Hafıza Merkezi, Akademisyen Dilek Kurban’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Ulusaşırı Adaletin Sınırları: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye’nin Kürt Meselesi” başlıklı kitabına ilişkin Beyoğlu’nda bulunan Postane İstanbul’da bir panel düzenledi. Panelin moderatörlüğünü İdil Özcan üstlendi. Panelde, Akademisyen Dilek Kurban, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Prof. Dr. Sevtap Yokuş hazır bulunurken, Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, Reyhan Yalçındağ Baydemir ise görüntülü şekilde katıldı. Ayrıca paneli, birçok insan hakları aktivisti, hukukçu ve yurttaş izledi.
‘Türkiye anayasalarının tamamı otoriter’
Panelde ilk olarak söz alan “Ulusaşırı Adaletin Sınırları” kitabının yazarı Dilek Kurban, 1990’larda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bağlı bir heyet ile Kürt avukatlar arasında tercümanlık yaptığını dile getirdi. Tahir Elçi ve Kürt avukatların mücadelelerinden etkilendiğini ifade eden Kurban, özyönetim direnişleri döneminde Nusaybîn’de yaşanan yıkımın fotoğraflarını katılımcılara gösterdi. Taybet İnan’ın öldürülmesine değinen Kurban, ambulansın çağrıldığını ancak gelmediğini söyledi. Kurban, Taybet İnan’ın nasıl öldüğünün hikayesini anlattı. AİHM kararlarına rağmen, Kürt avukatların ve siyasetçilerin birçok zorlukla karşılaştığını söyleyen Kurban, “Bütün bunlara kendi kitabımda da yer verdim” dedi. Çeşitli anayasa türlerine değinen Kurban, “Türkiye’nin kabul ettiği anayasaların tamamı otoriterdir. Türkiye’de insan hakları ve özgürlükler yerleşmiş değil. Bunun yerini otoriterlik almış durumda” ifadelerini kullandı.
Diyarbakır Cezaevi’nde işkence…
Prof. Dr. Sevtap Yokuş ise kitabın “bütüncül” bir eser olduğunu dile getirdi. 1990’lı yıllarda birçok zorlukla karşılaştıklarını belirten Yokuş, batının doğudan habersiz olduğunun altını çizdi. 1980’li yıllarda Dicle Üniversitesi’nin açıldığını hatırlatan Yokuş, Diyarbakır Cezaevi’nde birçok “işkencenin” yaşandığına dikkat çekti. Adını hatırlayamadığı birinin “Bir kişinin demokratlığını sorguluyorsanız o kişinin Kürt meselesine yaklaşımına bakın” dediğini aktaran Yokuş, bu sözün “çok doğru” olduğunu vurguladı.
‘Esas mesele ‘unutmamak”
Daha sonra konuşan Reyhan Yalçındağ Baydemir, esas meselenin “unutmamak” olduğunu söyledi. Baydemir, “Umudunuzu, motivasyonunuzu ve gerçek hukuka olan inancınızı kaybetmeyin” dedi. Baydemir, devamla şunları kaydetti: “Bizler o dönem öğrenciydik. Ve kendi yaşıtlarımızdan çok kişi kaybettik. 1990’larda Türkiye’de metropollerde okuyan birçok Kürt öğrenci ya katledildi ya da gözaltında kaybedildi. Mahmut Çakar, Osman Baydemir ve daha birçok gerçekten tesadüfen yaşıyoruz. Bugünle bağlantısını kurarsak, 2000’lerde de benzerlerini yaşadık. AİHM kararlarına ilişkin Diyarbakır’da evet mitingleri yapıldı. Ve Kürt sorununun barışçıl çözülmesi için anayasal olarak uygulanması gibi her yol denenmesi için mitingler yapıldı. Ama batıda hiç kimsenin umurunda değildi. Dolayısıyla bölgedeki toplumun bilme hali genel topluma göre yüksekti, çünkü Kürtler bunu yaşadı.”
‘Devletin kodları değişmedi’
Şu an 1990’lardan herhangi bir farkın olmadığını vurgulayan Baydemir, 2000’lerde yapılan hak ihlallerinin “aleni” yapıldığına değindi. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kadın da olsa, çocuk da olsa gerekeni yaparız” sözünü hatırlatan Baydemir, Erdoğan’ın hesabını vermediği için suçların sayısının her gün arttığını söyledi. Erdoğan’ın devraldığı iktidarın hiç değişmediğini sözlerine ekleyen Baydemir, “Çünkü devletin kodları değişmedi” diye konuştu. Baydemir, katledilen Ceylan Önkol, Kemal Korkut’u örnek olarak gösterdi.
Tanrıkulu: En büyük bedeli Tahir Elçi verdi
CHP Amed Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, kitapta birçok AİHM başvurusu olduğunu, başvuruların listelendiğini bu anlamda önemli olduğunu söyledi. Kitapta yer alan tüm avukatların Amed Barosu avukatları olduğunu belirten Tanrıkulu, “Diyarbakır Barosu her zaman halkın yanında olmuştur” dedi. Tanrıkulu, baroya ilişkin anılarını anlatarak, baronun mücadeleci bir gelenekten geldiğini söyledi. Tanrıkulu, “En büyük bedeli Tahir Elçi verdi” dedi.
Türmen: Her şey tam çıplaklıkla ortaya çıktı
Son olarak söz alan eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, “Dilek iyi ki bu kitabı yazdın” diyerek söze başladı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM’in insan hakları açısından bir dönüm noktası olduğunun altını çizen Türmen, Türkiye’nin sözleşmeyi en son tanıdığını ifade ederek, “Türkiye tanımak zorunda kaldı ve üzerinde baskı vardı. Türkiye tanıdıktan sonra bireysel başvuru hakların ardından her şey tam çıplaklıkla ortaya çıktı, özellikle Kürtlerin davalarında. Kürt davaları için Türkiye’ye heyetler gönderildi. Bu Türkiye açısında kötü oldu. Türkiye’nin yalancı olduğu ortaya çıktı” ifadelerini kullandı.
“AİHM’e davalar açmak ve o davaların avukatı olmak çok tehlikeliydi” diyen Türmen, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üye olma ihtimali ortaya çıkınca kanunda bazı değişikliklerin olduğunu söyledi. Türmen, “Amaç AB’ye üye olmaktı. Ama buradaki kriterler sadece AİHM kararlarına uyumaktır. Türkiye’deki devlet şiddetini azaltmak bakımından birtakım şeyler yapılabilirdi ama yapılmadı. O dönem korkunç şeyler yaşandı. Ev bombalamalar, ev boşaltmalar, öldürmeler, kayıplar. En önemlisi cezasızlık bunu pekiştirdi. Ayrıca o dönem soruşturma hiç yapılmadı. AB ışığı ülkeyi başka bir yere çekti. Bu şunu gösteriyor isteselerdi, bunların yapılmama olasılığı vardı” diye belirtti.
Toplantı soru cevap şeklinde son buldu.
Kaynak: MA