Irkçılık için her zaman bir bahane vardır. Bazen bir travma, bazen bir sendrom ve ekseriyetle başkasına/türe olan tahammülsüzlüğü besleyen kültürel tembelliğin doğurduğu faşist bir bakış. Farklı hallerde tezahürünün altında toplumsal önyargılar olmasının yanında korku faktörünü de unutmamak lazım. Ülkesine göç etmek zorunda kalan herhangi bir yabancının -ırkı hiç önemli değil- yarın kapısına dayanacağını düşünür, işini elinden alacağını düşünür. Mesleği niteliğinin hiçbir önemi yoktur. Sınıfında hızlı/ ağır öğrenen bir öğrencinin kendini zora düşüreceğini düşünür. Kendi gibi düşünmeyen, sorgulayan, araştıran bireylerin bin bir hileyle oturduğu koltuğu/mevkiyi/makamı sallayacaklarını düşünür. Eril penceresinde kadın, lubunya, gey, lezbiyen ve feminist fark etmez, ötekidir. Ötekiye tahsis edilense, az oksijen, düşük iş gücü, az maaş/ücret ve mümkünse göz önünde olmaması; kendinden uzak olması; erk alanına girmemesi/müdahale etmemesi.
Önyargı iki tarafa da zarar verir
Bu girizgâhı geçen yıl 75. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday olan ancak eli boş dönen Cristian Mungiu’nun R.M.N filminden dolayı yaptım. Film, ırkçılık, önyargı ve göçmenlik konularına eğiliyor. Filmin birkaç ayağı var; din her zaman çoğunluğun/gücün hizmetinde olmuştur. Önyargının etkisi tek taraflı değildir; karşı tarafa olduğu gibi kendine de zarar verir. Kadına şiddetin coğrafyası erkektir.
Matthias Almanya’daki mezbaha işinden ayrılıp Romanya’daki köyüne dönmek zorunda kalır. Köyde eşi ve çocuğu vardır. Eşi çocuğuyla ilgili bir rahatsızlığının olduğunu, acele gelmesi gerektiğini söylediği sahne filmin ana izleğini oluşturuyor. Başka ülkeye çalışmak için gitmiştir, çalıştığı halde işyeri amiri/şefi bunu küçümser, hakir görür ve ırkçı ifadeler kullanarak aşağılar. Buna tepkisi işine mal olmuştur. Köyüne döndüğünde işler hiç de iç açıcı değildir. Artık ne işi vardır ne de mutlu bir evliliği. Üzerine bir de hasta bir babası… En kötüsü de yaşadığı bir olaydan dolayı artık konuşmayan bir oğlu. Rudi (Mark Blenyes) her gün tek başına ormanın içinden geçerek okula giderken gördüğü bir manzaradan dolayı konuşamaz. Gördüğünün ne olduğunu yönetmen bize göstermez. Bu da merak ve gizemi artırarak gergin bir atmosfer yaratır.
Filmin ilk yarısında bu karanlık ve gergin atmosferi hissetmek biraz zor olsa da film ilerledikçe Matthias’ın eski sevgilisine yakınlaşması, karısının bunu bilmesi, çocuğa destek olayım diyerek tek başına okula gitmeye zorlaması, babasının tek başına kalamayacak derecede hastalığının ilerlemesi ve neredeyse çevre ülkelerden her milletin olduğu köye iki yabancının gelmesiyle işler çığırından çıkar.
Hiçbir zaman kabahati kendinde aramayan güruh
Köyün tek fırınında çalıştıracak işçi bulamayan işletmeci çareyi ilan vermekte bulur. Ancak yöre insanı pek ilgi göstermez işin bu pozisyonuna. Çünkü teklif edilen asgari ücrettir. Çalışmaktansa yardımlarla hayatını idame ettirme daha cazip gelir köydekilere. Dışarıdan komisyoncuların aracılığıyla Sri Lanka’lı iki kişinin işi kabul etmesiyle çalışan sayısı belli bir rakamı geçtiği için işletme Avrupa Birliği’nden destek almayı hak eder.
Kozmopolit köydekilerin başka renkte ve başka dilde konuşanlara tavrı nettir; köyü terk etmelerini isterler. İlk önce işlerini ellerinden aldıklarını söylerler ancak işin rengi başkadır. Başkalarına tahammülleri yoktur. Müslüman olup olmadıklarını bilmedikleri bu iki Sri Lanka’lıyı kiliseden bile kovarlar. Fırının çıkardığı ekmeklere dokundukları için ekmek almazlar.
Ortadoğu, Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşlarından dolayı neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde göçmenlere karşı olan hoşgörüsüzlüğü küçük bir köy üzerinden anlatan yönetmenin toplumsal şiddetin faşizan boyutlardaki hezeyanlarına odaklanıyor. Klu Klux Klan üyelerinin kafalarına geçirdikleri şapka/örtü/kukuletalarla kendilerini saklayarak ortalığı yakıp yıkan ırkçılara göndermede bulunduğu sahnenin gece çekilmesi ise kurt puslu havayı sever niteliğinde.
Erkek cumhuriyeti
Filmin ilk sahnesindeki mezbaha görüntülerini tarafsız izleyen biri için insan türünün nasıl soğukkanlı bir varlık olduğunu görebilir. Mezbaha sahnesiyle köyde domuzun boğazlandığı sahne yan yana koyulduğunda bireysel ve toplumsal eylemlerin yanlılığına çok güzel bir örnek. İnsan olarak başka türe olan hıncımız/bağımlılığımızı özetlerken nasıl da bu gezegeni yavaş yavaş tek tipleştirip bitirdiğimizi görebiliyoruz.
Filmin kadın erkek ilişkisine eğildiği can alıcı sahnelerinden biri hiç şüphesiz ki iki Sri Lanka’lıyı nefret saldırıları sonucu evine almak zorunda kalan Csilla’nın (Judith State) sevgilisi Matthias’ın (Marin Grigore) sorduğu soruya verdiği cevap ve filmin final sahnesidir. Kadına şiddetin coğrafyası yoktur, bu konuda tek coğrafya vardır; erkek cumhuriyeti.