AKP iktidarı Kürt halkına karşı 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana savaş açmış bulunmaktadır. Bilindiği gibi AKP iktidarı 5 Nisan 2015 tarihine kadar İmralı’da PKK lideri sayın Öcalan’la görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmelere devletin önemli yetkilileri katılıyordu.
Hatta bu görüşmeler sonucu İmralı’ya giden HDP heyetiyle devlet yetkilileri 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda demokratikleşmeyi hedefleyen bir mutabakatı televizyonlardan canlı biçimde Türkiye ve dünya kamuoyuna sundular. Yani AKP iktidarı, dolayısıyla devlet PKK önderliğini siyasi muhatap olarak görmüş ve görüşmeler yapmıştı. Demek ki 5 Nisan 2015 öncesi İmralı’da görüşmeler yapılıyordu. Zaten Oslo’da devlet heyetinin PKK ile yıllarca görüşmeler yaptığı da bilinmektedir. Peki 5 Nisan öncesi ne oldu da görüşmeler kesildi ve şiddetli savaş dönemine geçildi. Bu gerçekliğin iyi anlaşılması gerekiyor. 5 Nisan’da görüşmeler kesildi, savaş sürecine geçildi. Ancak savaş kararı 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınmıştı. Zaten 2014 yaz sonu ‘Çöktürme Planı’ hazırlanarak savaşın nasıl yapılması gerektiği de ortaya konulmuş.
Peki 2013 yılında ateşkes yapıldı, sonrası ne oldu da 2014 yılında ‘Çöktürme Planı’ yapıldı; savaş kararı alındı? AKP iktidarı 1 Ekim 2006 tarihinde PKK ile ilk ateşkesi yapmıştı. 2006 1 Ekim’inden sonra da 24 Temmuz 2015 tarihine kadar birkaç defa ateşkesler olmuştu. AKP uzun yıllar PKK ile çatışmasızlık içinde iktidarını sürdürmeyi hedefliyordu. Çünkü savaş ortamı iktidarını sallardı, tehlikeye sokardı. Bu açıdan iktidarını pekiştirmek, Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin desteğini almak için çatışmasızlığı önemli görüyor ve bunun için İmralı’ya başvuruyordu. Her ateşkes ortamında Kürt sorununda adım atacağı yönünde mesajlar veriyordu. Ancak bir türlü bu yönlü adımlar atmıyordu.
2011 yılında Fetullahçılarla birlikte Sri Lanka Modeli denen kuşatma tarzıyla PKK’nin ezilmesi hedeflendi. Bu konuda İran’la da bazı ilişkiler geliştirildi. 2011 yazında hem Türkiye hem İran PKK’nin askeri güçlerine saldırdı. Ancak 2012 yılında daha da şiddetlenen savaş AKP iktidarını düşürme eşiğine getirdi. AKP bu dönemde bir taraftan iktidarını ayakta tutmak için Mısır devlet başkanı İhvancı Mursi’ye, diğer taraftan KDP lideri Mesut Barzani’ye sarıldı; diğer taraftan da İmralı ile yeniden ilişki kurarak ateşkes sağlamaya çalıştı. Bunu sonucu 2012 yılının sonunda fiili, 2013 Newroz’unda da resmi çatışmasızlık ilan edildi. PKK önderi sayın Abdullah Öcalan’ın Amed’de milyonlar önünde demokratikleşme manifestosu okundu. AKP iktidarı sürekli klasik iktidar bloklarına Kürtleri en iyi ben oyalarım, aldatırım, sistem içileştiririm, diyerek iktidarını ayakta tutuyordu.
Bu çatışmasızlık ortamlarında Kürt sorununun çözümü için adım atma yerine PKK’yi zayıflatma hesapları yapıldı. Ancak uzun süre adım atmayınca artık ne Kürtler ne de demokrasi güçleri yanında inandırıcılığı kaldı. Demokrasi güçleri ve Kürt halkı demokratikleşme konusunda ısrarlarını ortaya koydular. Çatışmasızlığın sürdüğü ortamda ilk önceleri El Nusra sonra da DAİŞ Suriye’nin Kuzeyinde Kürtlere saldırdı. Kürtlerin Rojava Devrimi olarak tanımladıkları özerk bölgeleri yıkmayı hedefledi. Kürtler El Nusra ve DAİŞ’in AKP iktidarı tarafından saldırtıldığını söylediler. El Nusra’nın Ceylanpınar üzerinden güneydeki Rojava şehri Serêkaniye’ye saldırması bu iddiaları doğruluyordu.
Öte yandan DAİŞ’liler Türkiye sınırında rahatlıkla Suriye’ye girip çıkıyordu. O zaman yayın yapan İMC TV bu konuda birçok görüntü yayınlamıştı. Ancak DAİŞ saldırıları karşısında Kürtler hem Suriye hem de Irak sınırları içinde direndiler. Şengal’de Ezidileri soykırımdan kurtarmaları, DAİŞ’i Hewlêr’e sokmamaları PKK gerillalarına dünyada itibar kazandırdı. Rojava’da Kürtler kadın devrimiyle DAİŞ’e karşı direnince, dünya Kobanê direnişini destekleyince Kürtler sadece Türkiye içinde değil, Türkiye dışında da önemli bir güç haline geldiler. Tayyip Erdoğan Kobanê düştü düşecek, derken tüm dünya ve Türkiye halkları Kobanê direnişine destek verince ve ABD de DAİŞ’e hava saldırıları yapmak zorunda kalınca Kürtlerin Ortadoğu’da sadece siyasi değil askeri gücü de artmıştı.
Bu durumda Türk devleti ya Kürt sorununun çözümünde adım atacaktı; ya da güçlenen Kürtleri ezme politikasına yönelecekti. Kürt politikasında devlet olarak bir çözüm zihniyeti ve politikası ortaya koymayınca Kürtleri şiddetle, savaşla ezme seçeneği devreye konulmuştur. 2012 yaz sonununda ‘Çöktürme Planı’ hazırlanması bu durumun sonucudur.
Kürtler 6-7-8 Ekim Kobenê’yi destekleme eylemlerinde Kürt şehirlerinin çoğunluğunu kontrol altına alınca bu AKP iktidarını ürkütmüştür; iktidardan düşme tehlikesi doğmuştur. Bu nedenle İmralı ve PKK’ye başvurarak bu eylemlerin durdurulmasını rica etmiş, PKK de ateşkes koşulları ortamında bu eylemleri durdurmuştur. Bu durumu İmralı heyeti ve HDP milletvekilleri defalarca dillendirmişlerdir. Kürtlerin Ortadoğu’da güçlenmesini kendi Kürt politikaları için tehlikeli gören AKP iktidarı ve Türk devleti 6-7-8 Ekim Kobanê direnişini destekleme eylemlerinde Kürt’ün örgütlü gücünü görünce de bu gücü savaşla, zorla dağıtma kararı almışlardır.
30 Ekim Milli Güvenlik Kurulu’nda bunu bir devlet politikası haline getirmişlerdir. Böyle bir karar aldığı için 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe’de yapılan mutabakat reddedilmiş, 5 Nisan’dan bu yana İmralı’da tecrit uygulanmış, 7 Haziran seçim sonuçları yok sayılmış ve Lozan’ın imzalanma tarihi olan 24 Temmuz’da da yüzlerce uçakla hava saldırısıyla savaş tırmandırılmıştır. 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu kararıyla 3,5 yıldır sürdürülen savaş politikasının arka planı böyledir. Zaten dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, 24 Temmuz’da savaş başlatıldıktan sonra, ben bir yıl önce asker ve polise hazır olun emri verdim, diyerek bir gerçekliği itiraf etmiştir. 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararın 4. yıldönümünde bu gerçekleri hatırlamakta fayda vardır.