Parlamentonun yasama işlevi Erdoğan’a verilen sınırsız yetkiler ve türlü yasama kurnazlıkları ile by-pass edilmiş vaziyette.
Yasama organı, AKP-MHP oy çokluğuna dayanarak, halkı ve halkın temsilini tümüyle gözden çıkartmış, sarayın mührü ile ferman ilan eden noter makamlığı işlevini görüyor. Fermanların niteliği ise tümüyle sınıfsal ve rejimin karakterine içkin.
Bu anlamıyla; siyasi iktidarın, 14-28 Mayıs seçimlerinin ardından yeni döneme ardışık bir şekilde sermayeyi önceleyen torba yasalarla başlaması tesadüfi değil.
Afet iktidarının yeni afet yasası
TBMM kürsüsünde hem yasa görüşmelerinde hem de 2024 bütçe görüşmelerinde üzerine konuştuğum sarayın mührünü taşıyan ferman niteliğindeki torba yasalardan biri olan, resmi adıyla “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun (6306) ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”a ilişkin kaleme alıyorum bu yazıyı.
7 Kasım 2023’te sessiz sedasız ama jet hızıyla AKP-MHP oy çokluğuyla Meclis’ten geçirilen bu yasa; muazzam bir vurguna yasal dayanak oluşturacak, kentsel dönüşümde yeni bir dönemi başlatacak olan bir torba yasadır.
Torba yasanın gerekçesi, 6 Şubat 2023 depremlerinin ardından “afet riski odaklı kentsel dönüşüm çalışmalarının baştan gözden geçirilmesi ve dönüşüm uygulamalarının ivedilikle başlatılması ve tamamlanması, riskli yapıların ve alanların dönüştürülmesi işinin bir an önce tamamlanması, uygulama sürecinde karşılaşılan sorunların çözülmesi ve hızlandırılması” olarak ifade edildi kanun teklifinde.
Oysa 22 yıllık iktidar pratiğinin kentsel dönüşüm uygulamalarından da bilindiği üzere, söz konusu torba yasanın da depremle, halkın ihtiyaçlarıyla, kamucu politikalarla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Öyle ki, yerel yönetimlerden merkezi yönetime iktidarın bugüne kadar yürüttüğü tüm kentsel dönüşüm çalışmaları; en temel insan hakkı olan barınma hakkını gasp ederek, “kentsel dönüşüm” adı altında yoksul halkı evlerinden çıkartıp borçlandırmak, kent dışına sürmek oldu. Okmeydanı Fetihtepe, Fikirtepe, Tozkoparan, Kâğıthane, Çekmeköy, Farabi Sokak, Tarlabaşı’nda yapılanlar aklımıza ilk gelen örneklerden sadece birkaçı.
İktidara geldiği günden beri AKP’nin varoluşunun alameti farikası ‘İnşaat Ya Resulallah’ mottosu oldu. Sermaye birikimlerinin esasını oluşturan inşaat sektörü doğrultusunda ihya ettikleri sermaye grupları ile birlikte memleketin her bir köşesini işgal rant ve yağma pratiği ile betonlaştırdılar. Ortada bir avuç deprem toplanma alanı bile bırakmadılar. Ama depremi her daim yol haritalarının gerekçesi yaptılar. Depreme dair hemen hiçbir önlem alınmazken deprem önlemi için halktan sadece para topladılar.
Anımsayalım:
Söz konusu bu yasa Van depreminden hemen sonra çıkarılmıştı. Ancak o günden bu yana kentsel dönüşümün sadece yüzde 10’u depremle ilgili, diğer tüm dönüşümler ise rantsal dönüşüm kapsamında uygulanmıştı. Depremi gerekçe göstererek çıkardıkları afet yasası kapsamında depreme dair dönüşümü göstermelik bir şekilde yaparken halktan deprem vergisi adı altında haraç almaya da devam ettiler tabii…
Daha da ötesinde, depremi kendi pratikleri, çılgın projeleri ile çağırdılar. Zira deprem gerçeğini rant için bir lütuf olarak gördüler. Maraş’ta yumuşak zeminli bahçelerden dönüştürülen yaşam alanlarını Maraş Ovası’na doğru genişletenler, alüvyonlu topraklarda her biri mezarlığa dönüşen dev siteleri inşa edenler, Malatya merkezindeki kayısı bahçelerini betondan yığınlara çevirenler bu iktidarın ta kendisi idi. Ve işte Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin yarattığı sonuç ortada.
Yeni yasa ile kurulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı
Şimdi de ülke tarihinin en büyük vurgunlarından birini bu yasa ile hukuk kılıfına geçirdiler.
Bu kanun kapsamında Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kuruldu. Bu başkanlığın altında özel olarak Marmara Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü de oluşturuldu. Kurulan başkanlık belediyelerin yetkilerini de tırpanlayarak kendi kapsamına aldı, kentlerdeki arsaların tasarruf hakkını tümüyle devraldı.
Yasa Meclis’ten geçer geçmez ise, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı mührü ile yeni imar rejimini uygulama konusunda bir dakika bile kaybetmeden ivedilikle işe koyuldular.
Bu kapsamda, Türkiye’de ilk rezerv alanı ilan edilen bölgeler, Maraş depremlerinde en büyük yıkımı yaşayan Hatay’ın Antakya ve Defne ilçeleri oldu. Antakya ve Defne’de yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı mahallere el konuldu. 207,35 hektar büyüklüğe sahip alan hasarlı ve hasarsız yapılarla birlikte rezerv alan ilanı edildi.
Antakya ve Defne’de Akdeniz Mahallesi, Armutlu Mahallesi, Elektrik Mahallesi, Cebrail Mahallesi, Akevler Mahallesi, Gazi Mahallesi, General Şükrü Kanatlı Mahallesi ve Cumhuriyet Mahallesi’nden oluşan 8 mahalleye el konuldu.
Ardından gelen Samandağ’daki rezerv alan ilanı ise esasında yasanın niteliğini ve amacını apaçık ortaya koyan cinsten. Zira, Samandağ’daki rezerv alanı ilanı 7 Kasım’da Meclis’ten geçen yasadan tam dört ay önce yapılmış.
Zamanın Suç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Siz yıkın, kanun peşinizden gelir’’ dediği gibi önce kendi çıkarlarına göre halkın yaşam alanlarını dilediklerince gasp ediyor sonra da bu gaspa uygun uygun yasa çıkarıyorlar. Kentsel Dönüşüm Başkanlığı işte bu işlenen gasp suçunun baş mimarı. Deprem bahane edilerek kent merkezlerinde değerli araziler rezerv yapı alanı ilan edilirken, Hatay’ın demografik yapısı da rejime uygun bir mühendislik planlaması ile dönüştürülmeye çalışılıyor. Hatay’da rezerv alan ilan edilen yaşam alanlarının çoğunun Arap Alevilerin yaşadığı yerleşim yerleri olması tesadüfi olmasa gerek.
Kanun kapsamında aynı ivedi uygulama Hatay gibi İstanbul için de geçerli. Henüz yasa Meclis’ten geçtiği gün, Beyoğlu ilçesindeki muhtarlıklara resmi bir yazı gönderildi. Bir yandan Beyoğlu Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi hazırlığı yapılıyor, bir yandan Beyoğlu’nda müteahhitler mahallelerde gezip fotoğraflama yoluyla el koyma yoklaması yapıyor. Geçen sene hukuksuz bir biçimde rezerv alan ilan edilen Üsküdar ilçesinde 134 daireden oluşan Türkiye Diyanet Vakfı Eğitim Yatırımlar AŞ’ye ait 29 Mayıs Sitesi’ndeki yerinde etme süreci yeni yasa ile hızlandırıldı. Ve bu gaspa karşı kara kışta kıyamette Üsküdarlılar nöbet tutmaya başladı.
Hatay’dan İstanbul’a ve ülkenin dört bir yanına memleketin dört bir kesiminde gasp ve sürgün yeni çıkan kanunun asli niteliğini oluşturuyor.
22 yıllık AKP iktidarı pratiği ‘deprem bahane, rant şahane’ düsturu ile işlemeye devam ediyor ve ama yeni bir aşama kaydederek…
Başta İstanbul olmak üzere kentler ve doğa sermaye sınıfına ve inşaat tekellerine peşkeş çekilerek yeniden bir sermaye birikimi oluşturmak isteniyor. İstanbul deprem gerçeği kapıda iken, depremden rant sağlanması amacı ile yürürlüğe konan bu yasa geri çekilmelidir. Geri çektirilmesi için tabana yayılan bir halk seferliği ile yerel inisiyatifler oluşturulmalıdır. Yeni bir ‘asrın felaketine’ kapı aralayan bu yasanın iptal edilmesi rejimin geriletilmesinde önemli bir mevzi olacaktır.
Başta İstanbul olmak üzere depreme karşı halk inisiyatifleri oluşturma, deprem dirençli kentlerin inşası için halk örgütlülüğü yaratmak ilk elden atılması gereken adımlardır. Bu adımları atmak, biz sosyalist, devrimci, yurtsever güçlerin sorumluluğudur. Zira halkın en temel hakkı olan ücretsiz konut hakkının güvence altına alınacağı, deprem dirençli, sağlıklı ve insanca yaşanabilecek kentlerin inşası için örgütlenmek yaşamak için bir zorunluluktur. Yerel seçimler yaklaşırken bu temelde yan yana gelişleri yaratmak zorundayız.