Makro düzeyde hazırlanan bir soykırım projesi, adı “Tunceli…” Hedef ise tarihsel-toplumsal bir var oluş biçiminin, Kürt halk gerçekliğinin Raa/Reya Heq inanç ve anlam dünyasıyla karakterize olmuş bir renginin, inanç ve ocaklar sistemi üzerine inşa edilmiş komün temelli toplumsal sisteminin, savunma gücü ve iradesi anlamına gelen aşiretler konfederasyonun, tarihsel birikimlerinin hazinesi olan dillerinin, tamamının ifadeye kavuşmuş biçimi olan Dersim’in yok edilmesidir…
Yıllara yayılan ve çeşitli kanunlarla, Umumi Müfettişliklerle, askeri boyutlarıyla hazırlıkları tamamlanan bu soykırım projesinin startı ise 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle verilmiş, çeşitli görüşmeler ve vaatlerle silahsızlandırılan Dersimlilerin on binlercesi katledilmiş, kalanların büyük kısmı Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde zorunlu iskâna tabi tutulmuş, özellikle kız çocuklarına el konularak götürülmüş, sayıları ve akıbetleriyse hiç öğrenilememiştir.
Dersim’in ileri gelenlerinden Seyit Rıza (Sey Rıza),Wusené Seydi, Fındıq Ağa, Aliyé Mırzé Sıli, Hesené İvrayimé Qıji, Hesen Ağa ve Resik Wusen düzmece bir yargılamanın ardından 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilmiş, cenazeleri verilmediği gibi bugün hâlâ mezar yerleri dahi açıklanmış değildir.
İmparatorluk tipi tahakküm biçiminde özgürlükçü bir birliktelik söz konusu değilse de çok kültürlü bir yaşam biçimi mümkündü. Ulus devlet temelli tahakküm biçimindeyse hakim sınıflar azami kâr için azami tahakküm biçimine, merkezi bir devlet modeline, homojen topluma ihtiyaç duymaktaydı. İttihatçı iktidar kliği tek tip iktidar alanı inşasına daha Birinci Paylaşım Savaşı yıllarında girişmiş, gayrimüslim halklardan başlayarak bu coğrafyanın kadim halklarını tasfiye etmeye başlamış, sıra Müslüman Kürt kardeşe ve İmparatorluk döneminden beri hedef aldıkları Alevi halklara gelmişti.
Dersim, Osmanlı’nın 16. yüzyılın başlarında başlattığı ve yüz yılları kapsayan kuşatma altında, ağır bedeller pahasına olsa da varlığını, kendi tarihsel-toplumsal gerçekliğiyle sürdürebilmişti. İmparatorluğun dağılma sürecinde Koçgiri-Dersim aydınları ve halk önderleri de Kürt örgütlülüğünde yer almış, toplumsal hakların teslimi temelinde ortak yaşam taleplerini yükseltmiş fakat bu talep ve direnişler emperyalizm destekli İttihatçı-Kemalist iktidar kliği tarafından kanlı biçimde bastırılmıştır.
İnsanlık, farklı halk gerçekliklerinden oluşan bir toplamın adıdır ve Kürt halkı da bunlardan biridir. Alevi ve Kürt gerçekliği nedeniyle yapılan ve sürdürülmekte olan Dersim Soykırımı ise dünden bugüne Kürt halkı üzerinde sistematik ve kolektif biçimde yürütülmekte olan soykırımın sonuçlarından biridir. Emperyalist güçlerin Sykes-Picot Anlaşması’yla doğrudan yol açtıkları, sorumlu ve ortak oldukları bir fiildir.
Toplumsal hafızamızdan ve yazılı kaynaklardan bildiğimiz üzere Osmanlı’dan bu yana Dersim’e süreklilik arz eden seferler düzenlenmiş, direnişler gerçekleşmiş ve 1937-38 sürecine kadar hedeflenen sonuca ulaşılamamıştır. Sadece 1908-1938 arasında yani otuz yıllık bir süreç içinde birbirinin devamı niteliğinde düzenlenen sefer sayısı en az on üçtür. 1937-38 seferlerinin sonuçları ise Dersim için bir miladı ifade etmektedir. Yol açtığı sonuçlar nedeniyle Dersim’den söz edilirken 1938 öncesi ve sonrası diye konuşulmaktadır. Evet, tarihsel-toplumsal gerçekliğimizle, otonom biçimde yaşamakta olduğumuz öncesi ve ağır katliamları yaşadığımız 37-38 süreci ve göçertme, asimilasyon vb. şiddet biçimleriyle dolu, fiili otonom durumunu yitirdiğimiz, toplumsal hakikatimizden önemli oranda koparıldığımız 1938 sonrası.
Dersim halkı olarak hatırda tutmalıyız ki, adına Tunceli denen soykırım projesi fiili olarak 1937-38’de başlatılmakla beraber toplumsal varlığımızı yok etmeye odaklı olarak belirlenen politikalar halen anbean ve sistematik biçimde sürdürülmektedir. Topraklarımız adeta insansızlaştırılmış, ağır bir kuşatma, yoksullaştırma ve türlü şiddet biçimiyle bu göçertme halen sürdürülmektedir. Asimilasyon, hem etnik hem inanç kimliğimizde derin yaralar açmış, dillerimiz de yok oluşun sınırlarına getirilerek adeta kendimiz olmaktan çıkarılmış durumdayız. Demek ki toplumsal varlığımızı savunabilecek, sürece cevap olabilecek bir duruş ve örgütlülük düzeyinin uzağındayız.
Demek ki 15 Kasım nedeniyle Seyit Rıza ve tüm şehitlerimizi, masum u paklarımızı anarken Dar’a durmak, o diz çökmeyen iradeyi esas almak zorundayız! Bu da tarihsel-toplumsal hakikatimizle, tarihsel yaşam alanlarımızla buluşarak halk kimliğimiz de Rıza Yolu ve Rıza Toplumsallığı’nda ısrarcı olarak halklarımız ve cümle ezilenlerle, mazlumlarla buluşarak, rızalaşarak (karşılıklı hak teslimi) özgürlükçü, eşitlikçi ortak yaşamı inşa ederek mümkün olabilecektir. Tüm yitirdiklerimizi saygıyla anıyorum.
Aşk ile