7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında çözüm masasının AKP iktidarı tarafından dağıtılmasıyla beraber zaten var olan hak ihlalleri ve hukuksuzluklar sistematik hale geldi. İş cinayetleri, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz vakaları, yolsuzluklar, siyasi cinayetler vb cezasız kalırken; AKP’nin iktidarı için tehdit olarak gördüğü -HDP ve Kürt siyasetçiler başta olmak üzere- tüm muhalif yapılar kriminalleştirilerek sindirme yoluna gidildi. Bununla da yetinilmeyip hakkını arayan işçiler; toprağını, suyunu savunan köylüler, çevre mücadelesi yürütenler; demokratik, laik eğitim talebini dile getirenler vb. “şiddet”le bastırılarak susturulmaya başladı.
Tüm bunlar yaşanırken, Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin Can Atalay’ın tutukluluğuna ilişkin hak ihlali kararını Yargıtay’ın tanınmaması ve iktidar ortaklarının Anayasa ve AYM üzerine yaptığı açıklamalar, her vesileyle tanık olduğumuz hukuk tanımazlığı bir üst boyuta taşıdı. İktidar cephesi, kendi yarattığı yargı karmaşasını gerekçe göstererek “yeni anayasa” meselesini yeniden gündeme getirdi. Muhalefet de bunun üzerine daha önceki “yeni anayasa” tartışmalarında olduğu gibi “otokratik bir iktidarın demokratik bir anayasa yapamayacağı” minvalindeki sözleriyle tepkisini yineledi.
Otokratik yönetimlerin, varlıklarını mutlaklaştıracak biçimde anayasayı ve yasaları yeniden yapılandırmak istemesinde yadırganacak bir taraf yoktur. Yadırganması gereken olsa olsa iktidardakilerin bu niyetlerini gizlemeden saklamadan -Devlet Bahçeli’nin yaptığı gibi- halkın gözünün içine baka baka ifade etmeleri olabilir. Halkın en temel haklarını ellerinden alan, özgürlük alanlarını tamamen ortadan kaldıran bir rejim halkın tepkisinden kaçınmadan, açıkça savunulabiliyorsa orada sorunu sadece otokrat iktidarda değil; onun inşa edildiği koşulları sağlayan toplumsal düzende aramak gerekir. Otokratik rejimin inşa edilmesini engelleyemeyen ve üstelik bunu tepkisizce hazmedebilen bir toplumda, buna yol açan dinamikler sorgulanmadan -bugün muhalefetin yaptığı gibi- demokratik bir anayasanın önündeki tek engeli iktidar olarak görmek son derece yanıltıcı olur.
Şunu hemen belirtmek gerekir ki, bir toplumda demokratikleşmenin ölçütünü belirleyen yasalar değildir. Aksine yasa metinlerini şekillendiren ve o yasaları ete kemiğe büründürerek uygulanmasını sağlayan, farklı kimlikler, inançlar ve özellikle sınıflar arasındaki güç ilişkileridir. Demokratik bir toplum -ve elbette demokratik bir devlet mekanizması- için tüm etnik kimlik, inanç ve sınıftan halkların kendisini özgürce ifade ederek her sevideki karar alma ve uygulama mekanizmalarına demokratik katılımı gerekir. Demokratik katılım için düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde hiçbir engel bulunmamalı; toplumun her kesimi, özgür düşüncenin oluşabilmesi için gereken bilgiye ve gerçek habere sınırsızca ulaşabilmelidir. Dolayısıyla bilimsel bilgiyi üreten, aktaran akademinin ve gerçekleri halka duyuran basının da özgür olması, demokratik toplumun vazgeçilmezdir.
Demokratik toplum için kaçınılmaz olan diğer bir konu da örgütlenmedir. Toplumun tüm kesimlerinin kendilerini ifade edebilmek ve haklarını savunabilmek için özgürce örgütlenebilmeleri gerekir. Toplumsal düzenin şekillenmesinde belirleyici olan güç ilişkilerinde üstünlük ancak örgütlü mücadele ile sağlanabilir.
Kapitalizmde egemen olan burjuvazi ve onu temsil eden siyasi iktidar sahipleri, toplum içinde azınlık olmasına rağmen ulusal ve uluslararası düzeyde en örgütlü güçtür. Ulusal düzeyde devlet ve sermaye kuruluşları (TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD vb); uluslararası düzeyde AB, Dünya Bankası, IMF, Birleşmiş Milletler, NATO vb kurumlarda örgütlü olan egemenler karşısında iktidar sahipleri dışında kalan kesimlerin örgütlenmekten başka seçeneği yoktur. Burjuvazinin ve siyasi egemenlerin en büyük korkusu, karşılarında güç oluşturabilecek bu örgütlenmelerdir. Dolayısıyla -sendikalar başta olmak üzere- kendileri dışındaki tüm demokratik örgütlenmeleri engellemeye ya da manipüle etmeye çalışırlar.
Sözün özü: Kapitalist toplum düzeni içinde hem burjuvazinin çıkarlarını hem de kendi iktidarının bekâsını korumak için otokratik bir rejim inşa eden AKP/MHP ittifakı, bunun kalıcılaşması için anayasayı yeniden yapılandırmayı istemektedir. Temel insan haklarını ve sosyal hakları yok sayarak, demokrasiyi, özgürlükleri tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan bu “anayasayı yeniden yapılandırma girişimi”ni engellemek için sadece iktidarın otokratik yapısını eleştirmek yeterli değildir.
Muhalefet otokrasiye son vererek demokratik bir anayasa talebinde samimi ise demokratik toplumun inşasını sağlayacak mekanizmaların işlerliğinin sağlanması için uğraş vermelidir. Bunun için de akademik özgürlüklerin ve basın özgürlüğünün yanı sıra “egemen kimlik, egemen inanç, egemen sınıf” karşısında ayrımcılığa uğrayanların, ezilenlerin, sömürülenlerin örgütlü bir güç haline gelmesini savunan bir iradeyi de açıkça ortaya koyması gerekir. Bunu içermeyen söylemler ve eylemler, havanda su dövmenin ötesine geçemez!