Bu ülkenin en önemli sorunu olan ‘Kürt sorunu’ hep beraber çözülmeli. Çünkü aynı coğrafyada bir halkın hapsedilmek istendiği karanlık, başka bir halkı hiç aydınlatmadı, aydınlatmayacak
Salihe Aydeniz
İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen mutlak tecridin kaldırılması ve Kürt sorununun demokratik çözümü için cezaevlerindeki tutsakların 27 Kasım’da başlattığı açlık grevi eylemi devam ediyor. Paralel olarak faşizmin tecridi birçok farklı boyutla ve sac ayaklarıyla yükseltme çabası da devam ediyor. Bir korku imparatorluğu kurma hedefindeki faşizm hem Türkiye’de hem de dört parça Kürdistan’da elinden geleni ardına koymuyor, tecridi ve savaş siyasetini devam ettiriyor. Bu tecridin topluma, yaşama yayılmasını birçok kez dile getirdik getirmesine ancak yaratılan kaos ortamında her bir ayağın ne kadar derinlikli kurulmaya çalışıldığını tekrar tekrar irdelemekte fayda var. Çünkü bu sac ayakları en temelden sarsmanın, bu korku imparatorluğunu “anlamaktan” ve tüm boyutlarıyla teşhir etmekten geçiyor. Bu yüzden birçok boyutuyla tecridin hem yaptıkları hem hissettirdikleri konuşulmalı, tıkanıklıklar konuşarak ve derinleşerek açılmalı.
“Kapitalist modernite; insan yaşamını, yaşamın anlamını maddeye indirgeme çabasındadır. Bizleri dört duvar arasında bölünmüş, bireysel ve bireyci hayatlara hapsetmek isteyen bu sistemin elindeki en büyük koz ise açlıkla sınamasıdır.” Bizi dört duvar arasında bölünmüş, bireysel hayatlara hapsetmek isteyen bu sistemin elindeki en büyük koz, açlık.
Bu amaçla KHK’lerle insanları sosyal ölümlere hapsettiler, adil olmayan seçimlerle toplumun bütün umudunu sömürüyorlar. Bugün ise “bir kurşun kaç para?” diyerek yaratmak istedikleri toplum düzeni tam olarak bir “açlık toplumudur.” Milliyetçi politikaların çığırtkanlığı yapıladursun, ortada kapitalist sistem açısından dahi inkar edilemez bir gerçeklik var. Ekonomi güven işidir. Para güvenli yere gelir. Hukuk dışı, adaletsiz uygulamalar yatırımcıyı korkuttuğu için dış sermaye yatırımlarını Türkiye’den çekiyor. Bu da TL’de değer kaybı yaşattığı için pahalılığa yol açıyor ve halkın alım gücü düşüyor.
İşte kilit nokta tam da burası. Bugün birebir deneyimlediğimiz açlık, dövizin başını alıp gitmesi de dahil toplumun karşı karşıya olduğu tüm problemler tecrit rejimi ile birebir ilintili. Sayın Abdullah Öcalan’ın toplumsal barış için kuracağı tek kelime dahi topluma ulaşmasın diye, tüm halklara umut olan Rojava modeli yayılmasın diye sınır dışında sıkılan her kurşun, halkların ekmeğinden kısılıyor.
Bu seneki bütçe görüşmelerinde Savunma Bakanlığı’na 1 trilyon 133 milyar 500 milyon liralık bütçe ayrıldı. Bütçe görüşmesinde bulunan milletvekillerimizin somutlaştırdığı birkaç örneği hatırlayalım:
- Bir F-16 akıllı mühimmatı fiyatı 1.2 milyon dolar; 3 bin asgari ücrete denk geliyor,
- Bir fırtına obüs mühimmatının fiyatı 5 milyon dolar; 12 bin 575 asgari ücret veya 18 milyon adet ekmeğe denk geliyor
- Bir saatlik F-16 uçuşu maliyeti 27 bin 927 dolar, 103 emekli maaşına denk geliyor.
Daha açık söylemek gerekirse, F-16 savaş uçakları içeride dışarıda ‘sefere’ çıktığında, ülkenin bir yerinde 3 bin kişi aç kalıyor. Rojava’da ve Başur’da SİHA’lar ile insanlar katledildiğinde, Türkiye’de milliyetçi hezeyanlarla heyecanlanan bir kişi, durduğu yerde daha da yoksullaşıyor. Kürde sıkılan her kurşun, bebek mamalarının marketlerde “çalınmasın diye” kilitlenmesi anlamına geliyor. “Bir kurşun parası” düşünülenden çok daha fazlasına mal oluyor. Yani hem adalet, barış, birlikte yaşam umuduna; hem de halkların gırtlağına çöküyor bu zihniyet.
Hele kadınlar bu açlığın, bu yoksulluğun bambaşka bir boyutuyla yüz yüze bırakılıyor. Genç kadınlar barınamadıkları için eğitim hayatlarına devam edemezken, yetişkin kadınlar da türlü politikalarla iş hayatından uzaklaştırılmaya, eve hapsedilmeye çalışılıyor. Üstelik bu politikalar türlü yollarla kadınlara makul olarak kabul ettirilmek isteniyor. Bu süreçte çizilmek istenen tablonun diğer ucunda günlük yevmiyesi 5 kilo yağ almaya yetmeyen mevsimlik işçisi kadınlar, güvencesiz ve tehlikelerle yüz yüze çalışmaya devam ediyor. İstihdam alanları azaldıkça kadınlar daha çok eve hapsoluyor, ekonomik bağımsızlığı olmayan kadının şiddet alanlarından çıkması çok daha zorlaşıyor. Kısacası birçok boyutuyla kadınlar, havalanan bir savaş mühimmatının ekonomik etkisiyle en çok sarsılan kesim oluyor.
Özetle, İmralı’dan başlayan tecrit koşulları bugün ülkedeki darboğazın birincil sebebi. Her ne kadar iktidar toplumun hafızasını tümüyle sıfırlayıp yerine yeni bir şeyler koymaya çalışsa da, diyalog sürecinde yaşanan barış ortamı çok da eski bir tarih değildi. Yüzümüzü dönüp o süreci düşündüğümüzde aradaki farkı, umudu çok net görebiliriz. Bugün toplumu bu darboğazdan çıkarmanın tek yolu adil, demokratik bir toplum inşasıdır. Burada görev herkesin. Etki alanından bağımsız herkes bu düzeni değiştirmek için kolları sıvamalı. Bu ülkenin en önemli sorunu olan “Kürt sorunu” hep beraber çözülmeli. Çünkü aynı coğrafyada bir halkın hapsedilmek istendiği karanlık, başka bir halkı hiç aydınlatmadı, aydınlatmayacak.