Başka bir ifadeyle “Kürt kökenli” söylemi masum bir söylem değildir. Masum olmadığı için de bilerek veya bilmeyerek buna hizmet edecek davranışlardan kaçınmak kadar, bunu reddetmekte erdemli bir davranış olacaktır
Seyithan Akyüz
Kürtler, yaşadığımız coğrafyanın en kadim halklarından biridir. Tarihsel geçmişleri M.Ö 2700’lü yıllarda yaşayan Gutilere kadar uzanır. Bunun da ötesinde henüz etnik kimliklerin belirginleşmediği Sümerler döneminde, bugünkü Kürdistan’da yaşayan halka “Kurti” denildiği birçok tarihi kaynağın paylaştığı bir husustur. “Kurti” diye adlandırılan halkın ise bugünkü Kürtlerin ataları oldukları doğruya en yakın yorumdur. Zira “dağlılar” anlamına gelen bu adlandırmanın bugün dahi Kürtleri ifade etmek için kullanıldığı herkesin malumudur. Bunların yanı sıra Kürtlerin ve Kürdistan’ın insanlığın doğuşuna beşiklik ettiği ve kültürel toplumun kök hücresi oldukları bilinen bir gerçektir. Yine insanlığı bugüne taşıyan birçok hayati icadın yaratılıp geliştirilmesinde Kürtlerin belirgin rollerinin olduğu, doğru tarih bilincine sahip hiçbir tarihçinin reddedemediği bir hakikattır. Başka bir ifadeyle Kürtler, devletçi uygarlık sisteminin karşıt kutbunda yer alan demokratik uygarlığın ana kaynağını oluşturan toplulukların başında gelen bir halktır.
Kürt toplumu ve coğrafyası, bu gerçeklikten kaynaklı tarih boyunca devletçi uygarlık sisteminin gazabına uğramış ve halen uğramaya devam etmektedir. Kürdistan coğrafyasında savaşların ardı arkası kesilmemiş, işgaller birbirini izlemiştir. Bunların yetmediği yerde başka yöntemler devreye konulmuş ve istenilen hedefe varılmak istenmiştir. Tüm bu savaş ve işgallerin ana hedefi, Kürtler şahsında doğal toplumu tasfiye etmek, olmuyorsa zayıflamasını sağlamak olmuştur. Zira devletçi uygarlık sisteminin devamı buna bağlıydı. Çünkü doğal toplum zayıflatıldıkça kendisi güçlenecek, aksi durumda tersi olacaktı. Bu aynı zamanda devletçi uygarlık sistemi ile kültürel toplum arasında cereyan eden kesintisiz bir savaşın tezahürüydü. Söz konusu bu savaşın merkezi ise, Kürdistan coğrafyasıydı.
Devletçi uygarlık sisteminin sistematik saldırılarının Kürt ve Kürdistan’a ilk büyük darbesi; 1639 yılındaki Kasri-Şirin antlaşmasıydı. Kasri-Şirin antlaşmasıyla Kürdistan coğrafyası gibi toplumsallığı da ikiye bölünmüştür. Ama bununla yetinilmemiş ve 1916 yılında henüz 1. Dünya Savaşı devam ederken, Britanya İmparatorluğu ve Fransa arasında yapılan, Sykes-Picot Antlaşmasıyla daha önce ikiye bölünen Kürdistan, bu kez dörde bölünerek, devletçi uygarlık sisteminin bölgesel şubeleri olan (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) ulus-devletler arasında paylaştırılmıştır. Ardından başlayan süreç, Kürtler açısından çok zorlu ve bir o kadar da acılı geçmiştir. Zira bundan sonra geliştirilen politikalarla hem ulusal, hem de uluslararası hukukta Kürdün adı da kendisi gibi yok sayılmış ve varlığı inkar edilir olmuştur. Bu çerçevede Kürtlük adına ne varsa ya tarih sayfalarından silinmiş, ya da bunların tamamı tersyüz edilerek söz konusu ulus-devletlere mal edilmiştir. Dili ve kültürü yasaklanmış, yer isimleri dahi değiştirilmiştir. Geliştirilen bu politikalara karşı gelmek ise, en hafif tabiri ile ölümü göze almayı gerektirmiştir.
Elbette Kürtler, tüm bu yapılanlara kader deyip boyun eğmemiş, varlık mücadelesini aynı oranda kesintisiz bir şekilde yürütmüştür. Kürtler yıllarca sürdürdüğü bu varlık mücadelesini ağır bedeller pahasına da olsa geri adım atmamış, direnişi bir yaşam biçimi haline getirmesini bilmiştir. Yürütülen bu mücadelenin sonucunda inkar politikasını işlemez hale getirerek, sistemi inkarda farklı yöntemlere başvurmak zorunda bırakmıştır. Son zamanlarda devletin tüm resmi kurumları ve bu anlayışa sahip örgüt ve bireyleri, Kürtleri inkarda yeni bir dil kullanmaya başlamışlardır. Bu önce dil boyutunda kendine açığa vurmuş ve Kürt dili için TBMM’de ve mahkemelerde “bilinmeyen dil” olarak kayıtlara geçirmişlerdir. Şimdilerdi ise, “Kürt kökenli” söylemi daha sık bir biçimde kullanılmaya başlanmış ve bununla inkar politikaları sürdürülmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla bu söylem öyle rastgele kullanılmamaktadır. Bu söylem, bilinçli bir tercih olarak kullanılmakta ve Kürdün inkarı bu şekilde devam ettirilmek istenmektedir. Çünkü “Kürt kökenli” demek uzak bir geçmişe işaret etmekte ve aslında Kürdün bugün var olmadığı zihinlere empoze edilmek istenmektedir. Dikkat edilirse, bu söylemi devlet politikasını benimseyen tüm kurumlar (resmi veya resmi olmayan farketmez) kullanmaktadırlar. Aslında ilk etapta Kürt kelimesini özenle kullanmamaya çalışırlar. Ancak çok zorlandıklarında veya başka çare bulamadıklarında “Kürt kökenli” demeye başvurmaktadırlar. Bu nedenle şunu iyi görmek gerekir ki, Türkiye’de devlet ve ona bağlı tüm kurum ve kuruluşlar, Kürt inkarından vazgeçmiş değildirler.
Günümüzde bu politika daha ince bir biçimde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu vesileyle Kürdü inkar politikasına karşı daha etkin bir mücadele her Kürdün olduğu kadar, Türkiye’deki bir azınlık kesimin dışında herkesin asli sorumlulukları arasındadır. Zira bugün Türkiye’de Kürdün inkarı hiç kimseye fayda getirmediği gibi, yaşanılan birçok sorunun da ana kaynağı durumundadır. Başka bir ifadeyle “Kürt kökenli” söylemi masum bir söylem değildir. Masum olmadığı için de bilerek veya bilmeyerek buna hizmet edecek davranışlardan kaçınmak kadar, bunu reddetmekte erdemli bir davranış olacaktır.