Geçen yazıda konu edindiğim Tuz Kentleri adlı roman serisinin yazarı Abdelrahman Munif’i* anıp da onun Arap dünyasındaki muhalif duruşundan ve bu uğurda ödediği bedelden bahsetmeden geçmek olmaz.
O konuya gelmeden önce bir günceleme: Munif’in Türkçe’de yayınlanan tek kitabının “Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti” (Yapı Kredi Yay., Çev. İbrahim Demirci ve Hasan Harmancı, 2012) olduğunu belirtmiştim,yanılmışım. Farklı iki yayınevi tarafından iki kitabı daha çevrilmiş. “İhtiyar’a Suikast” (Yeni Hayat Kütüphanesi Yayınları, Çev. Semih Özal,2002) başlığıyla yayımlanan “Sibaq al-masafat attawila” (1979) adlı romanı-Türkçe’ye “Uzun Mesafe Koşusu” veya “Maraton” olarak çevrilebilecek orijinal adının yayınevi tarafından neden beğenilmediğini anlamak zor-İran’da Musaddık hükümetinin CIA tarafından devrilip yerine Şah’ın getirilmesini konu alır. Türkçe’de daha yakın tarihte çıkmış diğer romanı ise kıtlık içinde yaşayan bir köyün anlatıldığı “Sonlar” (An-nihayat, Fenomen Yayıncılık, Çev. İlknur Emekli,2015).
Suudi Arabistanlı bir baba ile Iraklı bir annenin çocuğu olan Munif, Amman’da doğup neredeyse tüm Arap başkentlerinde ikamet etmiş, hayatı sürgünlerde geçmiş, Suriyeli bir kadınla evlenmiş ve 2004 başlarında daha 70 yaşındayken Şam’da dünyaya veda etmiş; kısacası Arap kimliğinin neredeyse tüm renklerini ve aynı zamanda trajik boyutunu hayatında birleştirmiş bir kişilik. 2003’teki Irak işgali nedeniyle yazarlığının son dönemini, emperyalizmin yeni biçimleri üzerine kurmaca dışı siyasi yazılara adamış, ne yazık ki bu konuda çok ürün verebilecekken ömrü buna yetmemiş.
Arap edebiyatında roman türünü bir yerden alıp başka bir noktaya taşımış yazarlardan biri, hatta birincisi sayılıyor. Kuşkusuz bu edebiyatın temel taşlarını döşeyen, ne ki Arapça dışına çıkmadığı için batıda esamesi okunmayan daha nice yazar var. Neyse ki yetenekli çevirmenler sayesinde, batı dünyasında Naguip Mahfouz’la birlikte Munif’in de tanınırlığı artmış. Aslına bakılırsa birçok eleştirmen, 1988’de Mahfouz’a verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nün asıl Munif’in hakkı olduğu görüşünde. Ama petrol ülkelerindeki emperyalist yağmaya ve sömürgeciliğe duyduğu keskin öfke ve radikal görüşleri Nobel komitesine bol gelmiş olmalı ki, tercihlerini siyaseten daha soft bir yazardan yana kullandılar.
Geçen yazıda değindiğimiz gibi, 1984-89 arasında Beyrut’ta yayımlanan ve beş ciltten oluşan Tuz Kentleri (Mudun al-milh) serisi, 1950’lerden itibaren petrolle birlikte bölgede yaşanan hızlı ve vahşi değişimi içeriden aktaran müthiş bir roman. Edward Said’in ifadesiyle “Petrolün,Amerikalıların ve yerel oligarşinin bir Körfez ülkesindeki etkilerini göstermeye çalışan yegane ciddi kurmaca eser.”
(Yeri gelmişken,bir kenar notu: Serinin “Çukur” adlı ikinci kitabının hikâyesi, Suudi hanedanına yakınlaşarak zenginleşen Subhi Mahmilji adlı bir doktorun etrafında gelişir. Tesadüfi bir benzerlik mi yoksa gerçek ilham kaynağı o mu bilmek zor, ama sözkonusu karakterin hikayesi, Kral Abdulaziz’in özel doktoru Muhammad Khashoggi’nin hikâyesiyle parallelikler taşıyor. Hani şu-bizim medyanın ailecek Kaşıkçı adıyla vaftiz ettiği-ünlü silah tüccarı Adnan Khashoggi’nın babası ve Suudi konsolosluğunda öldürülen Jamal Khashoggi’nın dedesi olan doktor.)
Munif sadece yazar kimliğiyle değil, bir düşünür ve aydın olarak da despot Arap rejimlerinin hedefi haline gelmiş, daha yazarlığa başlamadan çok önce 1963’te Suudi Arabistan vatandaşlığından çıkarılmış, bir süre yaşadığı Irak’tan da politik görüşleri nedeniyle ayrılmak zorunda kalmış. Sonradan Suudi Arabistan’da kitapları yasaklanmış, ancak İngilizce’ye çevrilip tanınırlığı artınca ve Arap edebiyatının en büyük yazarları arasında sayılmaya başlayınca, Suudiler itibarını iade etmeye yeltenmiş. Bu girişim takdire şayan bir şekilde ailesi tarafından geri çevrilmiş; öldüğü zaman dul eşi Suad Qwadri, taziye için ziyarete gelmek isteyen Suudi elçisini kabul etmemiş.
Tariq Ali’nin “Sokak Savaşı Yılları” kitabının Türkçe’ye çevrilen versiyonunda yok ama, 2005 tarihli yeni basımında Munif’e adanmış bir yazı var.Son satırları şöyle:“Eşine az rastlanır bir hikâye anlatıcısıydı. Muhtedirin önünde diz çökmeyi reddeden güçlü ve özgür düşünceli bir entellektüeldi.”
Tuz Kentleri’nin bir an önce Türkçe’ye çevrilmesi dileğini tekrar ederek bitirelim.
*Yazarın,bizde genellikle Abdülrahman Münif diye Türkçeleştirilen,benim de geçen yazıda dalgınlıkla ‘Abdurrahman’ Munif şeklinde yazdığım ismini, Latin alfabesinde yazarın kendi tercih ettiği haliyle kullanmayı uygun buluyorum.Aynı şey Arapça veya Farsça kökenli diğer tüm isimler için de geçerli.