3 yıla yakın devam eden mutlak tecrit sadece tecrit altında tutulanlar, aileleri ve hukuk dünyasında bir yansımaya sebep olmuyor, bir ülkenin demokratikleşme düzeyini, sosyo/ekonomik ve yaşam koşullarını da doğrudan etkilemektedir
Ekin Yeter- Serhat Çakmak*
Adalet Bakanlığı’na bağlı İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bulunan Sayın Abdullah Öcalan, Sayın Veysi Aktaş, Sayın Hamili Yıldırım ve Ömer Hayri Konar 32 aydır mutlak tecrit altında olup dış dünya ile bağlantıları hukuk eliyle gayri hukuki bir şekilde kesilmiştir. Mutlak tecrit hali hukuk dünyasında düzenlenmiş bir düzenleme olmamasına rağmen hukuk aracılığıyla bu sonuca ulaşıldığı için bu kavramı hukuk/politik ekseninde değerlendirmek ve yaratmış olduğu hukuksal/toplumsal tahribatları bu düzlemde değerlendirmek gerekir.
Ceza infaz kanununda olmayan bir kavram özelde bir insanın hapishane koşullarını, sağlığını, ailesini; genelde ise bir ülkede yaşayan vatandaşların yaşam şeklini, siyasal, sosyal, ekonomik ve refah düzeyini anca bu kadar etkileyebilir. İşte bu kavram tek kelimeden ibaret olsa da tüm ülkenin kaderini etkileyen bir sistem haline geldi.
Dayanağını 5275 Sayılı Kanununun disiplin cezalarını düzenleyen kısmından alan fakat konu itibari ile disiplin cezaları ile açıklanamayacak; bir kanununun veyahut kanun maddesini çoktan aşan, hukuk düzeninde yeri olmayan ve hukukun açıklanması için yeterli olmadığı uygulamanın adı TECRİT. Kürt sorununun yüzyıllık çözümsüzlüğü ve Kürtlerin bir halk olarak temel haklarından yoksun bırakılmaları ile sonuçlanan bölgesel ve uluslararası konsensüsün en çok somutlaştığı ve topluma en çok sirayet ettiği uygulamanın adı TECRİT.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Sn. Öcalan’a özgü inşa edilmiş tek kişilik bir ada hapishanesidir. Sn. Öcalan 15 Şubat 1999 tarihinden beri İmralı Ada Hapishanesi’nde tek kişilik hücrede tutulmaktadır. O günden beri kişiye özel statü ve uygulamalarla yönetilen İmralı Ada Hapishanesi’nde Sn. Öcalan ilk on yıl boyunca bu ada hapishanesinin tek mahpusuydu. Daha sonra bu hapishaneye başka hücreler eklenip başka mahpuslar getirilse de haftaiçi 23 saat, haftasonu 24 saat boyunca tek kişilik hücrede tutulmaya devam etmiştir. Kurulduğu günden bu yana temel hak ve özgürlüklerin sistematik ihlaline sebep olan İmralı Ada Hapishanesi’nde yasalarda, Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde tanınan avukat, aile görüş hakları, dış dünya ile telefon, mektup, faks vb. her türlü iletişim aracıyla haberleşme hakları tümüyle ortadan kaldırılmış vaziyettedir.
Dönem dönem demokratik kamuoyunda, hapishanelerde gelişen mücadeleler neticesinde kısmen esnetilen bir tecrit uygulaması söz konusu olsa da, derinleştirilen tecrit uygulamaları kapsamında son avukat görüşü 7 Ağustos 2019 tarihinde yapılmış, son telefon görüşü ise 25 Mart 2021 tarihinde yapılmış olup, yarıda kesilen bu telefon görüşmesinin neden kesildiği dahi kamuoyuna açıklanmamıştır.
7 Ağustos 2019 tarihinden beri yapılan tüm girişim ve başvurulara rağmen hiçbir avukat İmralı Ada Hapishanesi’ne gidememektedir. Avukatları, bu hapishanede tutulan mahpuslara taraf oldukları davalarda hukuki yardım sunamadıkları gibi, müvekkilleri ile telefon ya da mektuplaşma da dahil olmak üzere hiçbir şekilde haberleşemediklerinden, müvekkillerinin sağlık durumları hakkında da bir bilgiye sahip değiller. Bunun yanı sıra bugüne kadar verilen disiplin cezaları hiçbir şekilde avukatlara tebliğ edilmemiş, kararların bir örneği dahi kendilerine verilmemiştir. Anayasa, yasa, yönetmelik…vs hiçbir düzenleme bir avukata bir kararın bir suretinin verilemeyeceğine, dosyalarda Uyap kaydı yapılamayacağına, karar içeriklerinin kamuoyuna yansıması gerekçesi ile gerekçesiz kararların hazırlanacağına dair aksi bir düzenleme içermemesine rağmen dayanağını 5275 sayılı Sayılı Kanundan alan disiplin cezalarının bir örneğinin avukatlara verilmemesini, gerekçesiz disiplin cezası kararlarını, kararların kesinleştikten sonra avukatlara tebliğ edilmesini, sistematik hale getirilerek yılları bulan telefon, aile ve avukat görüş kısıtlılık kararlarını hukuken hangi gerekçe ile açıklayacağız? Bu durumda bu basit soruyu sormak gerek; Hukuk yeterli değil mi, hukuk uygulanmıyor mu?
Disiplin cezalarına karşı yapılan başvurularda mahkemeler işlevsiz kalmakta, bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’ne yapılmış 70’in üzerinde başvuru bekletilmekte ve bu uzun yıllar geçmesine rağmen başvurularda olumlu veya olumsuz hiçbir karar verilmemiştir. Mevzuatın uygulanmadığı bir yerde mahkemelerin de ne derece var olduğu mevcut durum ile gayet iyi anlatılmaktadır.
CPT 5 Ağustos 2020 tarihli raporunda Sayın Abdullah Öcalan, Sayın Veysi Aktaş, Sayın Hamili Yıldırım ve Ömer Hayri Konar’ın durumunu haber alamama hali “Incommunicado” olarak tanımlamış, kabul edilemez bu duruma son verilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.
Yine Sn. Öcalan ve diğer üç mahpusun avukatlarının tedbir talepli başvurusu üzerine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi 2022 yılının Eylül ayında tedbir talebini kabul ederek, başvurucuların derhal kendi istedikleri avukatlarla, herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadan görüşmelerinin önünün açılmasına hükmetmiş; fakat Türkiye bu kararın da gereğini yerine getirmemiştir. Ocak 2023’te avukatların İnsan Hakları Komitesi’ne yaptıkları haber alamama durumunun devam ettiğine dair bilgilendirmeden sonra Komite, tedbir kararını Türkiye’ye tekrar hatırlatmış olmasına rağmen maalesef Türkiye bu kararın gereğini yerine getirmekten kaçınmıştır.
Türkiye; bu tavsiyeleri yerine getirmek bir yana, İmralı’daki tecrit sistemini adeta meydan okurcasına daha da derinleştirmiş ve İmralı Hapishanesi’ni erişilemez, haber alınamaz bir mekân haline getirmiştir. “Incommunicado” kavramı ile hukuken bir kara deliğe dönüşen İmralı Tecrit Rejimi ile aslında Sn. Öcalan ve diğer 3 siyasi mahpusun hakikatlerinden kopartılması, toplumla bağlantılarının bir bütünen kesilmesi, tecrit sistemi içerisinde kaybettirilmeleri ve unutturulmaları amaçlanmaktadır.
Gelinen aşamada ise ulusal ve uluslararası yargı mekanizmaları da bu konuda üç maymunu oynamaktadır. Türkiye’de devam eden ve iç hukuk yolları tüketilmediği için doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapılamadığından etkili olabilecek bir kurum olan CPT son süreçte maalesef bulunduğu kurum ciddiyeti ile hareket etmemektedir. İmralı Ada Hapishanesi’ne yaptığı hapishane ziyaretlerinin sayısını son yıllarda düşürdüğü, aynı zamanda ziyaretlerde bir hak ihlalinin var olup olmadığına dair kamuoyuna hiçbir bilgi paylaşmadığı, “gördük, sağlığı iyiydi” açıklaması dahi yapmadığı gibi, tecride yönelik koşulların var olduğuna ve bunun sona erdirilmesi için Türkiye’ye iletip iletmediği dahi bilinmemektedir. Bu kadar özgün çalışma alanı olan bir kurumun sadece hapishane ziyareti yapıp ardından hiçbir raporunu kamuoyuna paylaşmaması, tecrit koşullarının ortadan kaldırılması için üye ülkeye bu konuda hiçbir bildirim yapmaması bu kurumun var olma amacını ciddi anlamda sorgular hale getirmektedir.
Mevzuatın ilgililer tarafından uygulanmadığı, uygulanması için mahkemelere başvurulduğu, fakat mahkemelerin görmezden geldiği, hiçbir zaman hukuki bir değerlendirme yapmadığı, de facto bir hale dönüşen bu durumu hukuk dünyasında bir kavram içerisinde maalesef değerlendiremiyoruz. Tesis edilen bir işlemin hukuk dünyasında her zaman bir karşılığı bulunmalıdır, bu Anayasa’nın 2. Maddesinde düzenlenen “Hukuk Devleti Olma” ilkesi olmakla birlikte devletin meşruluğunun da en büyük garantisidir. Bir işlemin hukuken karşılığı yok ise, hukuk dünyası içerisinde açıklanamıyorsa bu işlem açısından hukukilik değerlendirmesi artık yapılamayacaktır. Hukuku uygulamayan devletin meşruluğu tartışması gündeme gelecektir. Meşru olmayan bir devletin bulunduğu pozisyon artık hukuk ile açıklanamayacağı da aşikardır.
Tüm bu hukuksuzluklar kapsamında; 10.06.2022 tarihinde avukat görüşmesinin gerçekleşmesi talebiyle 29 baroya bağlı 775 avukat yetki belgesi ile Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunmuş, yapılan başvuruya halen bir dönüş gerçekleşmemiştir. Yine Avrupa ülkeleri başta olmak üzere 22 ülkeden 350 avukat 14.09.2022 tarihinde, Ortadoğu’nun farklı ülkelerinden 756 avukat ise 19.09.2022 tarihinde Adalet Bakanlığı’na başvuru yaparak İmralı Ada Hapishanesi’nde avukat görüşü gerçekleştirme talebini sunmuştur. Yapılan bu başvurulara da herhangi bir yanıt gelişmemiştir. Yine Sn. Öcalan ve diğer 3 siyasi mahpusun aileleri düzenli olarak Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na görüş başvurularında bulunmaktadır. Ancak olumlu hiçbir yanıt verilmemiştir.
Tecridin hukukiliği/hukuksuzluğu ortada iken; buna dair avukatların yapmış olduğu bunca görüşme başvurusu, ailelerin ziyaret talepleri varken bu taleplere olumlu veya olumsuz bir cevap verilmemiş, aksine tecridi dillendirmek bile bu ülkede yaşayan insanlar için ayrı bir yargısal tehdit halini almıştır. İnsanların en demokratik haklarından biri olan toplanıp bu konuda açıklama yapma haklarının (Anayasa 34. Madde) tamamında kendilerine izin verilmemiş, toplanan insanlar gözaltına alınıp özgürlükleri hukuk aracılığıyla tehdit edilmiştir. Basında tecrit kavramına dair söylenen her sözün karşılığı ya bir soruşturmaya dönüp tutuklanma ile sonuçlanmış ya da bir yargılanma konusuna dönüşmüştür. Bu durumda tecridin hukuksuzluğu ayrı bir hukuki garabet iken bunun dile getirilmesi, konuşulması dahi zımnen yasaklı bir hal almış, fiilen uygulanan bir kanun maddesi ile eş değer bir yaptırıma tabi tutulmuştur. (TECRİDİ DİLLENDİRMEK=FİİLEN UYGULANAN AMA MEVZUATTA OLMAYAN BİR YASAKLI MADDE) Dokunan, söz kuranın yandığı, bir şekilde cezalandırıldığı bir mevzuatın bir kanun maddesine dönüşmüş bir vaziyette.
Dünya deneyimlerine baktığımızda tarih boyunca benzer uygulamalar ile gündeme gelmiş kimi hapishaneler var. Vietnam’da Saygon, İran’da Evin, 12 Eylül döneminde 5 Nolu, Güney Afrika’da Mandela’nın tutulduğu Robben Adası, Guatanamo vb… Bu hapishanelerin hepsi siyasi muhaliflerin iradesini kırmaya yönelik tasarlanan hapishanelerdir. Ancak hukukun bu denli askıya alındığı, hiçbir görüşmeye izin verilmediği, hiçbir şekilde dış dünya ile iletişim kurulamayan tecrit hali İmralı’ya özgü. Bu denli iletişimsizlik hali içerisinde bırakılan başka bir mahpus bulunmamakta. Hukuk dünyası için de yeni bir deneyim yaratan tecrit ulusal ve uluslararası yargısal kurumlar için de ciddi bir sınav mahiyeti taşımaktadır. Yasayı savunma mı, siyasal iktidarın gayrı hukuki fiili uygulamasını meşru gösterme çabası mı? Bunu da yakın zamanda örnekleri ile göreceğiz.
İmralı Ada Hapishanesi Tecrit Sistemi sadece kendi sınırları içinde kalmadı maalesef, bu tecrit sistemi aynı zamanda ülkede uygulanmak istenen bazı uygulamalar için de emsal haline geldi. Sistemleşen bu uygulama diğer hapishanelerde de yansımasını gördü, özellikle pandemi koşullarında mahpuslar uzunca bir süre sosyal aktivite hakkını, açık görüşlerini, hastaneye sevk hakkı … gibi birçok hakkını kullanamadı, ayrıca pandemi koşullarının esnemesinden sonra da bu kısıtlamalar yer yer devam edilmekte. Ayrıca toplumsal hayata yansımaları da bariz bir şekilde hissedilmektedir. İnsanların yaşam alanına yapılan müdahaleler, toplumun sürekli bir denetleme ve gözetim altına tutulması da dışarının içerileştiği bir hale gelmiş olduğunu da bizlere hissettirmektedir.
3 yıla yakın devam eden mutlak tecrit sadece tecrit altında tutulanlar, aileleri ve hukuk dünyasında bir yansımaya sebep olmuyor, bir ülkenin demokratikleşme düzeyini, sosyo/ekonomik ve yaşam koşullarını da doğrudan etkilemektedir. Ülkenin 100 yıllık sorunu olan Kürt sorununun çözüm yolunun ana halkasını Sayın Abdullah Öcalan ile yapılacak görüşmeler ile ilerleyeceğini, sorunun çözümünün kendisi ile yapılacak görüşmeler ile sağlanacağı bilinmekte iken tecridin devam etmesi sorunun da derinleşmesine yol açtığı, barışın değil savaş politikasının sürdürülmesi, aynı zamanda ekonomisi iflasın eşiğinde olan bir ülkenin tüm vatandaşlarının etkilenmesi anlamına da gelmektedir. Savaş politikalarının hüküm sürdüğü bir ülkede demokratikleşme ve insan haklarının ilerlemesinden ve gelişmesinden de bahsetmenin pek de gerçekçi olmadığı aşikardır. Kapitalist sistemin taşıyıcısı ulus devlet mekanizmasının kuruluşundan itibaren yürüttüğü inkâr ve asimilasyon politikalarının somutlaştığı sömürge hukuk sistemi ve mutlak iletişimsizlik hali/tecrit ile en ağır halini gördüğümüz hukuk pratikleri ile halkların eşit, özgür, adil bir biçimde ortak yaşamının önündeki en büyük engel olmaya devam etmektedir. Tecride karşı olmak demokrasi, adalet, eşitlik, insan olmaktan kaynaklı en temel hakları talep etmek demektir.
*Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanları