Ece Ayhan tarihsel figürleri tarihsel bir misyon, bir temsil yüklemek için şiire taşımıştır. Özellikle ilk kitabı ‘Kınar Hanımın Denizleri’ndeki şiirleri böyledir. En çok gerçek ve tarihsel figür bu kitapta geçit yapar ve gizli bir tarihi anlatır
Hüseyin Kalkan
Ece Ayhan şiiri sarışınların yazdığı tarihi tersten okumanın şiiridir. Bunu kendi böyle söyler. İlk şiirlerinde itibaren şiirin bu özelliğini görürüz. Zaten daha sonra ‘Şiirin dip yazıları’ olarak nitelediği düz yazılarında tarihi bakışını açıklamıştır. Şiirlerinde yer alan tarihsel figürleri sadece onların kişisel tarihini değerlendirmek için ele almamıştır, o figürleri tarihsel bir misyon, bir temsil yüklemek için şiire taşımıştır. Özellikle ilk kitabı ‘Kınar Hanımın Denizleri’ndeki şiirleri böyle ele alabiliriz. En çok gerçek ve tarihsel figür bu kitapta geçit yapar, geçit yaparken gizli bir tarihi anlatır. Şimdi Kınar Hanımın Denizleri’ne biraz yakından bakalım.
Kınar Hanımın Denizleri, Ece Ayhan’ın ilk şiir kitabıdır. Açık Oturum Yayınları’nca 1959 yılında yayınlanmıştır. Ece Ayhan öldükten sonra ortaya çıkan bazı belgelere göre şairin kitap için düşündüğü ilk isim ‘Çocukların Ölüm Şarkıları’dır. Bu isimli iki şiir kitapta yer alır. Bu şiirlerden biri 1956 yılında, biri de 1958 yılında yazılmıştır. Kınar Hanımın Denizleri’nde toplam 27 şiir bulunmaktadır. Kitapta Ece Ayhan bazı isimlerden ve olaylardan hareketle bir tarihi anlatmaktadır. Bu şiirlerin tarihsel şiirler olduğu üzerinde duruldu ama bu isimler üzerinden giderek Ayhan’ın ne anlatmak istediği üzerinde durulmadı. Bazen bir insanın hikâyesini anlatarak, bütün bir toplumun tarihini anlatmak mümkün. Ece Ayhan’ın ‘Kınar Hanımın Denizleri’ böyle bir kitap. Tek tek insanların tarihinde bir ülkenin, bir halkın tarihine gitmemizi öneriyor. Ayhan, zaman zaman kendisinin aslında bir tarihçi olduğundan da söz ederdi, bunu severdi. Kınar Hanımın Denizleri resmi tarihin görmezden geldiği birçok tarihsel figür ile dolu. Bunların önemli bir bölümü Ermeni ve Rum. Bu şiirler 1956 ve 1958 yıllarında yazılmıştır ve bu yıllar Ece Ayhan’ın Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci olduğu yıllardır.
Hem Osmanlı hem Cumhuriyet
Kitaba ismini veren Kınar Hanım (Kınar Sıvacıyan) Ermeni bir tiyatro oyuncusudur. Ermeni tiyatro topluluğu Fasulyacıyan topluluğunda oyunculuğa başlamış, 1915 Ermeni soykırımının yaşandığı yıllara kadar başarılı bir oyunculuk kariyeri sergilemiş. 1915 ile birlikte bütün Ermeni tiyatro toplulukları dağıldığı/dağıtıldığı için işsiz kalmıştır. Kınar Hanım, Darülbedayi kurulduktan sonra başka Ermeni oyuncularla birlikte Darülbedayi’de sahneye çıkmıştır. (Neyyire Neyir ile arkadaşlığı burada başlar.) 1926 yılında Darülbedayi’de Ermenisizleştirme politikası yürürlüğe girdiğinde, Kınar Hanım buradan da kovulmuştur. Daha sonra belediye tiyatrosunda çalışmaya başlamış, burada da işine son verilmiştir.Kitaba ismini veren şiire bir bakalım:“Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla/şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım’dan / düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını tüketemezmiş hiç / İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş / ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla / işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme / kirpiklerini aralayarak insanları çocukların / Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep / gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara / kınar hanım’ın denizlerinden” (a.g.e, s. 11)
Hem Osmanlı’yı hem Cumhuriyet’i yaşayan Kınar Hanım, sonunda bir karanlıkla karşılaşır. Kel Hasan karanlığı süpürse de, o zamanlardan beri bir polis masallara da girmeye başlamış. Kınar Hanım’ın bir kenara itilmesi aslında bir kişinin tek başına kenara itilmesi değil, kültürde bir devrin kapatılması, yeni bir devrin zor aracılığı ile açılmasıdır. Yani genel olarak sanatsal üretimin, özel olarak tiyatronun Ermenisizleştirilmesi başlamıştır.
‘Uzak hala’
Zaten Darülbedayi’nin kuruluş amacı tiyatroyu Ermenisizleştirmekti. Darülbedayi’nin kurulmasından sonra bile Müslüman kadınlar sahneye çıkmadığı için Kınar Hanım iş bulabilmiş ve birçok oyunda yer almıştır. Neyyire Hanım (Neyyire Neyir ), Kınar Hanım’ın iş bulmasına yardımcı olmuş, onu koruyup kollamıştır. Bu, o günün koşullarında kolay bir şey değildir. Kitapta Neyyire Hanım’a dair de iki şiir var. Bu şiirlerden biri ‘Uzak Hala’ isimli şiirdir: “leblebici horhor’a alkış tutan / dikran çuhacıyan’a çiçek atan / sen uzak hala neyyire hanım yoksa / cumhuriyette de uyuyamıyor musun?” (Uzak Hala, s. 51) Bu dizeler Neyyire Neyir’in cumhuriyetin azınlık karşıtı tutumunu benimsemediğini, Ermeni veya Rum kökenli oldukları için baskı gören tiyatro insanlarına yardımcı olduğunu anlatmaktadır bence. Ve nerden öğrenmişse öğrenmiş bunu Ece Ayhan, Neyyire Hanım’ı ‘uzak hala’ saymaktadır. Neyyire Hanım, Ermeni meslektaşlarına yardımcı olmakla kalmamış, onların sahnelediği işleri de desteklemiş, daha ne yapsın, ‘alkış tutmuştur.’
Kantonun yaratıcısı Peruz
‘Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?’ Bu dize ‘Kınar Hanımın Denizleri’nde yer alan ‘Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt?’ şiirinin son dizesidir. Söz konusu ettiğimiz şiir 1956 yılında yazılmış. Bir tarihi kurcalamak için sorar bu soruyu Ece Ayhan, ama önce Kantocu Peruz (Terzekyan) kimdir ona bakalım. Türk yazınının fuhuş başlığı altında görmeyi tercih ettiği Kantocu Peruz, son derece yetenekli bir kadın sanatçıdır. Ve kanto türünün yaratıcısıdır. 1866 yılında İstanbul’da dünya gelmiş, 1920 yılında yaşamını yitirmiştir. Kantoları seslendirmekle kalmamış, seslendirdiği kantoları kendi yazmış ve bestelemiştir. Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Dergisi’nin 34. sayısında Kantocu kadınlar üzerine bir makale yazan Dila Okuş, şunları belirtir: “Peruz Hanım 19. yüzyıl sonunda Şehzadebaşı’nda Sahne-i Alem adlı bir sahne grubu kurmuştur. Bu toplulukta 1880-1920 arası İstanbul’daki Tulûat Tiyatrolarındaki Kantocu Kadınlar Şamram, Amelya, Küçük Virjin, Violet, Flora gibi kantocularla birlikte çalışmıştır. Sahne-i Alem bir eğitim kurumu gibi de işlev görmüştür. Sahne-i Alem’e katılan kadınların çoğu Peruz’un akrabası ya da tanıdığıdır. Peruz bu kadınları yetiştirmiş, tulûatçılarla tanıştırmış ve onlara iş olanağı sağlamıştır. Ermeni asıllı bir diğer Osmanlı kanto sanatçısı Şamram Kelleciyan, Peruz’un teyzesinin kızıdır ve kantoculuğa onun sayesinde başlamıştır. (1880-1920 Arası İstanbul’daki Tulûat Tiyatrolarında Kantocu Kadınlar s. 83-84)
Dila Okuş, söz konusu makalesinde, Osmanlı aydınlarının yaklaşımını şöyle anlatmaktadır: “Kanto gösterileri Ahmet Rasim ve başka kişiler tarafından da “fuhuşun tahrik bölgesi” olarak isimlendirilmiştir. Kadınların açık kıyafetlerle sahneye çıkmaları ve kamusal alanda bu şekilde görünür olmaları bir bakıma toplumsal düzenin bekası için bir tehdittir. Kantoculara ahlak üzerinden yapılan suçlamalar toplumsal düzene yönelik bir tehdit oluşturmaları kaygısına dayanmaktadır.”
Okuş’un atıfta bulunduğu Ahmed Rasim, Kantocu Peruz’a dair şunları yazar: “Âfet-i Devran Peruz adıyla da bilinir: Peruz daha işveli, daha marifetli, daha şehvetli, daha munis görünüyordu. Onun için tiyatronun sahneye yakın yerleri dopdolu bulunurdu. Tersane topçu neferlerinden, sıkma potur üstüne kukuletalı sako giyimli natırlardan, tellaklardan, hafiyelerden, mavnacı, salapuryalardan tutun da, kalem mümeyyizlerine, on dört on beş yaşlarında çocuklara varıncaya kadar herkes buralarda yerini alırdı. O zaman Peruz için derlerdi ki: ‘Çok kimsenin katili olmuş, çok gencin canını yakmış bir kahpedir.’ Şarkısını bitirdi mi, localardan sandalyeler, çiçekler, buketler, fiyongalı mektuplar atılır, şangırtı, höngürtü, patırtıdan bina yıkılacak zannedilirdi. Rakipler arasında tokattan, sopa, usturpadan başlayan çekişme, ustura, bıçak, demir çekme, bazen de tabanca atmakla son bulurdu.” (Ahmet Rasim, Fuhş-i Atik, s.82, İstanbul Matbaası, 1958 )
Peruz hakında gerçeği bir başka tiyatrocu anlatır. Naşit Özcan, anılarında Peruz hakkında şunları söyler: “Tuluat tiyatrosunda yetişen kadın sanatkârların en yükseğidir. Hepsine de hocalık etmiştir. Lisanı bir Türk derecesinde muntazamdı. Kantonun mucidi de Peruz’dur. Ben son zamanlarına yetiştim. Yani Abdi, o ve ben oynarken, Peruz parlak devirlerinin son devresindeydi. Peruz mükemmel nota bilirdi. Aynı zamanda çok titiz ve asabi idi. Ona şarkı çalmak kolay iş değildi. Peruz’un sırası gelince mızıkacılar terlemeye başlarlardı. Biri küçük bir falso yapsa, şarkısını keser, şiddetle ihtar eder, rezil eylerdi adamcağızı.” (Naşit, “Hayatım. Peruz’un parlak günleri”, Son Posta, 28 Ocak 1939.) (Aktaran: Gökhan Akcura, https://manifold.press/peruz-hakkinda-calisma-notlari)
Peruz’un sahne yaşamı sırasında büyük bir servet biriktirdiği bilinmektedir. Altın ve mücevherattan oluşan takımlarının yanı sıra Harbiye’de Peruz Akareti diye bilinen bir dizi apartmanı bulunmaktadır. Ancak yukarıda aktardığımız gibi son yıllarını büyük bir yoksulluk içinde geçirir ve derme çatma bir barakada yaşamını yitirir. Türk kaynaklarına göre Peruz yaşlılığında -ki öldüğünde 54 yaşındadır- bir genç erkeğe aşık olmuştur ve bütün servetini ona yedirmiştir. (Samiha Ayverdi, “Şamram Hanım”, Hey Gidi Günler Hey / İstanbul: Hülbe Yayınları, 1988, s. 119. Aktaran: Gökhan Akcura, https://manifold.press/peruz-hakkinda-calisma-notlari) Büyük yoksulluğunun nedeni budur. Oysa Peruz’un serveti bir değil bir düzine sevgiliye yedirilse bile bitecek bir servet değildir. Peruz’un yoksullaştığı ve yoksulluktan yaşamını yitirdiği yıllar artık Ermeni tehcirinin başladığı, Ermeni mallarına el konulduğu yıllardır. Herkesin malına el koyan devletin, devletin ve toplumun gözünde meşruluğu olmayan ve ‘fuhuşun tahrik bölgesi’ olarak nitelenen Kanto’nun yaratıcı ve uygulayıcısı olan Peruz’u ayrı tutması akla yakın değil. Dolayısıyla, bir sevgiliye yedirmeden çok devletin el koyması daha akla yakındır.
Gizli veya gizlenmiş tarih
‘Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?’ Bu dize ‘Kınar Hanımın Denizleri’nde yer alan ‘Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt?’ şiirinin son dizesidir. Söz konusu ettiğimiz şiir 1956 yılında yazılmış. Peruz’un yukarıda anlatığımız hayatına dairdir. Bu şiirden başka, kitapta merkezinde kanto ve Peruz’un olduğu üç şiir daha vardır. ‘Ölü bütün’ (1957), Kanto ağacı’ (1957), Gül gibi kanto’ (1957), Bu şiirlerin hepsi hem Kantocu Peruz’a, hem de birbirine atıfta bulunur. (Aslında kitapta yer alan şiirlerin hepsinin birbirine atıfta bulunan şiirler olduğunu söyleyebiliriz. Toplamından bir hikâye çıkar sanki.)
‘Kanto Ağacı’ adlı şiir biraz daha açık anlatmaktadır Kantocu Peruz’a ne olduğunu. Şu dizeleri sanki somut bir olayı anlatır gibidir. Anlattığı aynı zamanda bir şiddetin hikâyesidir, azınlıklara uygulanan şiddetin:“Sen karanlığa giderayak bir kanto ağacı çizmiştin yusuf’lardan önce / Gelip kanto ağacını kesmişler kantolarını delik deşik etmişler” (age, s.43)
Burada hiç kuşku yok ki ‘Kanto Ağacı’nı çizen, Kanto’nun mucidi olan Peruz’dur. Ağacı kesenler ise Ermenilere ve Rumlara zulmü reva görenlerdir. Bir şiir veya şiirlerle böyle anlatır katliamı.
Bu kitapta ayrıca, Denizkızı Eftalya, Kanlı Nigár, Teodor Kasap, Muhlis Sabahattin ve Dikran Çuhacıyan geçit yapar hikâyeleri ile birlikte. Ece Ayhan, bütün Türkçe edebiyatın (ve sarışınların yazdığı tarihin) atladığı bir hikâye anlatmaktadır burada. Kaynak çoğu zaman olduğu gibi kendisidir. Ya da Edip Cansever’in dediği gibi :“Ya da tarihin derinliğinden bir ses, ona geçmişin gizlerini fısıldıyordur arada.”
Kınar Hanımın Denizleri’nde bir gizin çözülmesi için ipuçları vermektedir sanki. İsimler ve olaylar bir hikâye içinde bir araya getirildiğinde, ortaya son dönem Osmanlı toplumunun bir panoraması çıkar, okuyabilene.