullanan öder” yaklaşımıdır. Bu kurulun temel hedefi, yakın gelecekte yaşanması muhtemel su kıtlığı gibi sorunlara karşı suyun kontrol altına alınarak ve tamamen metalaştırılıp ticari değeri yükseltilerek, kapitalizmin hem birikim hem de üretim süreçlerinde sermayenin en önemli “yaşamsal” kaynağı olarak görülüyor olması. Diğer yandan su koruma yasasının 16-20 maddelerinin yürürlükten kaldırılmasıyla göller, dereler, nehirler ve barajlar kirlenmeye karşı yasalar nezdinde korumasız bırakıldı.
Sular hem silah hem de ihraç malı
Bakan’ın ‘sınır aşan sular’ konusunda da çalışacağına işaret ederken hedef Ortadoğu’nun en önemli su kaynaklarından olan Fırat ve Dicle nehirleri olacak. Türkiye’nin akarsu potansiyelinin yaklaşık yüzde 30’una sahip olan havzanın su varlığına bölgede bir silah işlevi yüklenerek Irak ve Suriye halklarının suyla terbiye edilmesi hedefleniyor. Yakın geçmişte Suriye’nin PKK’ye tavır alması Fırat nehrinin su akış miktarı ile oynanarak sağlanmak istenmişti. Su, Suriye’ye karşı Türkiye tarafından tehdit olarak kullanılmış ve yapılan protokollerle PKK karşıtlığı üzerinden anlaşma yapılıp Suriye’ye Fırat nehrinden saatte 500 M3 su bırakılmıştı. Diğer yandan özelde Rojava bölgesine yönelik sık sık suyun bir baskı aracı olarak kullanıldığı izlenmekte.
Sular ihracat kalemi oldu
Turgut Özal’ın 1986 yılında ortaya attığı barış suyu projesi suyun ticarileşmesi adımlarının en önemlilerinden biriydi. Türkiye’den doğan İran ve Irak topraklarından beslenen Dicle nehri ile Türkiye’den doğan Fırat nehri sularını boru hatlarıyla, bir kol S.Arabistan’a diğer bir kol ile Dubai’ye kadar götürmeyi planlamışlardı. Bu proje, suyun boru içine alınmasıyla nehirlerin, Türkiye ve özellikle Kürt halkının yaşadığı bölgelerde seviyelerinin düşmesine neden olacak bir projeydi. Aynı zamanda ve özellikle Mezopotamya’da susuzluğun baş göstermesine yol açacak doğa düşmanı bir projeydi ve sermaye sınıfları bu projelerden bugünde asla vazgeçmediler. Bölge halklarını boyunduruk altına almak amacıyla öncelikle su kaynaklarına sahip olmaya çalışmak emperyalizmin ve işbirlikçilerinin öncelikli hedefidir.