Ülkede yaşanan açlığın, yoksulluğun yaşadığımız büyük sefaletin temel nedeni Kürt sorununun ısrarla çözümsüzlüğe sürüklenmesidir. Bu sürüklenme bugünkü otoriter şefçi rejimin bilinçli biçimde çöktürme planına sadık kalarak oluşturduğu tercihinin sonucudur ve bu tercihin toplumsal alandaki yansımaları da ekonomik ve siyasi kriz başta olmak üzere çoklu kriz olarak adlandırdığımız yansımalardır. Kayyumlardan siyasi tutsaklığa, hak ihlallerinden şiddet ve savaş girdabına kadar uzanan bu kısır döngünün toplumsal maliyeti her geçen gün artmaktadır.
Kürt sorununun çözümsüzlük sürecini sonlandıracak en önemli hamle kuşkusuz İmralı tecridinin sonlanmasıdır, Öcalan’ın özgürleşerek siyasi muhatap olarak kabul edilmesidir. Bugün açlık grevleri bir kez daha hem Türkiye hem de dünya kamuoyuna bu hakikati güçlü ve kararlı biçimde hatırlatıyor. Bu gerçekliği yok sayanlara karşı bu eylem önemli bir çağrıdır. Açlık ve açlık grevi arasındaki diyalektiğin çok iyi anlaşılması gerekiyor. Yoksulluğun ulaştığı en dramatik sahne kuşkusuz açlıktır. Bu açlığın, yoksulluğun giderek derinleşeceği, yaygınlaşacağı bugünden baktığımızda, bütçe tartışmalarını izlediğimizde çok iyi anlaşılmaktadır. Açlık grevleri toplumu tecride karşı uyarırken aslında tecridin nasıl tüm haklarımızı yutup bizi bu sefalete sürüklediğini de belki de en güçlü ironiyle ifade ediyor.
Ne yapmalı sorusunu yeniden sorma zamanı gelmiştir. Öncelikle cezaevindeki insanları yalnız bırakmamalıyız. Açlık grevlerinin bu uyarıcı etkisini dikkate alarak toplumsal eylemliliği yükseltmeli, tecride karşı topyekûn bir eylemselliği çok boyutlu olarak hayata geçirmeliyiz. Açlık grevlerinin sonlanmasını istiyorsak acilen harekete geçmeli ve bu yükü üstlenmeliyiz. Diğer taraftan tüm topluma tecrit, Kürt sorunu ve yoksulluk arasındaki güçlü bağı seçim sürecinin de yarattığı iklimden yararlanarak yalın ve güçlü bir dille anlatmalıyız. Toplumsal emeği bu büyük hukuk gaspına karşı harekete geçirmek ancak bunun yarattığı mağduriyeti doğru anlatmakla mümkün.
Bunun yanı sıra bugün Ortadoğu’da yaşanan savaşın sonlanması için de tecrit karşıtı hamlenin neden önemli olduğu da topluma mutlaka çok iyi izah edilmeli. Bugün görüşülmekte olan bütçe savaş ve yolsuzluk bütçesi olarak karşımıza çıkıyorsa, bu bütçeyi yapanların bu savaştan beslenerek iktidarlarını ayakta tutma gayretinde oldukları içindir. Savaş varsa, Kürt sorunu varsa, tecrit varsa bu köhne düzenin sürdürülebilir anlayışını yıkmanın yolu bütçe hakkını savaş ve tecride karşı savunmaktan geçiyor. Bütçe kaynaklarının faşist bir ekonominin sürdürülmesine yönelik tasarlanması aslında toplumun açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir.
Sonuç itibariyle ekonomik krizden siyasi krize kadar tüm bu çöküş sürecinin nedenlerini iyi bir biçimde topluma anlatmak ve bu düzene karşı toplumsal örgütlülüğü bu seçim konjonktüründe hayata geçirmek önceliğimiz olmalı. Açlık grevlerinin uyarıcı etkisini şimdi sahaya yansıtma zamanıdır. DEM Parti olarak ‘Kent Uzlaşısı’ stratejisiyle seçimlere hazırlanıyoruz. Seçimleri salt kendi düzleminde değil, büyük mücadelemizin bir parçası olarak ele alıyoruz ve özellikle batıda toplumsal emeği, kadınları, ezilenleri direnişe, harekete geçmeye ve inisiyatif almaya çağırıyoruz.
Toplumsal ve siyasi muhalefetin tüm güçlerinin bir arada hareket etmesini sağlamayı amaçlayan bu stratejimiz her yerde bu uzlaşının adaylarıyla seçimlere girmeyi amaçlamaktadır. Her yerde aday çıkaracağız ama kent uzlaşısını da arayacağız. Hiçbir odağın peşinden giden değil kendi 3. Yol stratejisinin başarısı adına bir seçim stratejisi var etmeyi amaçlayan Partimiz, Kürt sorununun çözümü, tecridin sonlanması, savaş karşıtı ve yoksulluğa karşı mücadelenin yükselmesi adına bu süreci örgütleyerek çalışmalarını sürdürmektedir. Tüm halkımıza, toplumsal muhalefetin tüm güçlerine bir kez daha çağrı yapıyoruz; gelin ortaklaşalım, uzlaşalım birlikte yol alalım, vesayetçi düzeni yıkmak için yerellerde iktidar olalım…