Türkiye’de gazetecilerle çobanların kaderi aynı. Çoban sürüsünü beklerken özel timler tarafından vuruluyor ve “terörist öldürüldü” diye vuranlar ödüllendiriliyor.
Gazeteciyi de şehirlerde kontrgerillalar vuruyor ve Başbakan Süleyman Demirel, “Bunlar gazeteci kılığına girmiş teröristlerdir” diyerek katilleri müdafaa ediyor.
Neyse, ölüm Allah’ın emri. Ölen değil, öldüren düşünsün.
Büyük İslam alimi Dehlevi, “Hüccetullah el Baliğa” adlı tefsirinin “Berzah” bahsinde, insanın ölümü ile ahiret arasındaki zaman içinde ruhların durumunu şöyle tarif eder: “İnsan ölür, cesedi dağılır. İnsanın hayvani olan yanı çürür, geriye ruh kalır. Ruhlar da şu halde olurlar. Bir kısım ruhlar uyanıktır. Onlar şunlardır: İyi ruhlar, bunlar rahattırlar. Kötü ruhlar azaptadırlar. Bir kısım ruhlar da uyanık değil, rüya halindedirler. Bunlar kıyamet gününe kadar böyle kalırlar.”
Anlaşılan bu rüya halinde olan ruhlar, Süleyman Bey’in “dulları, memurları, işçileri, yetimleri ve emeklileri”nin ruhlarıdır. Ne kadar isterdim, ölümden sonra Süleyman Demirel ve İsmet Sezgin’in muhakkak olan ilahi işkencedeki hallerini görmeyi. Ben işkence yapamam ama meleklere “Bu adamların hakça müstahaklarını veriniz” diye yalvarırdım. Müstahaklarını verseler kafidir, artar bile.
Süleyman Demirel’in alevler içinde yandığını seyretmek, hele İsmet Sezgin’in öfke kusan suratının ateşler içinde yandığını görmek, kim bilir ne kadar zevkli olurdu. Ben ve dayımın oğlu şehit Hüseyin Deniz de bu manzaradan ne kadar mutlu olurduk. Dünyadaki gibi onların oradaki haline kahkaha ile gülerdik.
Türkiye’de yazarlara malzeme çok. Bugün Avrupalı bir yazar, ülkesinde Demirel ve Sezgin gibi devlet adamlarını nereden bulacak? Biz de ise çuvalla.
A Süleyman Demirel, Allah belanı vermesin (“versin” desem bir de bakarsınız savcılar kızar). Değil aklı başında bir devlet adamı, sıradan bir adam bile senin gibi konuşmaz. Diyorsun ki, “Şırnaklılar, evlerinize dönünüz.” Yahu hangi eve! Sende hiç mi izan yok? Kalk emir ver, fakir fukaranın şerefli evlerini başlarına yıktır, ondan sonra da alay edercesine “evlerinize dönünüz” de. Allah senin de evini Şırnaklılar gibi başına yıksın. Bir de Kürtlere “Devletle kucaklaşınız” diyorsun.
Yahu biz hangi tarihte devlete tekme attık ki? “Milli Mücadele”de Ispartalılar Yunan kumandanlarına içkili partiler verirken, biz Kürdistan’da düşmana teslim olmamak için çoluk çocuğumuzu kucaklayarak, evimizi barkımızı terk ederek çöllere düştük. Kimimiz açlıktan, kimimiz hastalıktan öldü. “Kucaklaşın” dediğiniz kucak bizim devletimizin kucağı değil ki. Sayenizde devletimizin kucağı vahşi bir aslanın kucağına döndü. Biz Kürtler, o kucağa sığınırsak, inanıyoruz ki, paramparça ediliriz. Nitekim işte Şırnak!..
Diyarbekir pêxwaslarının (kabadayılarının) bir sözü var: Biz kardaşız. Evet bir kardaşız! Gün ola, harman ola…
—————-
1 Eylül 1992