İmralı tecridi panelinde konuşan gazeteci-yazar Hüseyin Aykol, ‘Tecrit sadece Kürtlerin ve sol grupların değil, Türkler için de en birinci gündem maddesi olmalıdır. Öcalan, insanca ve kardeşçe yaşanabilecek bir sistemi ortaya koydu. Tam bir barış insanı’ dedi
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Şubesi ile İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, “İmralı tecridi ve toplumsal barış” konulu panel düzenledi. Elektrik Mühendisleri Odası’nda gerçekleşen panelin moderatörlüğünü İHD Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Nuray Çevirmen yaptı. Üç bölümden oluşan panelde, avukat Raziye Öztürk, “İmralı’nın inşası ve tecridin hukuki boyutu” başlığıyla değerlendirmelerde bulunurken, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Cengiz Çiçek, “Ortadoğu’daki kriz ve barış hakkı kapsamında İmralı tecridi”, gazeteci-yazar Hüseyin Aykol ise “İmralı tecridinin tarihsel sonuçları” konularına dair konuştu.
Birçok sivil toplum kuruluşu ve parti temsilcisinin yanı sıra çok sayıda yurttaşın katıldığı panelin açılış konuşmasını ÖHD üyesi Arzu Kurt yaptı.
Panelde ilk olarak konuşan avukat Raziye Öztürk, günümüzde yaşananların anlaşılması için tarihsel arka planına bakmak gerektiğini belirterek, “Geçmişte yaşananlara bakmazsak İmralı Sistemi’ni anlayamayız. Lozan ile Kürtler inkar ve imha sürecine alındı. Kürtlerin tasfiyesi amaçlandı. 1938’lere kadar sürdürülen bu inkar ve imha politikası daha sonra asimilasyon politikalarına dönüştürüldü” dedi. Her düşünce ve kimliğin maruz bırakıldığı bu politikaların Kürtleri de etkilediğini vurgulayan Öztürk, “Sayın Öcalan çözüm için tarih sahnesinde yerini aldı. Kürtlerin anayasal düzeyde haklarını elde etmesi için her imkanı aramış ve siyasi diplomatik yollardan meseleyi çözmek için her yolu denemiştir. Ancak buna karşı komployla karşılaşmıştır. Bu komploların hiçbiri sadece bir grup ve devlet tarafından gerçekleştirilmedi. Bunların uluslararası boyutu oldu” diye belirtti.
Uluslararası komplo
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkmak zorunda kaldığı süreçte Avrupa’ya giderek uluslararası diplomatik görüşmelerle Kürt sorununun demokratik çözümü için mücadele ettiğini hatırlatan Öztürk, şöyle dedi: “Bu süreçte Öcalan ambargoya maruz bırakıldı ve hava yollarının tümü kapatıldı. İltica taleplerine cevap verilmedi ya da reddedildi. Öcalan’ın Kurdistan’a gitmesi de engellendi. Son tahlilde de Avrupa, Öcalan’a bu hakkı tanımayarak Avrupa dışında üçüncü bir ülkeye sürükleyerek, Türkiye’ye kaçırılmasının önünü açtı. Sayın Öcalan, Türkiye’nin bu komplodaki parçasını ‘gardiyanlık’ olarak ele aldı. Bunun uluslararası bir komplo olduğunu en iyi dönemin başbakanının şu sözü açıklamıştır: ‘Neden bize teslim ettiler anlamadık.’ Aynı zamanda Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Kürtler üzerindeki planlarıyla ilgiliydi. Ancak Sayın Öcalan pratiğiyle komployu defalarca boşa düşürdü.”
33 aydır haber yok
İmralı Cezaevi’nde yaşanan ihlallere değinen Öztürk, İmralı tecridinin 2011 yılından itibaren farklı bir boyut kazandığını söyledi. Öztürk, “Sayın Öcalan’ın avukatlarından 36’sı tutuklandı. 2011 yılından bu yana, sadece 2019 yılına sıkıştırılmış 5 avukat görüşü gerçekleşebildi. Bunun sonrasında 5 defaya mahsus bir görüşme gerçekleşti. 25 yıllık süreç boyunca sadece 2 kez ailesiyle telefonla görüşebildi. Son telefon görüşmesi de 25 Mart 2021 tarihinde gerçekleşti. O da yaşamının yitirdiğine dair sosyal medyada çıkan haberler sonrası gerçekleştirildi. Şu an ise 33 aydır Sayın Öcalan’dan hiç bir şekilde haber alamıyoruz” ifadelerini kullandı.
Hukuki değil
İmralı Cezaevi’nde ortaya konulan hukuksuzlukların ve tecridin tüm topluma yayıldığını dile getiren Öztürk, “Sayın Öcalan’ın politik kimliği etrafında bu tecrit örüldü. İmralı Ada Hapishanesi’nden cesaret alarak F tipleri inşa edildi. Bu hapishaneler sosyal yaşamdan uzak ve izolasyonu esas aldı. Şimdi ise S tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevleri ile başka bir boyut kazandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2014 yılında bu sistemin insan haklarına aykırı olduğunu belirterek, Türkiye’nin yeni bir yasal düzenlemeyle umut hakkının korunmasına dönük bir çalışma yapması gerektiğini belirtti. Binlerce tutsak dışarıya çıkacağına dair herhangi bir umudu olmadan yaşamaya çalışıyor. AİHM 2005 yılında ise Öcalan için yeniden yargılama olması gerektiğini vurguladı ancak şekli bir yargılama yapıldı. Bu karar uygulanmadı ve AİHM ise bu duruma hiçbir ses çıkarmadı. Bunun yansımalarını daha sonra Demirtaş ve Kavala dosyalarında gördük. Artık AİHM kararları uygulanamaz hale geldi. Kürt sorunu ülkenin her yönüyle toplumsal refahını ve huzurunu etkilerken, bunun çözüm gücü olan Sayın Öcalan’a uygulanan gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukuki muameleyi görmezden gelmek, gerçekten de mevcut tecritte pay sahibi olmak anlamına geliyor. AİHM VE CPT, İmralı’daki durumu işkence olarak tanımlıyorken, kendini demokrat olarak adlandıran kesimler bu konuyu konuşmaktan ve gündeme getirmekten imtina ediyor. Bu mesele sadece hukuki olarak değil siyasi mücadele ile çözülebilir.
CPT tavsiyelerine rağmen bunu uygulamayan Türkiye’ye karşı hala pasif davranmak hukuki mücadelenin yeterli olmadığını göstermektedir. Siyasi çözüm olmalıdır çünkü Sayın Öcalan’ın politik bir kimliği ve oluşturduğu bir paradigma var. Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği Türkiye, Kurdistan ve Orta Doğu’da tüm sorunlara çözüm olacak kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik paradigmadan çekiniyorlar. Şuan haber alamamamızın nedeni bu paradigmadır. İmralı sistemi lağvedilmediği, Sayın Öcalan’ın hukuki pozisyonu değişmediği sürece kalıcı bir çözüm oluşturulamaz” diye belirtti.
Ardından gazeteci-yazar Hüseyin Aykol, “İmralı tecridinin tarihsel sonuçları” üzerine değerlendirmelerde bulundu. Aykol, “Son 33 yıl liderlerini yakından tanıyarak, onlarla gazetecilik faaliyeti yürüterek Kürt sorununu daha yakından takip ettim. Son 40 yılda Kürt halkı kendini buldu, anadilini yazılı hale getirdi, gazetelerini çıkardı, televizyonlarını kurdu. Öcalan ile röportaj yapmaya gittiğimde gördüm ki şakır şakır Kürtçe, Farsça, Arapça konuşuyor. Türkçe ile beraber 4 dil biliyordu. Dünyadaki gelişmeleri ayrıntılarıyla çok iyi bilen bir lider. Karşımda bir lider ve ülkesini çok seven biri vardı” ifadelerini kullandı.
‘Tam bir barış insanı’
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın her fırsatta barışın yolunu aradığını ve işlettiğine dikkat çeken Aykol, şöyle devam etti: “Nitekim özgürlük hareketi işe başladığında marksist bir hareket olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunuyordu ancak son gelişmeler nedeniyle Sayın Öcalan bir ulus devletin milyonlarca insanın ölmesine değmeyeceğini ve insanca, kardeşçe yaşanabilecek bir sistemi ortaya koydu. Tam bir barış insanı. Savaşmak diye bir dertleri yok. İlk ateşkes kararı Şam’da karşılıksız denendi, barış grupları defalarca gönderildi ve demokratik yollardan çözmek için her defasında adım atıldı. Demokratik yollarla sorunun masada çözüleceğini söyleyen Sayın Öcalan nitekim çözüm sürecini de başlatandı. Onun bütün derdi kendisi olmadı, yıllarca bu tecrit koşullarında yaşayarak esas hedefi barış oldu. Alınan her uçak ve silahla rant elde ediliyor ve demokratik sistemin önü kesiliyor. Savaşla toplumun nasıl çürümeye götürüldüğünü görüyoruz. İmralı Adası savaşın ya da barışın tercihidir. Bu anlamda tecrit sadece insanlar üzerinde bir baskı değil Türkiye’deki her nokta için her alan için bir baskıdır. Bu tecrit sadece Kürtlerin, sol grupların değil, Türkler için de en birinci gündem maddesi olmalıdır.”
Oyunları bozdu
Son olarak konuşan Cengiz Çiçek ise, Abdullah Öcalan’ın “Bir toplum için en büyük felaket, kendisi hakkında düşünce ve eylem gücünü yitirmektir” sözünü hatırlatarak, “Düşünce ve eylem gücünü nasıl ayakta tutacağız? Ortadoğu krizini kapitalist modernite ile ve 200 yıllık politikalarıyla birlikte değerlendirmezsek kalan kaba Kürtlük oluyor. 21’inci yüzyılda ‘Nasıl bir Kürtlük’ tanımının içeriğini doldurma ödevi karşısında KDP şahsında nasıl tehlikeli bir duruma dönüştüğünü görüyoruz. Oyun bozulmuştur. Öcalan liderliğinde yürütülen mücadele Orta Doğu’daki oyunları bozmuştur. Sömürü sistemini bozmuş ve bu gidişata dur demiştir” diye belirtti.
Orta Doğu’nun halklar mezarlığına çevrildiğini dile getiren Çiçek, böl-parçala zihniyetinin bir silah olarak kullanıldığını söyledi. Çiçek, şöyle devam etti: “Tarihsel olarak Kürt meselesi, Türk’ün ya da Arap’ın Kürt’ten nefret etmesi değil. Savaş ortamında lümpenleşen akılların tehlikesi mevcut. Tarihsel olarak Orta Doğu çok da krizli değildi. Semavi dinlerin kapitalizm öncesi birbiriyle ilişkisi bu kadar krizli değildi ama şu an İslamiyet ve Yahudilik birbirine düşman. Orta Doğu halklar bahçesi iken halklar mezarlığına dönüşmüş durumda. Buradaki temel tehlike kapitalist modernitenin tarihsel süreç içerisinde kendisini böl-parçala zihniyetiyle tecrit örneğinde de olduğu gibi kendini uzmanlaştırması ve halklara bu uzmanlığı bir silah olarak doğrultmasıdır.
‘Öcalan teorik, felsefik ve pratik olarak bir çözüm gücüdür’
Mutlak iletişimsizlik ile karanlık bir çağ açmaya çalıştılar. Kürt meselesinin demokratik mücadelesini yürütmek başlı başına bütün kapitalist haydutları karşınıza almaya yetiyor. Roma’da CİA’nın Öcalan’ı ziyaret eden insanlarla ilişkisini gözlemlediği yönünde ciddi bir öğrenme çabası içerisinde olduğunu görüyoruz. Onu tanımak, öğrenmek ve ona karşı nasıl mücadele edileceğini öğrenmek için gösterilen bir çaba. Kürtlere karşı 100 yıllık savaş Türkiye’ye de çok şey öğretti. Savaşı nasıl büyüteceğini, nasıl pazarlayacağını öğrendi. Bizim de bir şeyleri biriktirmemiz lazım. O yüzden buradaki mutlak tecrit, sadece bir bedene dönük değil, kapitalizmden hesap soran ve halkların özgürleşmesine dönük bir tecrittir. Bu sadece Kürtlerin kurtuluş mücadelesi değil, halkların özgürlük mücadelesidir. Modern zamanların en büyük işkence sistemi var. Bu kuru bir düşmanlık olabilir mi? Öğreniyor, biriktiriyor ve saldırıyor. Biz ne yapacağız? Öcalan teorik, felsefik ve pratik olarak bir çözüm gücüdür. Öcalan’ın dostları ve kendisi yalnızlaştırılmaktadır.
Öcalan bunun karşısında halklar için demokratik modernite çözümü sunmuştur. Burada sadece güne sıkışmışlık yok. Kapitalizmin karşısına ahlaki-politik toplumu yerleştiriyor. Kapitalist modernite, politikanın karşısına katı bir bürokrasi aracı yerleştiriyor. Bu aygıtlar ulus devletler için en elverişli aygıtlardır. Öcalan endüstriyalizm karşısında eko-endüstri koyuyor. Doğaya düşman anlayışı reddediyor. Bunun yanına da ev içi emek koyuyor, başka emek biçimleri koyuyor. Ulus devletin yanına demokratik ulusu koyuyor. Bu Kürtler içinde de tartışma konusu ama Ortadoğu’daki sistemsel krizlere cevaplar üretiliyor. Bazen ‘Bu kadar baskı sonrası, devletimiz olsaydı daha iyi olmaz mıydı’ diye düşünürken, Sayın Öcalan, ‘Hayır, daha da beteri gelir o zaman’ diyor. Kürtler statü sahibi olursa, Kürt sorunu demokratik olarak çözülürse, o zaman ulus devlet de çözülür.”
Panel, katılımcıların sorularının yanıtlanmasıyla son buldu.
HABER MERKEZİ