Cumhurbaşkanı Erdoğan, öğlen indiği Berlin havaalanından gece yarısı apar topar geri yollanmış. Bu kısa misafirlik boyunca en kayda değer vaka, Olaf Scholz’la yaptığı basın toplantısında açıkça belirtmese de ziyaret öncesinde ilan ettiği haçlı-hilal savaşı yani ‘cihat’ diskurunun her sözcüğüne adeta yapışmış olmasıydı. İsrail zulmünü gündeme getirerek Batı desteğini eleştirirken Alman toplumuna Holokost hatırlatmasıyla bel altı vurmayı da ihmal etmedi. Şansölye, bu sözleri yutmayı tercih etti. Erdoğan’a dönüp, “Bizim Holokost’a yönelik tavrımız sizin Ermeni jenosidiyle yüzleşmemekteki ısrarınızdan, inkârcı ruh halinizden farklı” demedi. İnsan hakları ihlalleri, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konulara değinmedi; AİHM kararlarına uyma çağrısı da yapmadı. Tarihinde Nazi deneyimi olan Almanya’nın Türkiye gibi temel demokrasi sorunlarını yaşamıyor olmasının ancak Holokost’la yüzleşme ve hesaplaşma sayesinde mümkün olduğunu belirtmedi.
Tabi ki Almanya süper demokrat ve barışçı sütten çıkmış ak kaşık değil. Örneğin Scholz, biraz ileri gidip “Yüz yıllık cumhuriyet tarihinizde aynı jenositçi pratikleri Kürtlere uyguladınız ve hala uyguluyorsunuz” diyemezdi çünkü o diyeceği pratiklerde Alman yapımı tanklar başta olmak üzere Alman silahları önemli rol oynuyor. Ne de “kendi Kürt yurttaşlarınız yetmedi şimdi Suriye Kürtlerini imha peşindesiniz” dedi çünkü Rojava’ya top atışlarından dronelara kadar o saldırıların malzemesinde de Alman parmak izleri mevcut. Almanya, kayda değer bir silahlı kuvvetleri olmadan dünyanın en önemli silah üreticisi ülkelerinden biri; savaşmadan savaş ihracatı yapma lüksüne sahip.
Scholz’un demedikleri arasında İsrail-Türkiye ticareti de var. Yani, “madem bu kadar İsrail karşıtısınız kapatın limanları, en azından petrol ve çelik gibi askeri amaçlarla kullanılacak malların ihracatını durdurun ki samimiyetinizi görelim” demedi. Erdoğan’ın heyecanlı nutuklarına konu olan İsrail’in toplu cinayet değirmenine ne kadar Türk suyunun taşınmakta olduğu merak konusu.
Basın toplantısında bu konulara değinilmemesinin nedeni, kapalı kapılar ardında yüz yüze neler konuşulduğuyla ilgili olmalı. Almanya, Türkiye’nin birinci ticaret ortağı. İki tarafın da 13 bin Filistinlinin canı için trilyonlarca dolarlık dış ticaret hacmini feda etmesi söz konusu olamazdı. Ayrıca Avrupa Birliği’yle yapılmış olan ‘geri gönderme anlaşması’ndan vazgeçmek demek, Erdoğan’ın yüz binlerce yeni AKP seçmenini ve milyarlarca dolarlık bir dış kaynağı suya atması, Scholz içinse milyonlarca yeni mültecinin ülkesine yayılması anlamına geldiği herkesin malumu. Ama Türkiye’nin vize kolaylığı gibi beklentilerine olumlu bir yanıtın söz konusu olmadığı anlaşılıyor.
Yukarıdaki ve benzeri soru/yorumlar, basın toplantısındaki gazeteciler tarafından da yapılabilirdi. Ama yalnızca Hamas’ı destekleme hakkında bir soru soruldu ki ona da Erdoğan fena esip gürledi. Bu azarlama içinde anlaşıldı ki içerideki görüşmede Eurofighter uçakları işi de olmamış: “Almanya verir veya vermez, dünyada savaş uçaklarını üreten sadece Almanya mı?” Basını azarlama hali de ölçülü bir mizansen izlenimi veriyordu. Son tahlilde bu tek sorunun da çalıştığı yerden gelmesi için ortamın önceden dizayn edildiği anlaşılıyor. Erdoğan’ın canlı mülakatlarında alışık olduğumuz soru-prompter ‘gazeteciliğinin’ bir kereliğine de olsa Almanya’ya ihraç edildiği görüldü.
Sonuçta, Can Dündar’ın deyişiyle “Alman başbakanlığı binası içinde Hamas’ı öven bir konuşma duydu Almanya”. Dündar, savaş halindeki İsrail’in eleştirilmesinin ve terör örgütü ilan edilen Hamas’ı övmenin Almanya’da yasaklanmış olduğunu ve herhangi bir Alman yurttaşı için tutuklanma nedeni olacak sözlerin Başbakanlık konutunda bir konuk cumhurbaşkanı tarafından sarf edilmiş olmasının yeterince etki yarattığını belirtiyor.
İşte bu ahval ve şerait altında yapılan basın toplantısının ardından, çok istese de gece misafir edilmeyeceği kendisine belirtilmiş olan Türk cumhurbaşkanı, uçağına bindirilerek ülkesine geri uğurlandı. Almanya İkinci Cihan Harbi’nden beri böyle zulüm görmemiş ve nihayetinde rahat bir nefes almış olmalı…
Aslında Almanya, yakın tarihte Türklerin “cihat” ortağı olmuştu. Örneğin ‘vatan şairi’ ve Teşkilatı Mahsusa ajanı Mehmet Akif Ersoy, 1915’te uzun süre Alman devleti tarafından Berlin’de ağırlanmış, burada yazdığı cihat bildirileri, Kürdistan, İran, Arap yarımadası ve Mısır’da kuşlama usulü Alman uçakları tarafından dağıtılmıştı. O vakitler İslamın siyah sancağını IŞİD, Hamas ve ‘laik’ TSK değil Almanlarla Osmanlı birlikte dalgalandırıyor, Müslümanları her yerde Sultan ve Halife efendi hazretleri adına cihada çağırıyorlardı. Hikayenin devamı malumunuz: Almanlar mağlup olunca biz de yenik sayıldık.