ATK’nin Adalet Bakanlığı’na bağlı olması kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğunu söyleyen yerine kayyım atanan TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı, tutsaklara uygulanan ihlallerin tedaviye ulaşma aşamasında başladığını belirtti
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre; Türkiye’deki cezaevlerinde, 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutsak bulunuyor. Son 2 yılda 100’ü aşkın tutsak cezaevinde yaşamını yitirirken, birçok tutsak ölüm eşiğinde tahliye ediliyor. Sadece son 4 ayda 4 tutsak ya cezaevinde ya da tahliye edildikten kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi. Son olarak Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan 30 yıllık ağır hasta tutuklu Cemal Tanhan (68), tahliye edilmesinden 43 gün sonra yaşamını yitirdi.
Adli Tıp Uzmanı ve yerine kayyım atanan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı, cezaevlerinde hasta tutsakların yaşadıkları sorunları ve Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) siyasi tutsaklar için verdiği ‘cezaevinde kalabilir’ raporlarını Mezopotamya Ajansı’ndan Ceylan Şahinli’ye değerlendirdi.
İhlaller tedaviye ulaşma sürecinde başlıyor
Tutuklu yargılamalar nedeniyle cezaevlerinin çok kalabalık mekanlar haline getirildiğini söyleyen Fincancı, “Mahpuslar revire çıkmak için bile sıra beklemek zorunda. Acil bir durumda sağlık kurumuna gönderilmeleri de ciddi aksaklıklarla yürüyor” diyerek cezaevlerindeki sorunların revire ulaşma kısmından başladığını belirtti.
Sevk araçlarının uygunsuz olduğunu, ringlerde ısıtma ya da soğutma sisteminin olmadığını ve cezaevine giriş-çıkışlarda onur kırıcı davranışlar yaşandığını ifade eden Fincancı, “Mahpuslar, çıplak aramaya varan aramalara maruz kalıyor. Biz sağlığında sorun olan insanlardan, örneğin bir ayakkabısını giyip çıkarma olanağı bile olamayan insanlardan bahsediyoruz. Bunun için eğilip çömelemeyen insanlar var. Ayrıca sevk sırasında mahpuslar bir sürü güder gibi birbirlerine kelepçelenerek götürülmeye çalışılıyor” diye aktardı.
Tutsakların hastaneye erişimlerinin ardından da hak ihlallerine maruz bırakıldıklarına dikkat çeken Fincancı, “Hastaneye kelepçeli olarak götürülüyorlar, muayene ortamına kelepçeli sokuluyorlar. Kolluk görevlileri muayene ortamında bulunma ısrarı gösteriyor. Bu da mahremiyet ilkesini ihlal eden bir durum. Muayenenin insanlık onuruna yaraşır bir şekilde olması gerekiyor. Bir mahpusun da özgür insanlarla benzer ve eşit düzeyde sağlık hizmetine erişimi gerekirken, insanlar böyle uygun olmayan damgalayıcı bir ortam ve muayene biçimiyle karşı karşıya kalıyor” ifadelerini kullandı.
Tutsakların ilaçlara ya da ihtiyaçları olan tıbbi malzemelere erişimde yaşadıkları sorunlara dair ise “Mahpuslar, sağlığın piyasaya açılmasıyla birlikte ödenen bir takım katkı payları, ödenmeyen ilaçlar gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Ben kendi deneyimimden örnek vereyim, kronik bir sinüzitim var. Düzenli olarak sinüslerimi temizleyen basınçlı pompalı bir cihaz var, onu kullanmam gerekiyor. Ama ben cezaevinde bunu alamadım. Ben para sorunu da çekmiyorum ancak parası olanın bile erişemediği bir ürün bir de parası olmayan var” diye konuştu.
‘ATK bağımsız bir kurum değil’
ATK’nın Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş olduğunu hatırlatan Fincancı, ATK’nin güncel durumuna dair son olarak şunları söyledi:
“Bağımsız kararlar çıktığı konusunda herkesin kuşkuları var. Yasal olarak ATK son karar merci değil, ama uygulamada yargı organları ATK’yi son merci görme eğiliminde. ATK yargı eliyle son karar merci kılınmış, bu defakto bir uygulama. Bunun bir gerçekliği yok. ATK, Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurum ve bu durum kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı. Çünkü Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü düzenlemeleri ve ATK düzenlemeleri birbiriyle çatışma halinde olabilir. Böyle süreçlerde daha bağımsız organların devreye girmesi gerekiyor. Önceleri bunlar yapılabiliyordu. Ama AKP iktidara geldiğinden beri insan hakları örgütleri ve bağımsız organlar, bunlardan da yoksun bırakılmış durumda.”
RIHA