Anlamını kaybetmiş bir kelime, inancını yitirmiş bir dua, artık hiçbir şeyi dile getiremeyen bir alfabe, hiçbir şeyi yansıtamayan bir ayna yani sırrını ve sığınağını yitirmiş ne varsa, orada bir beklemek çağındayız. Yeri gelir halüsinasyonlar görür, yeri gelir karnavallarda yaşar, yerini bulup yerimizden kovuluruz.
Eski zamanlardan gelen bir soru hâlâ cevabını arıyor ve bu yüzden insanın mekân ve zamanla arasında durmadan bir rüzgâr eser, bir kuyu açılır, bir ateş yakılır. İnsanın insanla arasına daima evvelden kalma bir soru işareti asılı kalır. Kimi zaman darağacıyla kimi zaman da dağarcığı ile sınanır. İnsan mesafesini zamanla ölçmeye, sonra kendini biçmeye bahane arayandır.
Bir tembih nelere yol açmaz ya da bir benzerlik hangi kehanetleri hortlatmaz? Tüm bunların arifesinde değil arafında durmak, kanatır insanı ve yara değil yaralar açar durmadan. Oysa haysiyet kavgası, unutmama telaşı bizi bir yere götürüp bırakacaktı. Sonrasına çağlar kefil, eskinin rezaletinde herkes esir, böyle böyle başlanacaktı bir söylenti. Kendini inkâr eden her teşebbüs bir gün mutlaka isabet edecekti hayata.
Varlığıyla başka dünyalar aratan, yokluğuyla tüm dünyayı cehenneme çeviren bir insan yeter ki olsun. Onunla başlayan yolculuk başkasıyla süren sürgünlük ile devam ederken, tek başına yol açan bir güzergahta kendini bulur insan. Evet, bir insan başka bir insanın dünyası olur ve başına yıkılır. Her karşılaşma bir harabeyi beraberinde taşır, bir gül bahçesini de.
Aramakla bulunmayan, çağırmakla gelmeyen, bakmakla görülmeyen ne çok kişi var. İnsan bakar kör, insan duyup anlamayan, insan bulunarak aranmayan. İnsan kendinden çoktur ve bir başka yerdedir her zaman. Sesler, yüzler, yerler, zamanlar. İnsan, kendi yarattığında kaybolmayı ve gömülmeyi durmadan ısrar etmekten yorulmayan.
Heves etmekle tiksinti duymak aynı kalbin sesiyken, gerçek ve gelecek kimin rüyası ya da kâbusu olacaktır gibi bir soru da can alabilir. Bir gün insan durmadan aradığı sorunun cevabını bulunca da yıkılabilir. İnsan her an her ihtimale, misal içindeki dağın küçük bir taşla yerle bir edildiğine tanık olabilir. Sonra yaşamak ya da yaşamak sonra mı?
Tenha bırakılmış bir gelecek düşünde binlerce umut kuşu kanat çırpar. İnsan ise bakar, bakar ve geçmişinde tutunacak bir kapı kolu, bir koku ya da birini arar. Ayrıntıda gizlenmiş hangi gerçek varsa, saklanan ne kadar cevap varsa, bu anın içinde bağırıp bir siluet edinsin ve bir aynada kendi gölgesine baksın. Masal sanki yaşamak, efsane sanki aradığını bulmak. Halbuki yaşamak ve hep yaşamak tedbiri.
Beklemek bir işe yaramadı, beklenti sahibi kılmak zarar verdi. Öğrendiğimizi anladık ve dünya bir başka yer oluverdi. Alamet ve kıyamet ikilemi herkesi esir aldı. Bir başka ses, umutsuz bir akıl, beklentisiz bir kalp, düzene başkaldıran bir kaos, öfkenin sesi, isyanın sözü lazım. Durakları ve duvarları kaldırıp yol almak değil yol açmak da lazım.
Çürüyen bir dünyanın yeni ve yeniden filiz veren çiçeğini dikmek belki kanla, belki sevgiyle, belki de öğretilenden vazgeçip en eskiyi hatırlamakla bir kurak topraktan bir güller bahçesine evirmekle başlayacak yeniden dünya. Zannettiğimiz her şeye bir şüphe meyvesi, tahayyül ettiğimiz ne varsa hepsine bir ölüm tohumu, beklediğimiz ne kaldıysa hepsinin köküne bir avuç ateş, gelecek fikrine biraz kül ve is. Bunlar belki gerekecek ve gelecek böyle başlayacak.
Sonundayız birçok şeyin ve buradan çıkış sonuna kadar gitmekle sonsuzu yaratacak belki de, her şeyiyle ve herkesle. Belkilere tamah ettiğimizden beri, beklemelerin nirvanasındayız. Hepimize geçmiş olsun ve helal olsun.
Haftanın kitap önerisi: Merce Rodoreda, Ölüm ve Bahar / Çeviren: Suna Kılıç, Alef Yayınları