Özgürlük direnişi, tarihi bir dönemeçten geçiyor. Riskler ve olanaklar iki düşman kardeş gibi büyüyor, serpiliyor. İmralı’da devrede olan egemenin politikası Türkiye ve Kürdistan’a yayılıyor. Kürdistan ve Türkiye İmralılaşıyor. Ama korku ecele fayda etmiyor; İmralı’daki düşünceler kıtaları aşıyor
Cengiz Çiçek*
Özgürlük, bir siyasal talep ve toplumsal mücadele etrafında anlam kazanıyor. Teori ile pratik, yaşam ile politika, hak ile batıl arasında diyalektik ilişkiler kurarak tarihe nakşediyor kendisini. Özgürlük, kuvveden fiile geçmenin de adı oluyor. Özgürlük için ortaya çıkan her eylemin arkasında da milyonları motive eden büyülü bir fikir, olmazsa olmaz bir duygu yatıyor. Eylem fikrin, duygunun politikasının bedenleşmiş hali oluyor. Eylem, soyutu somuta, müphemi belirginliğe, yılgınlığı inanca, olmazı olura dönüştürüyor. Bunun yanı sıra politikleşmemiş duyguların doğal sonucu olarak ortaya çıkan lümpenliğe, liberalizme, sağcılığa ve oblomovculuğa hakikatin devrimci tokadıdır eylem.
18-19 Kasım günlerinde gerçekleştirilen Gemlik Özgürlük Eylemi’nin niteliği de buydu esasında. Dile kolay, çeyrek asırlık bir “zulüm adası”nda yeryüzünün Zeusları işkencelerine devam ediyor. Fakat ada, Zeusların karşısında bir direniş mekanına dönüşüyor. Teslim alma ve direnmenin karşı karşıya geldiği bir arenaya dönüşüyor İmralı. Sadece karşı karşıya gelenlerin değil destekçilerin ve gönül verenlerin de karşılaşması bu. İmralı’daki her imparatorluk uygulaması, “direnen”e gönül verenlerin saflarını ıssızlaştırmayı amaçlıyor. Tıpkı adadaki mutlak ıssızlık gibi. İşte 18-19 Kasım Gemlik Özgürlük Yürüyüşü, geçmişe bir öykünme ya da zamanın bir avuntusu değildi. Yaşanmış olanın toplamını ve an’ın gerekliliklerini, yol haritasını kristalize eden, netleştiren bir tutumdu, irade beyanıydı.
Özgürlüğe yürüyenler
Gemlik, avukatların yıllar yılı İmralı’ya ulaşmak için arşınladığı yoldu. İmralı yolunun karadan deniz aşamasına geçişinin merkeziydi. Deniz sonsuzluktu, enginlikti. Gemlik, dönüş yoluydu; denizin karayla; adalının karanın insanıyla buluşma noktasıydı. Yıllar sonra yürüyenler, yolu tersine çevirenlerdi; “madem ada gelmiyor, biz adaya gideriz, adalı oluruz” diyenlerdi. Belki bedenlerin değil milyonlarca yüreğin yürüyüşüydü Gemlik. Yol, özgürlük yoluydu; yürüyüş, özgürlük yürüyüşüydü. Yürüyüş vefaydı, yoldaşlıktı. Yoldaşlık, yetmezliğin özeleştirisiydi; Prometheus’u işkenceden kurtaran Herakles olmaktı.
İmralı, ölümlülerin “ölümsüzler” karşısındaki cüretinin “cezası” idi. Özgürlük Yürüyüşü de ölümlülerin, ölümsüzlük iksirini aramaktan vazgeçmesiydi. Bu, özgürlüktü, özgürlüğün politikasında buluşmaktı. Özgürlük politikası, yeryüzü tanrılarının ayeti konumundaki hukukun bile adaya giremediği tekinsizliğe başkaldırıdır, isyandır. İmralı’dan Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya dayatılan köleliğe, kuşatmaya karşı özgürlüğünün ısrarıdır. Çünkü politika düzenleyicidir, kurucudur. Özgürlük olmadan politika, politika olmadan özgürlük düşünülemez. Dolayısıyla politika hakkı elinden alınanın, özgürlüğü de ortadan kalkar.
Kürt halkı şahsında özgürlük ve dayanışma zihniyetli bütün kesimlerin kolektif değerlerini kırıma uğratmak, kendisi olmaktan çıkarmaktır. Yabancılaştırmaktır mutlak tecrit, çoklu krizlerin davetiyesidir. Yeni ve kurucu olanın dile gelmesini, vücut bulmasını, bilince çıkarılmasını engellemektir. Bu hal, OHAL’dir ve mevcut egemenlik ilişkilerinin, sömürgeci politikaların devamıdır; devrimci politikanın ölümüdür.
Özgürlük Yürüyüşü de uçuruma doğru son sürat giden trenin içindekilerin “imdat frenini çekme” eylemidir. Maurice Merleau-Ponty de, “Gelecekte cahiller okuma yazma bilmeyenler değil, görüntüyü okuyamayanlar olacaktır” derken sanki geçmişten bugünlere, Özgürlük Yürüyüşü eylemine seslenir gibidir. Sömürge olanın umarsızlığı, hâkim ulus olanın arzularının köreltici ortamında gerçekleşen Özgürlük Yürüyüşü de kurtuluşun fotoğrafıdır. Bu fotoğrafta “adsız” milyonlar ve onların “görünmez” emekleri var. O nedenle fotoğraf son derece net ve durudur. Velhasıl kelam; tarihi, konfor alanlarından tespit yapanlar, akıl verenler değil; teoriyi “hareket”li kılanlar ve kararlılıklarıyla yollara düşenler yazıyor. Ve bir kez daha geçmişten bugüne; adı sanı bilinmeyenlerin özgürlüğe yürüyüşünün ağırlığı altında tonla borç birikiyor.
Gemlik’ten portreler: Özgür özne, özgür ülke
Borç birike dursun, Gemlik’te otobanın kenarında yağmur ve fırtınaya karşı özgürlüğe yürüyen kadınlar, Öcalan’ın bahsettiği “kapitalizmin gerçeği yazdırmama ve çarpıtarak teslim alma” girişimine karşı hakikatin ve direnişin adresi oluyor. Ve böylece bir kez daha özgür ülkenin yolu örülüyor. Gemlik yolunda maviyle, yeşille; yağmurla, fırtınayla harmanlanan “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı, sadece özgür ülkenin değil özgür dünyanın kamusal kimliği olarak inşa ediliyor. Meşa Azadiyê ile kadınlar bir kez daha “metaların kraliçesi”, erkekliğin üretim aracı gibi hapsedilmek istendiği kimliklere ve her düzeyde yeniden tesis edilen patriarkaya karşı toplumsal özgürlüğün öncüleri oluyor. Kadınların isyanı, DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar’ın şu cümlelerinde bir kez daha yolunu bularak özgürlük politikasına su taşıyor: “Bizler hem tecridin bir rejim haline getirilmesine izin vermeyeceğiz hem de bu ülkede demokrasi, eşitlik ve özgürlüğün tesis edilebilmesi için Sayın Öcalan’ın özgürlüğü sağlanıncaya kadar mücadelemizi yürüteceğiz.”
Bu sözlerden bir gün önce Amed başta olmak üzere Kürdistan’da Özgürlük Yürüyüşü için bir araya gelenler, ablukaya alınıyor.
“Kültürel soykırım kıskacında” olan Kürt halkının siyasi soykırımını hedefliyor. Çöktürmeyle olağan üstü olağanlaşıyor, istisna kurala dönüşüyor. Ayrıca Çöktürme, Dersim’deki “Tertelê Peen” öncesi, dönemin Genelkurmay raporlarında yer verildiği üzere “koloni gibi ele alınmanın” kendisi oluyor. Amaç bellidir: “Kürdistan’da yaprak kımıldamamalıdır, tarih tersine çevrilmelidir.” O nedenle ilk sözü kuran (Öcalan) ile söze katılanlar (Kürt halkı) arasına girerek mutlak bir sessizlik, kendinden kaçışı yaratmak temel hedeftir. Gemlik Yürüyüşü de ilk sözü yere düşürmemenin, ilk söze sahip çıkmanın, ilk sözü kurana yoldaş olmanın yürüyüşüdür. Kurulacaksa sonraki sözler, ilk sözün üzerine söylenmeliydi. Tıpkı kutsal kitapların birinde yazıldığı gibi “başlangıçta söz vardı” ve o söz bugün ezilen milyonların yüreğinde, bilincinde kendin olmaktır, “xwebûn”dur. Xwebûn, zor ile rıza üretmeye çalışan modern imparatorluk karşısında meşruluktur. Neticede haksızlık, zor aygıtlarıyla; hak, meşrulukla üretir kendini. Meşru olan haklıdır; haklı olan devrimcidir; devrimci olan dönüştürücüdür; dönüştürücü olan özgürleştiricidir. O sebeple Gemlik Yürüyüşü özgürleştiricidir ve özgür ülkenin özgür yurttaşlarının eylemidir.
Bitimsiz yürüyüş: Özgürlük
Özgürlük direnişi, tarihi bir dönemeçten geçiyor. Riskler ve olanaklar iki düşman kardeş gibi büyüyor, serpiliyor. İmralı’da devrede olan egemenin politikası Türkiye ve Kürdistan’a yayılıyor. Kürdistan ve Türkiye İmralılaşıyor. Ama korku ecele fayda etmiyor; İmralı’daki düşünceler kıtaları aşıyor. İmralı, Kürdistan oluyor, Türkiye oluyor, Ortadoğu ve dünya oluyor. 74 yaşındaki adalının özgürlüğü için dünyanın 74 merkezinde aynı anda sesler yükseliyor. Halka halka yayılıyor bu sesler; kulaktan kulağa, yürekten yüreğe bitimsiz bir yürüyüşün özgürlük durakları oluyor. Büyük insanlık yeni yaşamın değerlerini yoğuruyor, kendini yaratıyor ve ayağa kalkıyor. Yerin derinliklerinden gelip ayağa kalkanlar, “Bir kez ayakları üstünde dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan” sözünü yükleniyor.
Şimdi mi? Şimdi ise olduğu yerde kalamayanların, Özgürlük Yürüyüşü’nü meşalelerle harlamasının zamanıdır. Şimdi yeni yollarla tanışma zamanıdır. Şimdi İmralı kapılarını ardına kadar açma zamanıdır. Şimdi özgürlük zamanıdır. Şimdi Dante’nin söylediği gibi “Sen yolunda yürü. Bırak ne derlerse desinler” özgüvenini ve cesaretini gösterme zamanıdır!
*Bu yazı PolitikART’tan alınmıştır.