Egemen milliyetçiliğin, Kürtlerle ve ezcümle ötekilerle kurduğu ilişkinin üstenciliği, buyurganlığı, had bildiriciliği, kibri bazen öyle zavallıca bir hal alıyor ki midesi bulanıyor, böğüre böğüre kusmak istiyor insan bunların yaptıklarına tanık oldukça, söylediklerini duydukça. Öylesi bir sefil cehaletle çıkıyorlar ki altı bomboş kibir tümseklerinin üstüne, aklı birazcık başında bir ötekinin iki cümlesi bu kibir tepelerini devasa obruklara çevirmeye, bunları içi çamur dolu çukurlara çekmeye yetiyor. Ama ne cehaletlerinin farkındalar ne de bu cehaletlerinin onları yuvarladığı çukurun, düştükleri utanılası durumun farkındalar.
Eşi kültür bakanlığından, TRT’den aldığı ulufelerle sinema ve televizyon dünyasında köşe kapmış, kendisi de röportaj için konuk ettiklerinin muktedirliğine ve güç odağına yakın oluşuna göre onlara sorular hazırlayan bir medya parlatılmışı, Kürtlere, Kürt sanatçılara ve Kürtler üzerinden muhalefete ayar vermeyi, sınır çizmeyi, kıstas belirlemeyi görev ediniyor. Bütün kaygısı, iktidara yaranmak ve gelmiş olduğu pozisyonu koruyabilmek. Eşinin kardeşinin iktidarın amiral gemisi gazetesinde genel yayın yönetmeni olması, baş had bildirici ve sınır tayin edici olması da yeterince güvence sağlamıyor. Hiçbiri durduğu yerde, geldiği yerde ne kadar kalabileceğinden emin değil. Yoksa insan neden bir sanatçının ünlü olup olmadığı, dünyaca tanınıp tanınmadığı noktasında böylesi bir tartışmaya girer ki? Üstelik de bu tartışmayı ana muhalefet partisinin lideri, bu sanatçının konserine gitti ve bir saygı ifadesi olarak bu sanatçının elini öptü diye başlatır. Eli öpülecek ve saygı gösterilecek sanatçılar için kıstas belirlemesi ve soprano Pervin Çakar’ın eli öpülecek ve saygı gösterilecek sanatçı olmadığını belirtmesi bir yerlere yaranmak için icat edilmiş gerekçeler olarak nasıl da utanılası bir şekilde sırıtıyor. Pervin Çakar başarılı ve dünyaca ünlü bir soprano olsaymış kendisi de bu işlerle ilgili bir insan olarak bunları duyarmış. Yine de emin olmak için devlet opera ve balesindeki sanatçılara sormuş, onlar da tanımıyormuş. Hem İstanbul’da hem Ankara’da kendilerinin Opera- Bale Genel Müdürlüğü varmış, eğer öyle başarılı ve meşhur olsa imiş Pervin Çakar’ı muhakkak kadroya almak isterlermiş. Ve böyle kıstaslara uymayan bir sanatçıya saygı gösterdiği, elini öptüğü için de CHP’nin kültür sanat politikası açısından sınıfta kaldığını söyleyerek düştüğü utanç verici durumun üzerine bir de tüy dikiyor. Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir sanatçının tanınırlığı, sanatının niteliği ve sanatına saygı gösterilip gösterilmemesi ile ilgili bir televizyon programcısı böyle bir yorum yapsa bir daha insan içine çıkamaz.
Peki nedir bütün bu utanç verici durumlara düşmeyi göze almaktan murat edilen şey? Tabi çok gecikmeden baklayı ağzından çıkarıyor pek sayın medya parlatılmışı. Efendim bu soprano, daha çok Kürt kimliği üzerinden yaptığı açıklamalarla gündeme gelmişmiş ve bunun üzerinden de dünyada çeşitli etkinliklere katılmış. Yoksa sanatıyla başarılar elde etmiş ve klasik müzik otoritelerince dünyaca ünlü kabul edilmiş bir soprano değilmiş. Bu cümleyi en baştan kursana kardeşim, o kadar laf edeceğine. “Bir Kürt’ün dünyaca ünlü oluşu hem de bir soprano olarak hiç kabul edilebilecek bir şey mi? Üstelik bu sanatçı, Kürt kimliğine de sahip çıkmış. Ben hem bunun sanatını yok sayarım hem de Kürtlüğü üzerinden ana muhalefete giydiririm ve böylece geldiğim yeri korumaya dair bir süre daha nefes alırım” desene, bilelim ne için kıvrandığını. Böyle bir konsere gidip bir Kürt kadın sanatçının elini öpen iktidarın başı veya bir gediklisi olsaydı hem el öpene hem de eli öpülene ne methiyeler düzülür, sanatçının kıyıdan köşeden bir başarısı nasıl bulunup parlatılır, göklere çıkarılırdı. Elbette bu Kürdün iktidarın Kürdü olması kaydıyla. Nitekim Kürt sanatçılar tarafından bir asimilasyon kurumu olduğu gerekçesiyle TRT Şeş’e çıkmayı reddettikleri ve protesto ettikleri süreçte Pervin Çakar, defalarca bu kanala çıkmış ve yandaş gazeteler o dönem Pervin Çakar’dan dünya çapında bir soprano olduğu gerekçesiyle övgüyle söz etmişlerdi. Demek ki neymiş, sanatın niteliği, sanatçının sanatının dünyaca kabul görüp görmediği, saygıya layık olup olmadığı onun Kürt olup olmamasıyla daha doğrusu iktidarın, devletin Kürdü olup olmamasıyla yakından ilgiliymiş. Aynı gazeteler şimdi Pervin Çakar’ı Türkiye düşmanı sanatçı olarak manşetlerine çıkarıyorlar. TRT Şeş de alelacele Pervin Çakar’ı arşivinden siliyor. Bu utanılası durumlara gülmek mi yoksa bu utanılası duruma düştükleri için acımak mı gerekiyor, bilemiyor insan. Keşke ana muhalefet, muhalefet, Türk sanatçılar da bu durumu görebilse, iktidarın ve yandaşlarının elindeki tek ve en kullanışlı malzemenin Kürtler üzerinden saldırmak olduğunun farkına varabilse.