Cumhuriyet kavramının, ders kitaplarında öğretildiği manasıyla “halkın kendi kendini yönetmesi” olduğunu kabul edersek eğer cumhuriyetin en büyük düşmanlarının demokrasi fikrinden uzak cumhuriyetçiler olduğunu söyleyebiliriz. Teorik olarak cumhuriyet kavramına karşı olmanın saçmalığı kadar, içi doldurulmamış, sermaye sınıfının mutlak egemenliğine dayalı, grev yapmanın yasak olduğu, Kürtlere karşı inkârcı, Alevileri yok sayan, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı cumhuriyet anlayışını kutsallaştırmak bir o kadar absürt bir siyasi çizgi. Pratikte Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesiyle başlayan, Dersim, Koçgiri, Maraş, Sivas… ile devam eden yüzlerce benzer tarihsel suçları olan cumhuriyetin, bu suçlarını görmezden gelerek, idealize edilmiş içi boşaltılmış “cumhuriyet” kavramına ortak olmak akıl kârı değil.
2023 yılının Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı olması nedeniyle tartışmalar cumhuriyet kavramı etrafında alevleniyor. Cumhuriyetin sınıfsal içeriğini göz ardı eden, cumhuriyet kavramını kutsallaştırarak, “cumhuriyetin 1923 ayarlarına döndürüldüğünde her şeyin yoluna gireceği” iddiasının öncülüğünü bazı ulusolcu ve ulusağcı çevreler yapıyor. Cumhuriyeti kuran parti CHP’den bile daha “koyu cumhuriyetçi” kesilen bu çevrelerin “cumhuriyeti biz kurduk” vb. tumturaklı söylemleri sadece teorik olarak yanlış değil, güncel siyaseti çağırdığı yer açısından da epey sorunlu. Zira inşa sürecinden itibaren sermaye sınıfının, toprak ağalarının, tefecilerin yasal korumaya alındığı; işçi örgütlenmelerine düşman, Kürtlere, azınlıklara ve Alevilere karşı tekçi, otoriter, demokrasiden uzak bir cumhuriyet tarihi var geride.
Cumhuriyet tartışmalarında iki ayrı taraf var; Otokratik Cumhuriyetçiler ve Demokratik Cumhuriyetçiler. Birinci taraf, AKP’nin cumhuriyetin kuruluş kodlarını değiştirme tehlikesinden korkarak muhalefet eden seküler milliyetçileri ve AKP’nin domine ettiği “Müslüman Kardeşler” fikriyatının çeşitli katmanlarını içinde barındırıyor. Seküler milliyetçiler ile muhafazakâr milliyetçiler uzlaşmaz görünseler de, demokratik cumhuriyet tahayyülleri olmama konusunda birleşikler. Bu birlikteliğin zoraki ve geçici olduğunu, ekonomik-siyasal kriz derinleştikçe çatlayacağını söyleyebiliriz ama şu anda aynı cephedeler. İkinci taraf olan “Demokratik Cumhuriyetçiler” de sanıldığı kadar yekpare değil. Kürt hareketinden, sosyalistlere, sol Kemalistlere, emek örgütlerinden kadın örgütlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor Demokratik Cumhuriyetçiler. Demokrasi düşmanı seküler milliyetçiler ile demokrasi düşmanı muhafazakârların din nosyonu arttırılmış “Otokratik Cumhuriyet” konusunda kerhen uzlaşma sağladığı koşullarda, cumhuriyetin demokratikleştirilmesi gerektiği fikri “Reel Cumhuriyet”e karşı tek güçlü muhalefet odağı olarak ortaya çıkıyor. Lakin “Demokratik Cumhuriyetçiler” dört başı mamur durumdan çok hala uzaktalar.
Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi gerektiğini savunanlardan daha derli-toplu bir fikri cephe oluşturabilmek için yeterince çaba göremiyoruz. Özellikle 1925’ten sonra tahkim edilen tekçi, inkârcı ve Otokratik Cumhuriyet anlayışı yüz yıldır bitmeyen siyasal krizin temelini oluşturuyor. Partiler arsındaki seçim ittifakları gerçek bir siyasal yönelim üzerinden kurulamadığı ölçüde “göl maya tutmuyor”. Siyasetin doğası, yüzyıllık sorunları demokratik temelde çözüm isteyenler ile Otokratik Cumhuriyet statükosunu sürdürmek isteyenlerin ayrılığını dayatıyor. Bu yönde bir ayrışma gerçek bir muhalefet cephesinin doğuşuna ebelik yapabilir ancak.
Sistem muhalefetinin usulden itiraz ettiği politikalara esastan itiraz etmediğimiz sürece doğru yolda ilerleyemeyeceğiz. “Hilafet mi, Cumhuriyet mi?” yanlış sorusunu, “Otokrasi mi, Demokrasi mi?” şeklinde düzelterek tartışmayı doğru yere bağlayabiliriz. Emekçi halklar için sistemin adından daha önemli olan şey “Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik” kavramlarını özümsemiş bir siyasal sistem kurulmasıdır. Bu bağlamda “cumhuriyete sahip çıkmak” gibi geri bir noktadan değil, “Demokratik Cumhuriyet” için mücadele etmek gibi ileri bir noktadan tartışmaya başlamak bir elzem.
Zaten Saray Rejimi’nin siyasal muhtevasını belirleyen şey “cumhuriyet karşıtlığı” değil (ki ittifakın adı Cumhur), esasen demokrasi düşmanlığı. Rejimi güçlü ya da yok olmaya mahkûm kılan tam da bu demokrasi düşmanlığı niteliği. Rejim güçlü çünkü devletin dünden bugüne bütün retoriğine sahip, rejim çöküyor çünkü “piyade-süvari-topçu” şiddet üçlemesi dışında bir gelecek vadedemiyor.
Hülasa, yazı başlığında sorduğum “Cumhuriyet yaşasın mı?” sorusuna verilebilecek en güzel cevap bence “Yaşasın Demokratik Cumhuriyet” olmalıdır.