“Genç Tunceli’nin”, kadim Dersim’e karşı açtığı davanın hedefleri bu yönde net ve açık iken, işin propaganda kısmında ise Batı modernitesini taklitçiliğe soyunan resmi ideoloji sızdırması ön kabullere göre “Tunceli çağdaşlık ve modernlikti, Dersim ise her anlamda gericilik…”
Asil Benler
“Bu dava genç Tunceli’nin, Dersim hakkında açtığı davadır” diyordu, Pir Seyid Rıza ve yoldaşlarının aleyhine idam mütalaası okuyan İstiklal Mahkemesi savcısı. Tarihsel gerçek de bu söylemi haklı çıkarır nitelikte doğrusu.
Evet; dilinden inancına, kültürel özelliklerinden fiziki varlığına, coğrafya adlandırmasından ta ki kimlik tanımlamasına kadar varoluşsal her bir değerine karşı imha ve inkar dayatılmıştı Dersimlinin. Askeri operasyonlarla desteklenen bu dayatma; ismini, çerçevesi Dersim’i toplumsal ve kültürel açıdan yok etme hedefleriyle çizilmiş olan bir kanundan alıyordu, ‘Tunceli kanunu’.
Dolayısıyla İstiklal Mahkemesi savcısının bahsettiği “dava”, öz olarak “Tunceli kolonyal güçlerinin”, Dersim halkına karşı düzenlediği askeri operasyonları toplum öncülerinin idamıyla beraber zafere götürmek isteyen bir “davaydı”.
Davanın niteliği
Türk-İslam sentezi ekseninde oluşturulan tekçi ideolojik kodları, jakobenvari bir toplum mühendisliği ile hayata geçirme saldırganlığına girişen genç ulus-devletin kurucu kemalist aklı; çeşitli halkları tehdit olarak görüp, öngördüğü tekçi kimlik politikalarında erittiği gibi, Dersim’i de taşıdığı etnisite ve inanç kimlikleri itibariyle varoluşsal bir tehdit olarak algılıyordu. Dersim bu yüzden “bir çıban başıydı” ve “neşterle kesilip atılmalıydı…”
“Genç Tunceli’nin”, kadim Dersim’e karşı açtığı davanın hedefleri bu yönde net ve açık iken, işin propaganda kısmında ise Batı modernitesini taklitçiliğe soyunan resmi ideoloji sızdırması ön kabullere göre “Tunceli çağdaşlık ve modernlikti, Dersim ise her anlamda gericilik…”
Meşruluk sağlamak adına kullanılan propaganda aparatı en ileri düzeyde yürürlüğe konulup kamuoyunda katliama “haklı gerekçeler” üretilmeye çalışılırken, meclis raporları ve sonraları açığa çıkan gizli ibareli belgelerde ise asıl niyet kendini açığa vuruyordu.
Birinci Umumi Müfettişlik bölge sorumlusu Abidin Özmen, 1936 yılında niyeti beyan edercesine hedeflerini şöyle açıklıyordu, “Raporumun hedefi, Kürtlük işini herhangi bir hal şekline getirerek tabiatın birçok varlıkları ve zenginliklerini doldurmuş olduğu bu bölgenin, daima Türk vatanının öz ve ayrılmaz bir parçası olarak kalmasını temindir.”
Tarihçi Mehmet Bayrak hocanın deyimiyle “resmi planda ret ve inkarcı, gizli planda itirafçı ve kabulcü” bir yaklaşım vardı kısacası.
Hardê Dewreş, Jar û Diyar, Kirmancîye
Dersim; Kürt ve Alevi kimliklerinin aralarında oluşturdukları simbiyotik uyumla birlikte, varoluşsal devamlılıklarını en iyi muhafaza edip, yeniden üretebildikleri mekânın adıdır. Bu izlekte Hardê Dewreş, Jar û Diyar ve Kirmancîye’dir.(*) Direniş yörüngelerinin kıblegâhı, ruhu olan topraklardır. Kutsanan bu coğrafi gerçeklik içerisinde ‘gümüş kapıdır!’
Kendi tarihsel-toplumsal güzergahının özerk patikalarında özgün varoluşuyla yürüyen Dersim’in, 37-38 sürecinde önü kesilerek yolu üzerine “betonlar dökülüp”, bentler örülmek istenmiştir.
Bu izahı destekleyen bir anekdot da vardır yerel bellekte. Derler ki, Tertele süreci Dersim’i kasıp kavurmuş ve binlerce ölümün üzerine acılı bir yas havası hakim olmuştu. Kısa süre sonra ‘Dersim celladı’ olarak bilinen general Alpdoğan, zafer kazanmış bir fatih edasıyla askeri aracıyla gezintiye çıkmış. Daha önceleri askeri operasyonlara kolaylık sağlaması için yapılan yollardan birinden geçerken, bir köylünün yapılan yeni yoldan değil, yolun hemen alt bölümündeki ince bir patikadan yürüdüğünü görmüş. Alpdoğan aracı hızlı bir talimatla hemen durdurtmuş ve yanındaki emir erlerinden köylüyü yanına getirmelerini istemiş. Köylü yanına getirilince “be adam size yol yaptık, hizmet ettik siz hala keçiler gibi ne diye patikadan yürüyorsunuz” diyerek çıkışmış. Dersimli köylü, yakın zamanda tanık olduğu Tertele sürecinin acılarına ve bilincine tutunarak “komutan o devletin yolu, bu da bizim yolumuz” diyerek cevap vermiş.
O dönem hala capcanlı olduğu görülen hafıza iki şeyin mesajını verir gibidir.
Birincisi, “büyük acılar yaşadık ve unutmayacağız!”
İkincisi ise, “topraktan, sudan, ağaçtan ve bir bütün olarak Hardê Dewreş’ten aldığımız güçle teslim olmayacağız, kendi patikamızdan kendi menzilimize doğru yürümeye devam edeceğiz.”
Dersim’in miladı
Dersim’de Tertele sürecinde, yürünen patikaları “sel harekatları” ile tümden boğmak isteyen katliam operasyonları ve sonrası yaşanan kırılmalar halkın tarih okumasında köklü bir ayrım yaratmıştır. Kendi toplumsal hakikatiyle, Hak Yolu-Rêya Heq- bildiği yolun izlerini takiben özgün varoluşuyla yürüyen Dersimli, Tertele öncesi toplumsal dönemini “wextê Kirmancîya“, Tertele sonrası oluşan kolonyal dönemi ise “wextê Hukûmeta” diye nitelendirerek ikiye ayırır. Evrensel kabul haline gelmiş milat dönemine, yaşadığı büyük trajedi sonrası oluşan toplumsal hafıza ile böylesine bir yerel milat ekler adeta. Böylece doğal toplumsal dönemini ve bu döneme yönelik gelişen ulus-devletçi müdahaleyi vurgulayıp, birbirinden ayıran ve her ayrıma hakkettiği anlamı yükleyen güçlü bir tanımlama getirir. Komünalite ve devletçi uygarlık bağlamındaki diyalektik tarih okuması yerel ölçekte yansımasını bulur gibidir.
Hafızanın koruduğu ve içsel değer ya da değersizlikler atfetme bağlamında tartarak ayrımını yaptığı ‘Kirmançlık (Kürtlük) ve Hükümet zamanları’ sadece bir idari sistem vurguları içermemekte elbette. İki “zamanda” kendi içerisinde taşıdığı değerler ile mekâna yansır. İki “zamanda” temsil ettiği toplumsal ilişkiler ile mekânda vardır.
Zaman ve mekânın oluşa dair nedenselliği, hafızada edindiği yere olumlu ya da olumsuz alan açar. Nedensellikler, toprak ve toplum dokusuna uygun, ikrar ve rıza esaslı oluşlara gebe ise geçerli olduğu dönem menkıbeler halinde yansır kolektif hafızaya. Yok eğer şiddet araçları ile tahakküm kurma amaçlı oluşmuş bir zaman-mekân faktörü var ise, cehennemi dönemler olarak bilince çıkarılır söz konusu nedensellikler.
Daha eskilerden örnek verecek olursak insan soyunun ‘yitirilmiş altın çağ’ özlemleri veya yitirileni tekrar bulma umuduyla yarattığı cennet ütopyaları da bu gerçeğin arayışı gibidir. Aynı doğrultuda deccal ve kıyamet günü minvalindeki tasvirler de tersinden verilebilecek olumsuzlama örnekleridir.
Kürt ülkesinin itikâti
Dersimli, toplumsal birliğini sağlayan inanç ideolojisi ve etnisite bilinci birlikteliği ile çevrelenmiş ilişkiler bütününe “İtîqata Kirmancîyê” (Kirmanç-Kürt ülkesinin itikâti) demekte ve bu itikât çeperinde oluşan toplumsal biraradalığını her daim tazelediği ikrar ile koruma adına kadimden beri ciddi refleksler gösteren bir halktır.
Dersimli toplumsal ikrarı korumayı, var oluşunu sürdürebilmenin vazgeçilmez yegane koşulu olarak görmüştür. Resmi kayıtlara göre 108 askeri saldırıya/sefere maruz kalmanın da böyle bir bilincin oluşmasında önemli bir payı olduğunu vurgulamak gerekir.
Yine tersinden oluşabilecek ikrarsızlaşma durumunun ise toplumsal yok oluşunun en başat sebebi olabileceğini hissederek bilince çıkardığı da bir gerçek.
Öyle ki, katliam operasyonları karşısında Dersimlinin meşru savunma temelinde geliştirdiği mütevazi direnişin Alişer Efendi, Ana Zarife, Civê Kejî ve Şahan Ağa gibi öncü karakterleri iç ihanet başta olmak üzere, zehirli gazlar, süngüler ve hava saldırıları ile desteklenen askeri harekatların toplam sonucu olarak katledildikten sonra, Dersimlilerin “Kirmancîyê’nin tılsımı bozuldu” diyerek hayıflandığı bilinmektedir. Bu izah, Dersimlinin kendisine yönelik gelişen katliam planlarının görece başarılı olmasını, birlik düzeninin-Kirmancîye dönemi- bozulmasına bağladığını ve kendi kadim yaşamlarını kutsayarak, onun yitirilmesini toplumsal yok oluşla eşdeğer tuttuklarını göstermektedir. “Dağların anahtarını kaybettik” söyleminin arkasındaki hüzünlü ve özlem dolu ruh hali de aynı anlam evreninden süzülüp gelen bir hayıflanmadır.
Yakın zamana kadar dahi herhangi bir haksızlık karşısında, Dersimli bir yaşlının kendi anadilinde “Hükümet zamanı değil de, Kirmançlık zamanı olaydı bunlar başımıza gelmezdi veya çözüm bulunurdu” dediğini duyabilirdiniz.
Dersim bilgesi insan-ı kamil Firik Dede bu durumu “Dersim’in bütün ulu ağaçları gövdelerinde bize yer açmıştı” diyerek, “ışığa, aydınlığa, şafağa secde ettikleri” doğal toplumsal yaşayış dönemlerini özlem ve bağlılıkla dile getirir. Bu tarihsel yaşayış haline egemenlikçi bir müdahale olarak devreye giren ‘hükümet zamanı’ döneminde büyük acılar yaşayan Firik Dede, bu dönemi ise “gel gör ki her sabah kapımızın eşiğini ısıtan o yüce varlığa önce biz sırtımızı döndük, sonra da yol ve erkânı kaybettik(..) Dersim’in tılsımını biz bozduk oğul ve bedelini de ağır ödedik” diyerek açıklar. Firik Dede’nin cümlelerinde de birlik düzeninin bozulmasının Dersim’i güçsüz kılan ana etken olduğunu ve Tertelenin görece başarılı olmasının asıl sebebinin toplumsal hakikatten uzaklaşma olduğunun vurgulandığını anlamak mümkün.
Bu hayıflanma ve hafızayı daha fazla örneklendirecek olursak, Alişer’in şiirleri de oldukça açıklayıcı olacaktır. Alişer’in şiirlerinde toplumsal hafızanın dışavurumu olarak ‘Kirmançlık zamanı’; “ne hoş çiçekleri var gülü Dersim’in” denilerek betimlenmekte ve “nice padişahların cihana geldiğini” fakat bu zamanı durdurup tersine çeviremediği şeklinde tariflendirilmeye uğrar. Daha sonra ise “Arslanlar yurdudur tilkiler giremez, Gerçekler sırrıdır akıllar ermez…” denilerek açıklanır. ‘Elmaya verilen’ toplumsal ikrarın önemini vurgulayıp, devamında ikrarı koruyamamayı “Hozat çekmedi gayreti” diyerek işler. Koçgiri ve sonrasında gelişen 37-38 Tertele sürecinde ‘hükümet zamanını’ dayatan askeri operasyonları ise “istemeyiz Moğolları” diyerek nitelendirip tarihin büyük istilacılarına atıfta bulunur.
Kirmanç toplumsallığı
Kirmancîye dönemi, asırlarca iktidarcı ve hiyerarşik müdahalelere maruz kalmış ve günün sonunda kendi içerisinde belirli düzeyde kültürel aşınmaları yaşamış olsa dahi, “el ele-el Hakka” düsturuyla dairesel tarzda inşa edilmiş olan Ocak sistemi ile birlikte; uğradığı yapısal bozumlara rağmen henüz tam anlamıyla yozlaştırılmamış ve ahlaki-politik normlarını önemli ölçüde koruyup, aşiretsel form dahilinde ifadeye kavuşmuş olan toplumsal gerçekliğin uzun süreli özerk tarihsel yaşamını betimler. Kirmanç toplumsallığı; Dersim’in en belirgin toplumsal aidiyetlerinin, yani Kürt ve Alevi kimliklerinin, sosyo-kültürel açıdan birbirleriyle kurdukları temas ile etno-dinsel bir sentez açığa çıkardıkları tüm ilişkilenme deneyimlerinin toptan bir ifadesidir aynı zamanda.
Asırları alan toplumsalın ahenkli birlikteliği, ulus-devletçi zihnin kurgulayıp fetiş haline getirdiği tekçilikleri dayatmasıyla ve bu dayatma bir Tertele ile yani büyük bir katliamla sonuçlanmasından sonra, ‘hükümet zamanı’ devreye girmiştir. Zor ve ideolojik aygıtların at başı kullanıldığı katliam sürecinde, Dersim’in Kirmançlık zamanında yaşamsal olan tüm değerleri hedef haline getirilerek yok edilmek istenmiş ve yerine Türk-İslam sentezli asimilasyon öğeleri ile yabancı kolonyal yönetim ilişkileri egemen kılınmak istenmiştir. Kendisine ait ne varsa hedef haline getirilen Dersimlinin, bu kolonyal süreci onaylamaması ve kadim toplumsal yaşamına özlem duyması bu açıdan fazlasıyla anlaşılır bir durumdur.
Dolayısıyla Dersim katliamı sürecini tartışmaya açarken bu noktalardan başlamayan her girizgah, söylenmiş her söz eğer art niyetli hedefleri yoksa, oldukça eksik kalacaktır. Öte yandan katliamın peşi sıra işletilen kültürel asimilasyon süreçlerinin sonucu olarak, Tertele sonrası kuşaklarda oluşan “zaman” karmaşası da teğet geçilecektir.
Dersim’i anarken
Dersim’i anarken, Dersimlinin maruz kaldığı Tertele dönemini ele alırken, en belirgin sonuç olarak yüreğimize çarpan acı ve mağduriyeti dile getirmek kadar, büyük bir katliam ile dağıtılmış olan “wextê Kirmancîya” değerler bütününü vurgulamakta bir o kadar gereklidir. Aksi halde yapılan değerlendirmeler açık ki Tertele gerçeğini ıskalamak olacaktır. Çünkü toplumsal hafızanın zaman algısıyla oluşturduğu değerler anlaşılmadan, bu değerlere dayatılan zorba müdahalelerin stratejik hedefleri belirginleştirilmeden, yine katliam sonrası ortaya çıkan toplumsal yabancılaşma ve kriz hali bilince çıkarılmadan yapılacak her değerlendirme parçalı veya çarpık kalacaktır. Tek başına mağdur dili ile gözyaşı sonucu çıkarmak kadar, tek başına propaganda temelli direniş hikayeleri oluşturmak da durumu izahta zararlı içerikleri bağrında taşır.
Sözün özü, Dersimlinin kendine özgü bir anlam örgüsü ve vatan gerçeği vardı. Yaşadığı doğal toplumsal süreci çelişkisiz değildi elbette. Evrensel tarihe içkin olan çeşitli toplumsal problemler (örn; sınıfsal, patriarkal), çok keskin olmasa dahi belli düzeyde yansımalarını bulmuştu. Fakat kendi komünalitesine ve inanç ideolojisine dayalı dinamikleri işleterek tarihin seyrini kolektif ütopyası olan rıza toplumsallığına doğru kırmaya dair sürekli bir çabası da vardı.
Tertele döneminde, tıpkı Batılı beyaz adamın elinde İncil ile gelip, bereketli toprakların yerlilerinden gözlerini kapamalarını istemesi ve sonra yerlilerin gözlerini açtıklarında toprakları ellerinden alınmış ve avuçlarında beyaz adamın kutsal kitabı olan İncil’i bulmuş olmaları gibi bir süreç işletildi.
Dersimli gözlerini kapamadı belki, fakat yatırım ve sözüm ona ‘medeniyet getirme’ söylemleri ile yol, mektep, karakol yapımları, silah toplamaları vb politikalar Tertele’ye giden yolların taşlarını döşedi. Gözleri açık olan Dersimlinin gözlerine süngüler sokularak toprakları egemenlik altına alındı. Kan ve gözyaşı akan gözlerin önüne ise Türkleştirme ve İslamlaştırmayı hedefleyen kitaplar konuldu. Bugün bu kitapları en iyi ve en çok kimin okuduğu yönünde yarışa giren sorunlu bir toplumsal yabancılaşma açığa çıktı.
Fakat her şeye rağmen “Kirmançlık zamanının” akrep ve yelkovanı da dönmeye devam ediyor. “Dersim mi, Tunceli mi?” yönünde tekrar tekrar gündeme gelen tartışmalar bu durumun en bariz ve en belirgin göstergelerinden biri olmakta. Bu tartışmaları salt isim düzeyinde tutmaktansa, taşıdığı olumlu ve olumsuz anlam örgüleri temelinde sembol haline gelmiş olduklarını ve Dersim’in ne yana, Tunceli’nin ne yana düştüğünü temsil ettikleri “zamanla” birlikte vurgulamak gerektiği açıktır.
15 Kasım ve 4 Mayıs anma günlerinde “Dersim ismi iade edilsin” vurgusuyla yapılan istek önemli olmakla birlikte, bizlere de bu isim ile karakterize olmuş tarihsel-toplumsal ilişkileri yeniden inşa etme ödevi yüklemekte.
Rêya Heq-Hak yolu- felsefesinin Rıza toplumsallığı tarifi ile daha fazla demokratize edilmiş ve kendi komünalitesine sıkı sıkıya bağlı bir “Kirmançlık zamanına” varma umuduyla…
“İkilik perdesini atalım hemen
Birlik makamıdır, zamanı Dersim” Alişer
*Hardê Dewreş: Dervişler toprağı, kutsal toprak
*Jar û Diyar : Ziyaretler Diyarı
*Kirmancîye : Yerel tanımlamada Kirmançların (Kürtlerin) ülkesi, yeri, toprağı