İmralı’da yıllardan bu yana her gelişmenin, bir çarpan etkisiyle hukuk düzenini, insanı, toplumu ve yaşamı etkilediğini somut gelişmelerle açıklamaya çalıştık. Bu gelişmeler dışında siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ve akademik etkisi daha ayrıntılı ele alınmayı hak ediyor
Rêzan Sarıca
Yasaların yaşamı daraltmak yerine toplumsal sorunlara özgürlük temelinde çözüm üretme kabiliyetine sahip olması temel bir beklentidir. Ancak geçmişten bu yana belirleyici olarak iktidar tarihi ile paralel seyreden bu kurallar düzeni, toplum ve halklar karşıtı, iktidar ve sermaye tekellerinin çıkarları doğrultusunda bir değişim süreci geçirmiştir.
1999 Şubat’ından bu yana İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Sayın Abdullah Öcalan şahsında yürütülen “yasal düzen” de 25 yıldır bir iktidar ve hükmetme biçimi ortaya çıkarmıştır. İmralı’nın resmi ve gayri resmi statüsü, fiili uygulamaları, mekân ve kişiye özel getirilen kuralları somut ve yaygın bir şekilde herkesi etkiler hale gelmiştir. Biraz bu düzenin gelişim seyrine -ağırlıklı olarak “hukuksal” gelişmeler üzerinden- odaklanmak günümüzü anlamak açısından önemli olacaktır.
Bilindiği üzere İmralı, tek kişilik bir ada hapishanesi şeklinde ilk defa Sn. Öcalan için yeniden inşa edildi. Toplumdan uzaklaştırma ve yaşamdan koparma anlayışı üzerinden tecrit sistemsel olarak üretilmeye başlandı. Bu sistem zaman içerisinde yöntemsel ve mekânsal dönüşümler geçirdi. Türkiye’de F Tipi hapishanelere geçişin böylesi bir tarihi dönemeçten sonra gelmesi birbirinden ayrı düşünülemez. “Hayata Dönüş” adı altında insan dışı mekanlar üretildi. Yüksek Güvenlikli Hapishane tarzı fiilen İmralı’da devreye girdikten sonra Yüksek Güvenlikli hapishaneler kurulmaya başlandı. İmralı Ada Hapishanesi, resmi olarak 17 Kasım 2009 tarihinde F Tipi statüsüne geçirilse de başından itibaren askeri yasak alan içerisinde yüksek güvenlikliydi. Bugün izolasyonun yeni tip hapishanelerle daha da derinleştirilmeye çalışılması iktidarın koşulları geçmiş üzerinden belirleme karakterinden kaynaklanmaktadır.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis şekli yani “ömür boyu” hapis de Sn. Öcalan’dan dolayı 2002 yılında getirilen bir değişiklikti. Arkasında idamdan aşağı kalmayacak bir ceza fikri yatmaktadır. Bu olağanüstü rejim 20-25 yıldır herkese uygulanabilir bir yasa hükmü haline geldi ki o gün bugündür uygulanıyor. Ömür boyu infaz şeklinin dışında bu düzenleme tecride en elverişli hale getirilen düzenlemedir. Bunun ifadesi olan İnfaz Yasası’nın 25. Maddesi haklar dünyasını en sınırlandırılmış şekilde belirlemiştir.
Hükümlülerin avukatlarıyla görüşme koşulları ise 1 Haziran 2005 tarihinde devreye giren “Öcalan yasaları” ile kötüleşmeye başladı. Bu değişiklik avukat-hükümlü görüşmelerinde personel bulundurmayı ele alıyordu. Buna rağmen yürürlüğe girdiği ilk gün İmralı’da “yasal çerçeveyi” de aşacak şekilde görüşmeler kayda alındı. Kimsenin aklında o an bu değişiklik ile uygulama tarzının bir gün dönüp yaygınlaşacağı düşüncesi yoktu. Ama 2005 yılında başlayan sınırlayıcı ve gayri resmi uygulama, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra OHAL ile birlikte Kanun Hükmünde Kararnameler’de yerini aldı. Ve bu uygulama şekli daha genel ve geniş kapsamlı bir “yasal” görünüme döndü. Akabinde binlerce tutuklunun avukat ziyaretleri, görevli personel ve kamera ile izlenmeye, sesli görüntülü kayda alınmaya başlandı. 2018 Şubatı’nda ise bu KHK hükmü torba yasa ile kanunlara kalıcı olarak yerleştirildi. Yani İmralı Ada’sındaki fiili uygulamalar ile yasanın eski 59/4. maddesi harmanlanarak, infaz yasasının 12 fıkradan oluşan yeni 59. Maddesi’ne dönüştürüldü. Bu yaklaşım elbette fiiliyatta aile görüşmelerine de yansıdı. Hatta yıllar sonra adli tutuklularda görüntülü konuşma sisteminin getirilmesi “iktidarın gözünden” kaçmadı.
Aynı yöntem avukatların yasaklanması şeklinde de devreye girdi. 2005 “Öcalan Yasaları”ndan hemen sonra 1 yıl içinde avukatlar İmralı için yasaklanmaya başlanmıştı. Ama ne DGM’lerde ne 90’larda böylesi avukat yasağı vardı. Şimdi ise infaz yasasının 59. Maddesi’nde herkese uygulanabilir şekilde var. Bu husus son yıllarda avukatların bazı yargılama dosyalarında müdafilikten alıkonulması, 3 avukat ile sınırlandırılması veya soruşturma dosyalarında yasaklı avukat listelerinin tutularak soruşturma dosyasına girilememesi şeklinde de karşımızı çıktı.
AİHM Sn. Öcalan başvurusunda, ömür boyu hapis cezasının işkence yasağına aykırı olduğuna dair 18 Mart 2014 tarihinde ihlal kararı vermişti. Bu karardan sonra yasal değişikliklerin yapılması, belirlenecek belli bir infaz süresinden sonra Sn. Öcalan’ın koşullarının değerlendirilmesi gerekiyordu. Elbette bu değerlendirme mekanizması, toplumla yeniden buluşabilme umudunu taşıyabilmeye olanak vermeliydi. Türkiye’nin halen bu belirlemeler doğrultusunda acilen adım atmakla yükümlü olduğunu hatırlatmak isterim. Böylesi pozitif bir gelişme yerine fakat tam da bu meseleden doğan çok olumsuz bir genel uygulama başladı: “İyi hal” meselesi…!
14 Nisan 2020 tarihinde infaz yasasının 89. Maddesi’nde sessiz sedasız “idare ve gözlem kuruluna” birçok yetki verildi. Daha önce şartlı tahliye süresi gelen hükümlülerin serbest kalmasının önündeki tek engel TMK’nin 17. Maddesi’ndeki en az 3 hücre cezasına dair düzenlemeydi. Yeni düzenleme ile şartlı tahliye aşamasına gelen hükümlüyü bırakıp bırakmama takdiri neredeyse tamamen bu kurula verildi. Kurul, Yargılama mahkemelerinden, İnfaz hakimliklerinden daha çok belirleyici hale geldi. Sn. Öcalan’ın AİHM kararının yerine getirilip getirilmediği süreci Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nezdinde devam ediyor. Türkiye oraya “biz kararın gereklerini yerine getirdik” şeklinde sunumlar yapmıştı. Fakat bugün ortaya çıkıyor ki özgürlük umudu içerecek bir denetim mekanizması yerine idare ve gözlem kurulu denetimindeki hapsedici “iyi hal” değerlendirme mekanizması getirilmiştir. Bu düzenleme, AİHM kararına uymama, Sn. Öcalan’ın özgürlüğünün engellenmesi, serbest kalma tartışmasının dahi kapatılması, AİHM ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin olası etkisinin kırılması için atılan bir adımdır.
Maalesef bugün sistematik ve çok yaygın bir şekilde tüm hapishanelerde uygulandığına, öngörülemez düzeyde herkesi keyfi olarak etkilediğine şahit oluyoruz. Serbest kalması gereken mahpuslar bırakılmayıp 6 ay, 9 ay, 1 yıl, 2 yıl ve daha uzun sürelerle hapsedilmeye devam ediliyor, ailelere ve toplumun büyük bir kesimine acı çektiriliyor. “Gözünün üzerinde kaşın var” gibi gerekçelerle özgürlüklerinden alıkonuluyor. Disiplin cezaları ile de bu alıkoymaya dayanak üretilmeye çalışılıyor. Tıpkı İmralı’da volta atıp diyalog geliştiren Sn. Öcalan’a verilen disiplin cezaları gibi.
Yüksek Mahkeme kararlarının uygulanmaması konusu da İmralı penceresinden bakılmasını gerekli kılıyor. Bugün AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması üzerinden yaşanan tartışmalar, iktidar gerçeğinin anlaşılmasını engellediği gibi çözüm yollarının da yanlış yerde aranmasına yol açıyor. Yüksek Mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi dile getirilenin aksine ne yeni ne de ilktir. Bu devlet, Sn. Öcalan’ın 2005 AİHM Büyük Daire yeniden yargılama kararını uygulamamak için 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 311/2. Maddesi’nde istisnai ama “kesin” mahiyette bir düzenleme getirdi. AİHM’in yeniden yargılama kararları, “4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır” denildi. Sn. Öcalan’ın başvurusunun 4.2.2003 tarihinden önce yapıldığı, bu tarihte henüz kesinleşmediği bilinerek özel dizayn edilmiş bir yasa maddesidir. Sn. Öcalan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmeden 2003-2005 tarihli AİHM kararından hiçbir zaman yararlanamadı. Elbette o dönemde yüzlerce kişi de bu madde nedeniyle yeniden yargılanma hakkından mahrum kaldı. Bu düzenlemenin niteliği, getirilmesindeki anlayış derinliği, yerel mahkemelerin “takdiri” şeklindeki itirazları veya yerel mahkemelere “müdahale” gibi serzenişleri devede kulak misali bırakır.
Benzer şekilde AYM’nin 26 Haziran 2014 tarihli Sn. Öcalan’ın ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine dair kararından sonra onlarca şehirde ve mahkemede “Demokratik Uygarlık” ismindeki kitap AYM kararına rağmen yeniden yasaklandı. AYM kararı sonrası kitabı basan ve bulunduran insanlar da yargılandı ve cezalandırıldı. Umut hakkı ile ilgili AİHM 2014 kararı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin Sn. Öcalan’ın derhal avukatları ile görüştürülmesine dair 6 Eylül 2022 tarihinde verdiği tedbir kararı halen uygulanmayı bekleyen kararlar.
İmralı’da yıllardan bu yana her gelişmenin, bir çarpan etkisiyle hukuk düzenini, insanı, toplumu ve yaşamı etkilediğini somut gelişmelerle açıklamaya çalıştık. Bu gelişmeler dışında siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ve akademik etkisi daha ayrıntılı ele alınmayı hak ediyor. Fakat bugün sanatçı üretemiyor, toplumla bağ kuramıyorsa, komedi alanı absürt bir hal almışsa, gazeteci otosansür uyguluyorsa, yazarlar ve aydınlar toplumun bilinçlenmesini sağlamıyorsa, akademik kurumlar yalnızca tek tip zihniyeti besliyorsa, siyaset tıkanıyor ve her alanda yabancılaşma yaşanıyorsa, herkesin dönüp bakacağı yer İmralı olmalıdır.
Ülkeyi yöneten rejimin İmralı’ya “hukuksal”, “siyasal”, “ahlaki” yaklaşımı ile ülkeyi yönetme biçimi aynıdır. İmralı’da Sn. Öcalan şahsında uygulanan yasak, tecrit-izolasyon, sansür, haber alamama halleri ülkeye hakim olan anlayışa dönüşmüştür. Toplumun özgürce hareket edip kendini ifade edememesi ile Sn. Öcalan’ın hapisliği ve toplumun gelecekle ilgili yaşadığı kaygıyla İmralı’dan haber alamama arasında doğrudan bir neden sonuç ilişişi vardır. O yüzden İmralı’daki mevcut bilinmezlikle hapislik durumuna son vermeden özgürleşmek de öngörülebilir bir yaşama kavuşmak da mümkün görünmüyor.
*Asrın Hukuk Bürosu avukatı