Hizbullah’ın şefi Nasrallah “ABD’nin Irak ve Suriye’deki üslerini vuracağız” deyiverdi.
ABD’nin Ortadoğu’da üsleri var. En büyükleri Körfez ülkelerinde. Suudlardan Katar’a kadar uzanıyor. Bu arada Türkiye’de de üsleri var. Yunanistan’da da.
İlk önce bir soru: Hizbullah NATO’nun bir üyesi olan ABD’ye karşı savaş halinde olduğunu da söylediğine göre, sözünü ettiği üsleri vurduğunda ABD tüm NATO ülkelerini Antlaşmanın 5. Maddesine dayanarak, ABD’nin yardımına çağırırsa Tayyip Erdoğan ne yapacak? Bu madde bir NATO üyesi saldırıya uğrarsa diğer NATO üyelerini ona yardım etmekle görevli kılıyor. Bu madde NATO tarihinde yalnızca 2001 yılında İkiz Kuleler’e saldırı üzerine uygulandı. Türkiye de Afganistan işgalinde ABD’nin yanında yer aldı.
Irak’ı geçelim. Nasrallah’ın “vuracağız” dediği Suriye’deki üssü, Kuzey ve Doğu Suriye’de. Yani Rojava’nın topraklarında. Türkiye, aslında otomatik olarak ABD’nin yanında yer almakla yükümlü olduğuna göre, Hizbullah’ın Rojava topraklarında ABD üssü var diyerek QSD güçlerinin de yer aldığı bölgeye saldırması durumunda Hizbullah’a karşı mı savaşacak? Yoksa Hamas’tan yana konuştuğuna bakılırsa Hizbullah’la birleşip Amerika’yla mı savaşacak?
İki ucu berbat bir değnek. Şu anda Hakan Fidan’ın kafasında kuyrukları birbirine değmeyen yüz tilki pek işlevliye benzemiyor. Çünkü kuyrukları birbirine bağlanmış vaziyette.
Hazır Hizbullah ABD’ye savaş açmışken biz de Rojava’yı işgal edelim diye düşünen varsa, vay Türkiye’nin haline. Ertesi gün kendini NATO’nun dışında bulur. Savaş kızıştığı anda, diyelim ki İran ve Rusya işin içine girdiği gün, Türkiye NATO’nun hedefi olur. Yok aynı zamanda Ege Ordusu dışında bütün orduları NATO’ya bağlı olduğu için Amerika’dan yana en azından “muharip” değil de Afganistan’da olduğu gibi “lojistik” kuvvet gönderse bile, Filistin Mitingi çöpe gider. Kışkırttığı kendi tabanı bu defa Erdoğan’ı fena yapar. O zaman “ya çeneni tut, ya da yerel seçimleri unut” derim.
Yani Türk Tarzan’ı zor duruma ha düştü ha düşecek.
Tarzan işini bırakalım. Ancak birçok yazıda söz ettiğim gibi bu savaş yalnızca Hamas’la Netanyahu arasındaki bir savaş değil. Sovyetlerin çökmesinden hemen sonra başlayan “üçüncü dünya paylaşım savaşının” bir parçası. Ve yine işaret ettiğim üzere bu savaşın merkezi Ortadoğu ve Ortadoğu’da tüm bölge devletlerinin karışacağı bir savaş, devleti olmayan, o nedenle elinde tank tümenleri, kruvazörleri, savaş uçakları bulunmayan dört parça Kürdistan topraklarını bu savaşın asıl cephesi haline getirecek.
Ve bu defa hiçbir parça, diğerlerini feda ederek bu felaketten kendini kurtaramayacak. Nasrallah’ın demecinde “Irak’taki ABD üslerini vurmak” söz konusu edildiğine göre Güney Kürdistan da en az Türk Tarzan’ı kadar tarzanlaşacak. Askeri varlığını ABD’ye ve PKK’ye karşı ihanetçi çizgisini Türkiye’ye borçlu olan Barzani yönetimi açmaza girecek. Hizbullah’a karşı ABD üslerini savunsa, Irak Şii yönetimi o gün tepesine binecek. Ama ABD’ye karşı en küçük bir “yamuk” yaptığında yine Irak devleti İran’la birlikte, hazır “yamuk” yapıp ABD desteğini kaybettiği anda onu “müttefik” saymayacak, “Irak ulus devletinin toprak bütünlüğü” adına Saddam zamanına dönmek için gözünün yaşına bakmayacak.
“Cek-cak” diyorum ama bunların hepsi ihtimal. Gelgelelim böyle bir ihtimal bırakalım büyük bir ihtimal oluşunu, bin de bir ihtimal olsa bile, Kürdistan’ın bütününü alarma geçirmelidir. Çünkü bu ihtimaller gerçekleştiğinde İsrail ve NATO tanklarıyla, İran ve belki Rusya tankları, vaktiyle 2. Dünya Savaşı’nın Kursk cephesinde Sovyet ve Alman tank birliklerinin çarpıştığı gibi büyük ihtimalle Kürdistan topraklarında çarpışacak. Savaşın milyonda bir ihtimal bile olsa nükleer çatışmaya dönmesinden söz etmek bile istemem. En önce Kürdistan yok olur.
Bu durumda biricik çare “üçüncü yoldur”. İçeriği, kapsamı karma karışık edildiği ve salt bir slogana dönüştürüldüğü için, tekrarından dolayı kulaklar sağırlaşmaya başlasa bile tekrar edelim: Üçüncü yol küresel ve bölgesel emperyalistlerin savaşında taraf olmamaktır. O kadar değil. Çünkü dünya savaşının merkezinde olup, Kürdistan’ın bugünkü haliyle “tarafsızlık” mümkün olmaz. Üçüncü yol dört parça Kürdistan’ın, devletlere rağmen, devletlerin sınırlarını değiştirmeden birleşmesi ve elli milyon Kürt halkının “ulusal birliğini” kurarak “savaşı durdurma cephesini”, her parçanın içinde yer aldığı devleti savaş dışı ederek, inşa etmesidir. Kürdistan birleştiği ve ulusal birliğini kurduğu zaman, hiçbir ülke Kürdistan topraklarını tanklarıyla çiğnemenin ağır bedellerini göze alamaz. Göze alırlarsa dört sömürgeci devletteki rejimler ayakta kalamaz. Eğer bu devletler birleşik Kürt halkı ve onların bu devletlerdeki azımsanmayacak müttefikleri karşısında barışı savunmak zorunda kalırsa, küresel düşman merkezler Ortadoğu’da “savaş oyunu” oynayamaz.
Aslında tüm bölge devletlerini ve halklarını tehdit eden topyekun bir bölgesel savaş felaketini önlemenin belirleyici yolu budur. Zaman daralıyor ve ilk adımı atmak için kaybedilecek tek bir saat bile yoktur. Kaderimizi iki emperyalist ve bölgesel emperyalist bloktan birine bağlamak yıkım getirir. Şimdi bütün barıştan yana “bilinçli” güçlerin gözleri “üçüncü yolun” öncüsü Kürt halkına çevrilmiştir. Öncünün ulusal birliğini kurmasını, bu yolda ilk adımın atılmasını beklemektedirler.
“İlk adım” nedir?
Kürt ulusal birliğinin önündeki en büyük engelin kaldırılmasıdır: Bu engel İmralı’dır. Dünyanın simgesel olarak 74, fiili olarak yüzü aşkın noktasında işte bu, PKK’yle ya da herhangi bir partiyle hiçbir ilgisi olmayan “bilinçli barışseverler” “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” hamlesini “ilk” ve en acil adım olarak ilan etmişlerdir. Öcalan özgürlüğüne kavuştuğu zaman “ulusal birlik” kurulur, üçüncü yolun stratejik gücü böylece inşa edilir ve başta Türkiye, İran, Suriye ve Irak olmak üzere bütün Ortadoğu için barış yolu açılır.
Tırmanan savaşı durdurmak için Öcalan’a özgürlük!