“Gözlerimde bir yağmurlu gün başlar/Vakit ikindidir, mevsim sonbahar/Bir gülüş, bir mahzun bukle saçlarında/Bir eski çiçeği andırırsın yazdan/Ve bir şarkı başlar kahvelerin birinde/Bizi ömrümüzden alır götürür/Bir şarkı, faslı hicazdan.” (Turgut Uyar)
***
Evet. Bizi ömrümüzden alıp götüren mahzun ve hüzünlü şarkılar söylüyor şimdi zaman.
Gece apansız iner acılar coğrafyasının varoşlarına. Kıyam mevsimindeyiz.
Şimdi bir çığlığı emziriyor bütün sözcükler. Durmadan can alıyor bombalanan şehirler… Dünya susuyor.
Derinlere inceden sızıyor kan… Rüzgârda savrulan yapraklar gibi toprağa düşenlerin ardından, gözyaşlarına boğulan sevenlerin feryadı oluyor hüzün. Yüreklerde kocaman gedikler açan, kanayan yaraların adı oluyor zaman.
Hiç dinmeyen acıya kurulmuş şimdi bütün saatler. Bu mevsimde savrulan yapraklar gibi canlar, bedenler uçuşuyor havada… Dünya susuyor.
Kendi toprağında muhacir olmak. Sürgün yaşamak gibidir bu mevsim. Son sıcağı da çekilince bedenden yazın, kuşlar da artık hazana akmaktadır. Hoşça kal zamanıdır. Tenha ve ıslak sokaklardır hazan, eski bir sevda gibi, ayrı düşmüş kırık bir dal parçasıdır. Bir anı defteri gibi bizi sorgulayan, vicdanın sahneye yansıyan yüzü gibidir hazan. Zihinselimizin görüş mesafesi, duygularımızın ufkudur. Uzaklar ve yakınlardır. Sürgünlere açılan kapılardır. Bombalarla parçalanan bedenler, avazlara boğulmuş çığlıklardır.
Her mevsimin farklı bir duygu seli vardır. Her mevsim farklı bir ruh haline çeker bizi. Sonbahar işte böyle hüzün bombardımanıyla geldi.
Her hayat ve her hikâyenin yolu bu mevsimle bir şekilde kesişmiştir. Çünkü mevsime atfedilen bütün anlamların toplamı hüzündür ve bu sözcük hayatı yanlış okumanın tüm bedellerini fazlasıyla ödemiş, ‘üstü kalsın’ demiştir.
Hayatın yol haritasını dikkate almadan yola çıkanların varacakları son durak hüzün durağıdır. Okunmadan kenara atılmış bir kitabın bizi vuran bakışları gibidir.
Şairin dizelerindeki gibi yüreğini acıyla buluşturur:
“Sonbahar / ki acının değişmez dipnotudur/ Sesinin solgun göğünde/ Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur. /Savrulur her yana kavruk kelimelerle, /Yüreğini acıyla buruşturur. /Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,/Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına /Sonbahar /ki doyumsuz bir aşkın sonudur.” (Metin Altıok)
***
Unutulmuş yeminler gibidir hazan. Bir sazın tellerine konuk eder seni, kan kaybeden yarayı anlatır, Bütün ayrıntıları not eder gibi, bir tarih düşürür zamanın bamteline.
Naiftir, narindir, kırılgandır sonbahar. Sanki hüzzam makamındadır bütün nağmeler. Hepten öyle mi bazen şairin dediği gibi kavuşmak ilminde olmuyor stran, kilam ve fasıllar.
Bir başka bahara kalmıştır vuslat… Takvim yaprakları acımasız olmuştur. Aydın Kizir’ın dizelerine döktüğü gibi;
“Payîz derbaz bû, tê zivistan, / Xelqê yarê xwen bi dest kir, / Min te canê xwe ve negirt gulîstan.” (Sonbahar geçti, geldi kış /bütün bağ ve bostanlar kurudu
/Elalem yarini elde etti / Seni canımla alamadım gülistan)
Her birey gibi her toplumun sonbaharı da kendine… Evet herkesler biliyor artık, hayat bize zulmü reva görüyor, kadere boğduruyor. Olmasını istediğimiz şeyler hep ertelenmiştir, başka bir zamana bırakılmıştır ve o zaman uzadıkça uzamıştır.
Eylül-ler, ekim-ler… Hep hüzünlü mevsimler, sancılı, ağrılı ve acılı… Zordur bu mevsimler ve bu mevsimde yitirdiğimiz değerler… Demişti ya şair:
“Eylül toplanıp gitti işte / Ekim filan da gider bu gidişle / Tarihe gömülen koca atlar gibi, / Kimi sevsem, kim beni sevse, / Sevgim acıyor.”
Mevsimler unutmuş mevsimliğini. Her mevsimin farklı bir hikayesi ve duygu seli vardır dedik, güz dedik, hazan dedik.
İşte böyle kan bulaşmış bir mevsimdeyiz. Hüzün, kan ve barut kokan acılar coğrafyasında yaprak hışırtıları, rüzgâr fısıltıları yerine bombalar, silahlar konuşuyor… Dünya susuyor.