Emperyalist merkezler ve bölgesel hegemon güçlerin küresel çaptaki gasp ve talan yarışı kesintisiz biçimde devam etmiş, yürüttükleri vahşet politikaları nice yıkım ve zulme yol açmıştır. Ve bu vahşet sarmalı derinleştirilerek sürdürülmektedir. Oysa bilince çıkarılan evrensel değerler, bilimsel-teknolojik gelişmelerin sunabileceği imkânlar ve adeta anlık küresel etkileşim sağlayan iletişim araçları hem insanlığın kendi içinde hem de ekosistemle barışık bir yaşam olanağını mümkün kılabilmektedir. Yani insanın insanla, insanın cümle varlıkla rızalaşma temelli bir yaşam biçimi her çağda olduğu gibi günümüzde daha da olanaklıdır.
Hegemonik sistemlerin, tahakküm ilişkilerinin hakim olduğu bir atmosferde ise rızalaşma temelli bir yaşam biçimi ve barış mümkün olamamaktadır. Emperyalist kamplar ve sacayakları ulus devletler konjonktürel olarak bir kez daha safları sıklaştırmış, vahşi bir tahakküm yarışına girmiş, barındırdığı enerji kaynaklarına el koyma hedefiyle üçüncü dünya savaşını Ortadoğu merkezli biçimde yürütmektedirler. Bunun bölge halklarına faturası ise başta Kürdistan ve Filistin olmak üzere soykırımlar, yüzyılları kapsayabilecek çelişki ve düşmanlıklar, sefalet ve yoksulluk, mültecileşme, ekokırım biçiminde olmaktadır.
Gerek Kürdistan gerekse mazlum Filistin halkları üzerinde yürütülmekte olan halihazırdaki soykırım, evet insanlığın gözü önünde fakat küresel emperyalist merkezlerin organizasyonu, katılımı ve onayıyla gerçekleştirilmektedir. Söz konusu halklarla dayanışma ve barış mücadeleleri ise yürütülmekte olan vahşetin boyutları karşısında maalesef oldukça zayıf kalmaktadır.
Gerek Hamas-İsrail çatışmasıyla Gazze’de gerekse Rojava’da başlatılan ve milyonlarca sivilin yaşam olanaklarını yok etmeyi esas alan şiddet biçimi, savaş hukuku ve evrensel değerler hiçe sayılarak meşrulaştırılmaktadır. Bu pervasızlık, mazlum halklar başta olmak üzere tüm ezilenler için çok daha ciddi tehditler yaratmaktadır. Vicdani, insani hiçbir değeri dikkate almayan bu şiddet biçimi soykırımları adeta normalleştirmektedir. İnsan haklarını, demokratik değerleri gözetmek, olağan dışı durumlarda mağdurlarla dayanışmak, barışı korumak gibi saiklerle oluşturulan uluslararası kurumların işlevsizleştiği, daha doğrusu emperyalist çıkarlar söz konusu olduğunda yok hükmünde oldukları görülmektedir.
Emperyalist kamplar, bölgesel bağlaşık ve kuklaları… Enerji kaynakları, hatları ve ticaret yolları, el koyma, kontrol etme savaşları, netice ise zulüm ve gasp sarmalları…
Son gelişmelerle Akdeniz’in uçak gemileri ve farklı ölüm silahlarıyla doldurulması hegemon merkezlerin çok daha ciddi bir kapışmaya gideceklerini, bağlı olarak daha fazla ölüm ve yıkımların olacağını göstermektedir. Bu durum, gelişmeler bağlamında Türkiye dahil bölgedeki tüm ulus devletlerin mevcut durumlarından çok daha otoriter rejimlere evrileceklerinin, içteki her türlü demokratik kıpırdanışların üzerine çok daha sert biçimde yöneleceklerinin habercisidir. Konjonktürel durumdan yararlanarak emekçiler, kadınlar, gençlik üzerindeki baskı ve sömürüyü derinleştirebilecekleri gibi ötekileştirilen ve hak mücadelesi vermekte olan halklar ve inanç topluluklarına yönelik katliam ve tehcirlere de girişebilirler.
Tarihsel-toplumsal doğalarına müdahale edilerek hakikatte tahakküm sistemine esir edilen ve kendilerini Sünni-Türk kimliğiyle tanımlayan ezilen sınıflardan Türkler, gerçekte bir kaos halini yaşamakta ve bunu aşma iradesini henüz ortaya koyamayan Alevi halklar, toplumsal var oluş mücadelesi vermekte olan Kürtler, cinsiyetçi politikalarla ezilmekte olan kadınlar, yaşamları gasp edilip geleceksizliğe mahkûm edilen gençlik, sosyalistler, demokratlar, tüm ezilenler ciddi tehlikeler barındıran bu süreci göğüsleyebilecek birliktelik ve örgütlülük düzeyini yakalamak, özgün örgütlülükleri üzerinden ortak öncülüklerini yaratmak, sürece cevap olarak demokratik cumhuriyete ulaşmak zorundadırlar.
Aksi durum ağır felaketler ve kaybedilen bir yüzyıl daha olabilecektir.
Aşk ile…