Kobanê Davası’nda savunmasını sürdüren DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, ‘Abdülhamit politikası bugün AKP eliyle sürdürülüyor’ vurgusu yaptı
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutsak 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etti.
Sincan Kapalı Kadın Cezaevi’nde tutulan bazı siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, bir bazı siyasetçiler de mazeret bildirerek katılmadı. Ayrıca, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk Komisyonu, milletvekilleri, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukatların yanı sıra tutsak yakınları ve izleyiciler de duruşmayı izledi.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel bugün de savunmasına devam etti.
‘Türkiye Kürt kartını batıya karşı kullandı’
Savunmasına Osmanlı dönemindeki Kürt isyanlarını ve Osmanlı’nın merkezileşme politikaları sonucu Kürtlerin yaşadığı tarihsel süreçleri anlatarak devam eden Tuncel, “Kürtler açısından birlik olamama durumu her zaman için kendi kaderlerini belirlememelerini de etkilemiştir. Bu, tarihte her zaman Osmanlı, Safevi imparatorlukları tarafından ve şimdi de Türkiye tarafından kullanılmıştır. Osmanlı, çöküş döneminde, batıya karşı da Kürtleri çıkar aracı olarak kullanmıştır, tıpkı şu an Türkiye’nin işine gelince Kürt kartını batıya karşı kullandığı gibi” dedi.
‘Abdülhamit politikası bugün AKP eliyle sürdürülüyor’
Osmanlı’nın çöküş döneminde yaşadığı toprak kayıplarını telafi etmek için merkezileşmeye yöneldiğini ve bu merkezileşme çalışmalarının Kürt ve diğer halklar üzerinden yürüttüğünü kaydeden Tuncel, “Osmanlı-Rus savaşı sonrası birçok toprak kaybedilmiş ve kaybedilen topraklar gayrimüslimlerin yaşadığı yerlerdir. Toprak kayıplarını ve parçalanmayı durdurmak için 2. Abdülhamit iki anlayış üzerinden gitmiştir; merkezileştirme ve din eksenli politika. Bu politika Kürtler ve Ermeniler üzerinden işletilerek imparatorluğa bağlama ve birliği engelleme çalışmaları yürütülmüştür. 2. Abdülhamit’in Hamidiye Alayları’nı kurması da bu eksenli politikasının bir uygulamasıydı. Bu alaylarla hedeflenen amacın Kürtlerin birliğini kırmak, aşiretlerin birlik olmasını engellemek, aralarında düşmanlık çıkarmak ve Kürt birliğinin sağlanmasını engellemek olarak kaydedilen tarihsel notlara da yansımıştır. Bu birliklerin özellikle sünnilerden oluşması ve Alevilerin alınmamasının amacı Kürtler arasında Alevi-Sünni çatışmasını körüklemekti. Abdülhamit’in bu politikası bugün AKP eliyle biçim değiştirilerek sürdürülüyor. Zaten Tayyip Erdoğan kendisini sıkça Abdülhamit’e de benzetir. Bugün de Kürtlerin dili ve varlığı ortadan kaldırılmak isteniliyor. Bir yandan emperyalist politikalar bir yandan Türk devletinin politikaları Kürtlere yönelik saldırıları ve birliği bozmak üzerine yoğunlaşmıştır” sözlerini kullandı.
Tuncel sözlerine şöyle devam etti:
“Yine aşiret mektepleri projesiyle karşımıza çıkan Abdülhamit, burada yetişen erkek çocukları devlete bağlı hale getirerek aşiretleri ve devleti birbirine bağlama amacı üzerine işletilir. Yerleşik Kürtlerin, Türkçe öğrenmesi de hedeflenmiştir. Fakat okula giden Kürt çocukları diğer taraftan kendi bilinçlerinin ve iradelerinin farkına vararak milliyetçilik akımından etkilenmiş ve eğitimli Kürt aydınları ortaya çıkmıştır. Türkçülük milliyetçilik biçiminden çıkıp, bir siyasal akım olarak ilerlerken Kürt milliyetçiliği de siyasal bir akım olarak karşımıza çıkmıştır.”
Sünni İslam merkezli toplum inşası
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde yer alan Kürtlerin rolüne ve Jön Türklere değinen Tuncel, burada rol alan Kürt aydınlarının daha sonraki süreçlerde Türk milliyetçiliği tarafından tasfiye edildiğini aktardı.
2. Mahmut dönemindeki ayaklanmalar, Bektaşi tekkelerinin kapatılması ve yeniçeri ocağının kapatılmasıyla birlikte, Osmanlı devletinin bir merkezi devlet sistemine doğru gitmesinin bir dönüm noktası olduğunu söyleyen Tuncel, “Merkezileşme politikalarının sosyal hayattaki yansımaları ise Sünni İslam merkezinde toplumun inşa edilmeye çalışılması olur. Vatandaşlardan oluşan daimi ordunun kurulması ve Türk olmayanların uygulamada bu orduya alınmaması bu inşayı pekiştirmeye hizmet eder. 2. Mahmut dönemi Sünni İslam politikasının uygulanmasının başlangıcı olmuştur. Anadolu coğrafyasını saran Bektaşi tekkeleri 19. yüzyılda sayı olarak 400’ü bulmuşken. 3. Selim döneminde merkezi hükümetin Bektaşiliğe karşı ilgisi azalır. Bektaşilerin denetim altına alınması ve sürgün edilmesi baş gösterir. Tekkelerine, Nakşibendi şeyhleri atanır ve Bektaşiler üzerinde baskı kurarak onları sünni çizgiye çekmeye ve dönüştürmeye çalışırlar. Bektaşiler bu asimilasyona uğramamak ve kendi varlıklarını korumak için kılık kıyafetlerinde değişiklik yapar ve gizlenmeye çalışırlar. Bugün de aleviler kendi inançlarını yaşamak istiyor fakat devlet bunu kendi denetimiyle yapmak için bir projeyle karşımıza çıkıyor. Aleviler ve Kürtler Osmanlı’nın merkezileşmesi sürecinden farklı etkilenmiştir. Kürtler Jön Türklerin öncülük ettiği fakat Meşrutiyet döneminde baskı ve şiddet politikasına uğrayanlar olmuştur” dedi.
Savaşta yer alan Kürtlere yine sürgün ve katliam
Birinci Dünya Savaşı’na giden sürecin ardından savaşı aktaran Tuncel, Kürtlerin bu süreçte Türkler ve diğer halklarla yan yana savaştığını ancak savaş sonrası yine sürgün ve katliamlardan etkilenen halk olduğunu belirtti.
Tuncel, “Birinci Dünya Savaşı’nın Kürtlere maliyeti büyüktür. Kürdistan coğrafyası bir savaş alanı haline gelmiştir. Bu süreçte savaşa katılan Kürtlerin sayısını belirlemek zor ama tarihsel kaynaklarda yer alan Mehmet Emin Zeki Bey’in notlarına göre savaştaki birçok birlik Kürtlerden oluşmuştur. Bununla birlikte Kürt liderlerine bağlı olan insanlar gönüllü olarak savaşa katılmıştır. Kürtler sadece savaşta değil, açlık, hastalık ve soğuk nedeniyle de yaşamını yitirmiştir. Savaş sonrası da yaşadığı topraklardan koparılan çok sayıda Kürt hem Ruslar hem de Osmanlı tarafından sürgün edilir. Küçük gruplara bölünerek, Kürtler Anadolu coğrafyasındaki bölgelere yerleştirilir. Tüm aşiret bağlarından koparılma hedeflenir. Tarihi kaynaklar 700 bin Kürdün sürgün edildiğini yazar ve birçoğu da göç yollarında soğuk ve kıtlık nedeniyle yaşamını yitirir” değerlendirmesi yaptı.
‘Binlerce yıllık gelenek devlet olmaya yetmiyor mu?’
Savaş bitmeden yayınlanan Wilson ilkelerini ve “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ üzerinde duran Tuncel şunları söyledi:
“Henüz savaş bitmeden 8 Ocak 1918’de Wilson’un 14 maddeden oluşan prensipleri tüm dünya tarafından ilgi görür özellik 5’inci maddede ulusların kendi kaderini tayin hakkı cezbedici bir durumdur. Kürtler açısından da. Liberal bir çerçevede de olsa ulusların kendi kaderini tayin hakkı cezbedici bir durumdu. Halk kendisi karar veriyordu. Rosa Luksemburg bu kendi kaderini tayin etme hakkını eleştiriyor, ulus devleti eleştiriyor ki haklıdır. Kürtlerin devleti olmaması Kürtlerin baskı altına alınmasının temel argümanı haline geliyor ve devlet olmadan halklar yaşayamaz gibi görünüyor. Birçok devletsiz halk var sadece Kürtler değil. Ama devletsiz yaşanabilir ve bunun için demokratik özerkliği sunduk. Rosa, bu ilkenin egemenlerin çıkarıyla oluşturulan bir ilke olduğunu da söyler ve sosyalizm içinde sorunların çözüleceğine değiniyor ve buradan bu ilkeye karşı çıkıyor. Birçok ulus devlet var ama sorunları bitmiyor ve her yerde darbe ve kaos baş gösteriyor. Türkiye’de de solcuların ve sosyalistlerin de kullandığı ‘kendi kaderini tayin etme’ sıkça karşımıza çıkıyor ama Kürtlere gelince bölücülükle suçlanıyoruz. Niye? Biz halk değil miyiz; binlerce yıllık geleneğimiz var, dilse dil, topraksa toprak bu devlet olmaya yetmiyor mu?
Kendi kaderini tayin hakkını savunuyoruz
Osmanlı devleti tarafından bu Wilson ilkeleri kabul görmüştür. Wilson prensipleri Kürtleri olduğu kadar Ermenileri de etkilemiştir ve özerk olarak varlıklarını sürdürme gündeme gelmiştir. Ermeni devletinin kurulması da gündeme gelmiş ve hatta bu durum Kürtleri harekete geçirmiştir. Çünkü burada vaat edilen topraklarda Kürtlerin de yaşadığı belirtilmiştir ve Kürtler de özerklik talep etmiştir. Osmanlı devleti ile Kürdistan Teali Cemiyeti arasında bir Özerk Kürdistan anlaşması yapılıyor burası önemlidir. Çünkü Kürt sorunun yeni olmadığını ve sorunun PKK ile çıkan yeni bir sorun olmadığını ortaya koyuyor. Arka tarihsel plan önemli. Siz şimdi bizi bölücülükle suçluyorsunuz ama biz Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını bu tarihsel çerçevede savunuyoruz ve talep ediyoruz. Bu haktır. Biz ayrı bir ulus devlet kurma, ulus devlet eksenli bunu söylemiyoruz ancak birçok ulus devlet de bunu savunuyor. Ama biz öyle bakmıyoruz ve devletin demokratikleşmesini savunuyoruz. Her fırsatta ulus devlet sorununu ortaya koyuyoruz ama birçok ülke, halkların kendi haklarına ve birliğine kavuşması için ayrı bir Kürt devleti kurulmasından yana ve evet, bu bir hak fakat biz durduğumuz yerden farklı bir sistem konuşuyoruz.”
‘Biz demokratik cumhuriyet talebindeyiz’
Ardından cumhuriyet döneminde yaşanılan isyanları ve devlet tarafından uygulanan soykırımları anlatan Tuncel, “Tüm bu isyanlarda Kürtlerin kendilerine bir yol aradığını görüyoruz. Bu isyanlar bize şunu gösteriyor; Kürtler her dönemde kendi kendilerini yönetmek ve kaderini tayin etmek istedi. Sadece Türkiye’de de değil, Kürtlerin yaşadığı her yerde böyle, İran’da da Suriye’de de bugün Kürtler kendini yönetmek istiyor ama merkezi yönetimle de bir hukukumuz olsun istiyoruz diyoruz. Tarihten beri özerk yaşamışlardır ve bunu talep ediyoruz. Anadilimizde eğitim istiyoruz, kültürümüzü yaşamak, yaşatmak ve kendimizi yönetmek istiyoruz. Bizi suçlayarak, idama sürüklüyorsunuz ki şimdi idam cezası kalkmış ve müebbet istiyorsunuz. Verin. Verebilirsiniz. Biz demokratik bir cumhuriyet talebindeyiz ve devlete gel müzakere edelim diyoruz, sizler ise bizi baskılıyor ve cezalandırıyorsunuz. Bunu talep etmek ve konuşmak bir haktır, ifade özgürlüğüdür” şeklinde konuştu.
Siyah Türk faşizmi
90’lı yıllarda gelişen ‘siyah Türk faşizmini’ ele alan Tuncel, bugün Kürtlere dayatılan şiddet ve yargılamaların temelini oluşturduğunu belirtti. Tuncel, şunları belirtti:
“Bugün adı cumhuriyet olan monarşi demokrasiyle alakalı değildir. Burada bir görünen devlet bir de görünmeyen devlet var. Komplocu, kontrgerillaları kullanan gladyocu bir yapı olan derin devlet gerçekliği vardır. Bu yapı Kürtlere karşı inkar imha politikalarının planlayıcısı ve uygulayıcısı olmuştur. Halkları soykırıma uğratan bir rejim ayakta duramaz. Türkiye’de 10 yılda bir darbenin yapılması ancak bu gerçeklikle açıklanabilir ama hiç kimse bunu söyleme ve açığa çıkarma cesaretini göstermez çünkü buna cesaret göstermek cezaevine konulma gerçekliğidir. Demokratik ve özgürlükçü bir sistemin kurulması için bu rejimin ortaya çıkarılması ve rejimin uygulamalarının ifşa edilmesi gerekir. Bu rejimi kabul etmeyenler ve karşı çıkanlar komplocu anlayışla yok edilmektedir.
‘Yargılama konusunu anlamak için tarihsel gerçekliğe bakmak şart’
Beyaz Türk faşizminden farklı olarak bu yeni klik siyah Türk faşizmi olarak adlandırılabilir. Hitlerci bir zihniyetle Kürtleri yok etme üzerine ve sol-sosyalist hareketlere yönelik imha peşindedir. Saf ırk yaratma fikri ile Kürdistan’ı asimile etmeyi ve tasfiye etmeyi amaçlarlar. Siyah Türkler veya bozkurt Türkler ırkçılık üzerine kendini inşa ederek soykırımı önlerine hedef olarak koyar. Beyaz Türk faşizminden ayıran ise Türkiye’de yaşayan herkesi Türk olarak kabul etmez.Bugün bu yapının etkisi değişse de günümüz iktidarını alt yapısında bu yer alıyor. Kürtlerin varlığını ve siyasi iradesini yok etmek istiyorlar. AKP, MHP’nin kayığına binmiş gidiyor ve Türkiye uçuruma sürükleniyor. Kayyım politikaları da bu yok etme ve iradeyi yok saymanın sonucudur. Tüm bu tarihsel süreç hukuki bir meselenin ötesinde bir rejim olduğu gerçekliğini ortaya koyuyor ve kendi mirasını, kökenini buradan siyah Türk faşizminden alıyor. Bu dava, parti kapatmalar ve kayyımlar bu kökenin gerçekliğidir. Bir çözüm yolunu bulmak için gerçeklikle yüzleşmek ve bunun kaynağına inmek gerekiyor. Neden bu mahkemede yargılanıyoruz, bir tweet yüzünden mi? Buna kimse inanmaz. Bir safsatadır. Savcı bey ile birlikte kurguyu yazan iktidar ve ortaklarına karşı bu sürecin neden yaşandığını aktarıyoruz. Biz çözülemeyen sorunlar ve tarihsel gerçeklik nedeniyle burada yargılanıyoruz. “
Tuncel’in savunmasının ardından duruşmaya ara verildi.
ANKARA