Cezasızlık politikası insan haklarının korunmasına yönelik en ağır ihlallerin başında gelmektedir. Devletlerin kendi görevlilerinin karıştığı ve daha çok ağır suçlar diye nitelendirdiğimiz (soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları) durumlarda soruşturmanın açılmaması veya soruşturma açılabiliyorsa kovuşturmanın sürüncemede bırakılması veya düşürülmesi biçiminde karşımıza çıkan korum/kollama durumuna cezasızlık diyoruz.
Tüm dünyada İsrail’in, 7 Ekim 2023 günü Gazze’de faaliyet gösteren HAMAS’ın askeri kanadının saldırısı ile sivillere yönelik ağır ihlallerin yaşanmasına misilleme olarak gerçekleştirilen ve aralıksız olarak sürdürülen bombardımanlarda meydana gelen soykırım ve insanlığa karşı suç kapsamında nitelendirebileceğimiz ağır bir trajedi ile karşı karşıyayız. Bunun yanı sıra Türkiye’nin, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda altyapı tesislerine yönelik gerçekleştirdiği saldırılar ise neredeyse Gazze saldırılarının gölgesinde konuşulmaz oldu.
Dünyada cezasızlıkla mücadele etmek ve adaleti tesis etmek için kalıcı bir mahkeme fikri ortaya atılmış ve bu fikir hayata geçirilmiştir. BM’nin 17 Temmuz 1998 yılında kabul ettiği ve imzaya açtığı Roma Statüsü ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi düzenlenmiştir. Kısaca UCM dediğimiz mahkeme yargılama faaliyetlerine 11 Temmuz 2002 tarihinde başlamıştır. Dünyada en çok sorun çıkaran devletler olarak nitelendirebileceğimiz ABD, Rusya, Çin, İran, Suudi Arabistan, İsrail, Türkiye, Suriye, Irak gibi ülkelere Roma Statüsü’ne taraf değildir.
BM Genel Kurul kararı ile devlet olduğu kabul edilen Filistin, Roma Statüsü’ne taraf olmuş ve UCM’nin yargı yetkisini kabul etmiştir. Geçmiş yıllardaki İsrail’in Gazze işgali nedeni ile meydana gelen suçları soruşturması için Filistin UCM’ye başvuru yapmış olup halen bu soruşturma devam etmektedir. En son 7 Ekim 2023’te İsrail’in başlattığı soykırım saldırılarına karşılık olarak Filistin bir kez daha UCM’ye soruşturma için başvuru yapmıştır. Umarım bu kez daha hızlı hareket edilebilir.
Rusya’nın işgalinden sonra da Ukrayna UCM’ye başvurmuş ve Rusya Devlet Başkanı Putin hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır.
Dünya ölçeğinde cezasızlıkla mücadele için kurulmuş olan UCM’nin soruşturma ve kovuşturmaları dünya için umut olmaya devam etmektedir. UCM’nin dünyadaki en yakın destekçileri ve dostları insan hakları örgütleri ve insan hakları savunucularıdır.
Peki Türkiye’de durum nedir?
Türkiye, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan silahlı çatışma halinin devam etmesi, Suriye ve Irak’ta kontrolü altında tuttuğu topraklarda meydana gelen suçlar ve Kıbrıs’taki pozisyonu gibi durumlar nedeni ile uluslararası adaleti tesis edecek sözleşme ve protokollerden uzak durmaktadır. Türkiye tarafı olduğu Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri’ne uymadığı gibi bu sözleşmelere ekli 2 adet protokole de taraf değildir. Türkiye BM’nin Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf değildir, Türkiye UCM’nin yargı yetkisini tanımaktan kaçınmakta ve Roma Statüsü’nden uzak durmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin uluslararası alanda adaletin yerine getirilmesinde ciddi bir katkısı yoktur diyebiliriz.
Türkiye’nin yeni Ceza Kanunu’nda 13.maddede soykırım ve insanlığa karşı suçlarda uluslararası yargılama yetkisi bulunmaktadır. Bu yetki özellikle Mavi Marmara saldırısı diye bilinen olayda çok konuşulmuştur. İsrail’in Gazze ablukasını kaldırmak ve insani yardım götürmek amacı ile Türkiye’den İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Özgür Gazze Hareketi’nin organizasyonunda 6 gemi Türkiye limanlarından hareket etmiş, İsrail açıklarına vardığında, 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail askerlerinin saldırısına uğramış, 9’u Türkiye vatandaşı 10 kişi yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitirenlerin aileleri TCK 13.maddeyi işletip dönemin Adalet Bakanı’nın iznini alarak Mavi Marmara saldırısını gerçekleştiren İsrail ordu yetkilileri hakkında Türkiye’de kamu davası açtırmayı başarmışlardır. Ancak bu dava Türkiye ile İsrail devlet arasında tazminata ilişkin usul anlaşmasının 9 Eylül 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile Mahkeme tarafından düşürülmüştür. Böylece Türkiye İsrail ile adeta bir ikili dokunulmazlık anlaşması imzalamıştır. Tıpkı ABD’nin, UCM’ye taraf olan devletlerle imzaladığı ikili dokunulmazlık anlaşmaları gibi. Şimdi sormak gerekir? Gazze’de soykırım suçu işlenirken Türkiye’nin siyasi iktidar sözcülerinin ağır eleştirileri karşılık bulabilir mi? Bence bulamaz. Çünkü adil olmak ve cezasızlığa karşı tutum almak gerekir. Türkiye cezasızlık konusunda en başat ülkelerden birisidir. Kendi ülkesinde cezasızlığı yok edememiş bir ülkenin uluslararası alanda adaletten bahsetmesinin bir karşılığı yoktur. Belki bu eleştirimiz üzerine adalet fikrinin ne kadar önemli olduğunu birileri hatırlar (AYM’nin Can Atalay kararına uymayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni haklı gören bir siyasi anlayıştan çok şey istiyorum galiba!).
Ayrıca Türkiye’de 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti ile ilgili açılan davanın uluslararası adli işbirliği kanunu uyarınca kovuşturmanın Suudi Arabistan’a devredilmesi kararı da unutulmamalıdır. Neyse ki Suudi Arabistan kendi ülkesinde bir dava açmış ve kimi yetkilileri cezalandırmıştır. Ancak oradaki cezasızlığın mutlak olduğunu da unutmamak gerekir.
Bu yazımda cezasızlık politikasının adalet fikrini ne kadar yıprattığını ancak buna karşı adalet mücadelesi yürütenlerin de inatçı olduğunu, UCM gibi daimi bir Mahkemenin varlığının adaletin tesisi için mücadele etmeye değer olduğunu somut durumlarla anlatmaya çalıştım.