Son günlerde en çok haber olan konu HEDEP Gençlik Meclisi’ne yapılan baskılar ve onun getirdiği gözaltılar. HEDEP her zaman gücünü kadınlardan ve gençlikten alır. Bu gücün diğer en belirgin olduğu alan genelde basın olur. Gazetecilik yapan kadın ve gençlik, Türkiye’de yaşanan adaletsizliği, ekonomik sorunları, sağlıktaki olumsuzlukları, eğitimin nasıl çürüdüğünü ve özellikle de Kürt toplumunun haklarını dile getirmeyi en zor koşullarda kamuya yansıtmayı görev bilmişlerdir. Aynı zamanda siyasi partilerde de itici güç olmuşlardır. Gençliğin böyle itici bir güç olması bugünlerde bazı kesimleri rahatsız etmiş durumda. Özellikle de HEDEP gençliğine baskılar artmakta. Seçimler yaklaştıkça bu baskıların daha da artacağını tecrübelerimizden biliyoruz. Ülkenin gelişmesi açısından bu insanlara imkânlar sunulması gerekirken onları işlevsiz kılmaya kimsenin hakkı yoktur. Gençlerimizin bu ülkede şansı olmadığını yanlış siyasi uygulamalarla hep gösterdiniz. Gençlik ve kadın kotalarının olması bu ülkede değişim ve yenilik açısından önemli bir nedendir. Dindar, kindar, ırkçı, cinsiyetçi bir nesil yerine bilim, kültür, sanat ile uğraşan bir nesil ancak bu ülkeyi düzlüğe çıkarır.
Bunları yazarken başka bir haber ile karşılaştım. Bursa Ülkü Ocakları başkanı Mehmet Saltık gazeteci Neşe İdil’i “beyaz Toros” göndermesiyle tehdit etti. Bursa şehrinin bu “Toros” hayranlığını Amedspor’dan tanıyoruz. Tabii her Bursalı için elbette geçerli değildir bu. Toros hayranlığının sadece arabaya ve araba üretilen şehre duyulmasını elbette isterdik. Biz Bursa’yı yeşilliği ve İskender kebabıyla tanırız ve severiz. Oysa bu ırkçı söylemler ve insanları tehdit etmeler konusunda hukukun işletilmesi gerekmektedir. Ama maalesef hukuk ve adalet ayaklar altında. Esas sorulması gereken bu açıklamaları, tehditleri yapanlar güçlerini nereden alıyorlar? Bu yaşananlara bir de “Fatih Terim Fonu” eklendi. Günlerdir bu konu konuşuluyor. Ülkede bu kadar sorunlar varken görülmeyen daha doğrusu görülmek istenmeyen sorunlar da patlak vermeye başladı. Herkes birbirini “kaz yolar gibi” yoluyor. Terim’in “ders almam, ders veririm” sözü “kimseye ben ifade vermem” sözüyle örtüşüyor. İşin en püf noktası da Emre ve Arda’nın bu konu için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme talebi. Erdoğan ülke sorunlarını çözüme kavuşturamazken bu sorunu mu çözecek sorusu aklımıza geliyor. Eğer bu sorun da diğer sorunlar gibi adalet saraylarının tozlu raflarında yerini alacaksa vay halimize.
Ekonomik sorunlar büyüdükçe umutlar da tükeniyor. Türkiye’de ekonomisi nasıl diyenlere cevap olarak bu veriler yeter. Asgari ücret net 11.402 TL. Yoksulluk sınırı 45.486 TL. Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 18.239 TL. Maalesef emeklilerin durumu daha da vahim. Ama iktidar medyası ve ülkeyi yönetenler devamlı pembe tablo çizmeye devam ediyorlar. Devamlı dile getirdikleri de “2026 yılında daha iyi olacak” yani halk iki sene daha dişini sıkacak. Bugünümüzü rahat yaşayamadıktan sonra, huzuru gelecekte aramak ne işimize yarar. Bana huzurumu şimdi sağla. Verilen sözler hep ileriye dönük ve erteleme politikası üzerine kurulu. Devamlı algı operasyonları devrede. İnsanlar bunları görmekten ve böyle yaşamaktan bıktılar artık.