Anayasa Mahkemesi’nin TİP vekili Can Atalay’la ilgili kararına karşı Yargıtay 3. Ceza Dairesi başkaldırdı. AYM kararını tanımadığı gibi, AYM’de bu kararın altında imzası bulunan ve çoğunluğu Erdoğan tarafından atanmış olan yüksek hakimler hakkında “suç duyurusunda” bulundu. Türkçesi bu yargıçların cezalandırılmasını ve hapse atılmasını istedi.
Her ne kadar muhalefet Yargıtay’ın bu tutumunu “darbe” olarak adlandırmış olsa da, gerçekte Yargıtay “darbeye teşebbüsü” başlatmıştır. Tek başına Yargıtay 3. Dairesi’nin ne darbe yapma ne de Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini hapse atma gücü var. Yargıtay “darbeye teşebbüsün” ilk adımını atmıştır. Asıl darbe Saray tarafından yürürlüğe konmuş bulunuyor. Erdoğan açık bir dille Yargıtay’a destek vererek, bu teşebbüsün başında olduğunu gözler önüne sermiştir.
Darbe teşebbüsünün “vurucu gücü” MHP ve Başkanı Bahçeli’dir. Bu şahıs Anayasa Mahkemesi’ni tasfiye etmek için uzun bir süredir açıkça konuşuyor. Nitekim onun sözcüsü “Anayasa Mahkemesi’ni ya kapatacağız” ya da kendimize benzeteceğiz diyebilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, demokratik bir kurum değildir. Bir yüksek denetleme organının “çerçevesi”dir. O çerçevenin içini kim doldurursa, onun çıkarına hareket eder. Tek adam rejiminde bu çerçevenin içi Erdoğan ve AKP-MHP çoğunluğu tarafından doldurulmuştur.
Böyle olduğu halde ne olmuştur da görünüşte Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’la ilgili kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ni yok etmek üzere Saray harekete geçmiştir?
Temelde yatan en önemli neden, Anayasa’ya kökten aykırı atılan adımları, daha da devam ettirmek için “denetimden” sonsuza kadar kurtulmak, devletin içindeki ayrışmaların ve uluslararası güçlerin, örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin baskılarının AYM’ye yansıması ihtimalini bertaraf etmektir. Sayıştay, Danıştay ve Yargıtay “yargı mafyasının” sızmalarıyla yargı olmaktan çıkarılmıştır. Şimdi geride, sözünü ettiğim iç ve dış çelişkilerin etkisi altında bir tek Anayasa Mahkemesi vardır. Onun tasfiyesiyle “süreç içinde faşizmin” gelişmesinde büyük bir adım atılmış olacaktır.
Devlet aygıtı, büyük ekonomik kriz ve uluslararası arenada Türkiye’nin tecrit oluşu karşısında Erdoğan’a rağmen olduğu açıkça görülen adımlar atıyor. Bu adımların devlet aygıtı içinde çok ciddi ayrışmalara yol açtığından şüphe bile edilemez. Mevcut iktidar kendisinin seçimle devrilemeyeceğini defalarca test etmiştir. Onun korkusu “dış güçlerin” ve içeride Batıyla göbek bağı olan sermayenin devlet içinde yaratacağı ayrışmadır. Ve bugün bu ayrışmanın belirtileri giderek güç kazanıyor. Türkiye’yi “gri listeden” çıkarmak ve legal sıcak parayı ülkeye çekmek için mafyaya karşı atılan adımlar, “yargı mafyasını” yerinden zıplatıyor, devlet aygıtında taşları yerinden oynatıyor.
Baskıcı rejim uyuşturucu bağımlısı gibi bir şeydir. Suça bulaştıkça baskı dozunu arttırmaktan başka çaresi yoktur. Anayasa Mahkemesi’ni, içindeki kendi adamlarıyla birlikte tasfiyeye yeltenişi “süreç içinde faşist darbelerin” son adımıdır. Özgünlüğü, var olan iktidarın kendi Anayasası’nı ilga etmesindedir. Aslında darbe 15 Temmuz çakma darbesinin ardından gerçekleştirilmiştir. “Süreç içinde faşizm” o günden bu yana TBMM’yi fiilen devreden çıkarmış, Erdoğan Cumhurbaşkanlığı koltuğunu, Anayasa’yı çiğneyerek üçüncü defa aday olarak gasp etmiştir. Kürdistan halkına karşı 2015 yılında yapılan “darbe” ve başlatılan savaş, parlamenter rejime karşı 15 Temmuz darbesinin yolunu açmıştır. Öcalan’ın “darbe mekaniği” dediği süreç işte böyle gelişmiş, şimdi en tehlikeli adımlarından birini atmak üzeredir.
Erdoğan harekete geçmiş bunuyor. “Yargı krizini aşmak” gibi sahte bir amaçla “yeni Anayasadan” söz ediyor. Öyle görünüyor ki, İyi Parti’nin içini bu amaçla karıştırıyor, istifalar birbirini izliyor. Amacı Akşener’i “AYM’siz yeni anayasaya” destek vermek zorunda bırakmak, böylece Yerel Seçimler’in eşiğinde bir “Anayasa referandumuna” götürecek TBMM çoğunluğunu elde etmek istiyor.
Bu satırları şunun için yazıyorum: Can Atalay’la ilgili kararı savunmak ve buna karşı Yargıtay’ın “darbe teşebbüsüne” karşı çıkmak başka şey, Anayasa Mahkemesi’ni, verdiği sayısız anti-demokratik kararlara rağmen savunmak başka şeydir. Bu ikincisini abartanlar, Anayasa Mahkemesi’nin Saray tarafından “imana getirilmesinden” sonra vereceği vahim kararlara karşı itiraz haklarını kaybederler.
Bugün derinleşen ve “yargı krizi” denilen gelişmeler, özünde devlet aygıtına çöreklenmiş olan en milliyetçi, en dinci, en emperyalist unsurlarla, kulaklarını ve gözlerini Batılı devletlere çevirmek zorunda kalmış unsurların çatıştığını gösterir. Ancak bu çatışmada dış egemen güçlerin ve onlarla irtibatlı sermaye çevrelerinin rolü olduğu ne kadar açıksa, Kürt özgürlük hareketinin, sosyalistlerin ve demokratların faşist uygulamalara karşı yürüttüğü büyük mücadelenin rolünü unutmak da olmaz. O nedenle bu mücadelenin rotasını doğru çizmek, kitlelerin “AYM’yi savunanların ve Yargıtay’ı savunanların peşine takılmasını” önleyecek açık bir tutum almak büyük önem taşımaktadır. Bunu yapabilmek için, “yargı krizi sonuç, Saray’ın darbe hazırlığı sebeptir” demeliyiz.