Son Başbakan, taze TBMM Başkanı Binali Yıldırım geçtiğimiz hafta inci gibi bir açıklamayla gündemimizdeydi. Devletin yaptığı sosyal yardımları anlatırken büyük dersler çıkarılması gereken bir anısını şu sözlerle paylaştı: “… Önceki ziyaretlerden birinde yaşlı bir amca geldi, hanımı vefat etmiş evlenecek, bir türlü evlenemiyor, beni evlendir dedi. Hanımlara para veriyorsunuz kimse yüzümüze bakmıyor, evlenemiyoruz dedi. Dolayısıyla sosyal devletin de ölçüsünü, ayarını yerinde tutmakta fayda var.”
Birçok kadının evliliği, geçim sorununu ortadan kaldırmak için yaptığının ve bunun da devletin en tepesi tarafından olağan karşılandığının Binali Yıldırım’ın itiraf etmesi çok iyi bir gelişme. Böylece ‘kutsal aile’ ve ‘kutsal annelik’ müessesinin bir nevi zorunlu hizmet olduğunu burada tekrar anlatmamıza gerek kalmıyor. Kadınların kendi gelirleri olmadığı zaman babaya ya da kocaya mecbur bırakıldığını kabul eden Yıldırım, üzerine bir de sonuç çıkarıyor. Demek ki erkeklerin özellikle eşini kaybetmiş erkeklerin yeniden evlenebilmesi için devletin eşinden ayrılmış ya da eşini kaybetmiş kadınlara çok da “şefkatli” olmaması lazım. Kadınlar evlenmeye mecbur olsun ki “makbul” kadın olsunlar. Toplumun ve onun başındaki devletin müesses nizami sürsün. Ne de olsa “aile toplumun en küçük yapı taşıdır”.
Binali Yıldırım’ın bu sözlerini ilk duyduğumda kendim ve bu ülkede birlikte yaşadığım milyonlarca hem cinsim için derinden bir üzüntü hissettim. 15 yıldır yaptıkları yasalarla, hayata geçirdikleri politikalarla hayatımızı etkileyen, bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren işte bu zihniyetteki ‘adam’lardı. Tüm bu yıllar boyunca kadın sorununa dair bir arpa boyu yol alamamışlardı. Ve hakkımızdaki kararları yaşlı erkeklerin evlenmesi için kadınları buna mecbur etmeyi olağan bulan bu erkekler alıyordu. Hakikaten bu iktidar karşısında biz kadınlar ne yapsak az.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilirken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Kadın-Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın birleştirilmesine bir anlam veremeyenler olmuştu. Oysa iktidara geldiği ilk günden beri esnek ve güvencesiz çalışmayı kadınlardan başlayarak çalışma hayatının tamamında yerleşik bir çalışma biçimi haline getiren AKP, bu tezini “aile hayatı ve annelikle uyumlu” çalışma biçimi olarak sunmuştu. İktidarın kadınlara yönelik politikalarının kadınları eve kapatmak değil, kadınlar için ev içi sömürü ve eşitsizliği çalışma hayatı başta olmak üzere yaşamın tüm alanlarına iyice kazımak olduğu netlik kazanmıştı. Ev içi görevler annelik ve eşe hizmetin kadınların devredilemez asli görevi olduğu anlayışının kadınlara yönelik her türlü sosyal güvenlik uygulamasına da şekil verdiğinin tanığıyız. Önce SSGSS ile “çalış(a)mayan” kadınların sosyal güvenlik sistemine babaları ya da eşleri üzerinden dahil olması, ardından kamu kurumlarında kreşlerin tasfiyesi, annelik ve süt izninin yarı zamanlı çalışma ile ikame edilmesi, arka arkaya konulunca tablo daha da netleşiyor: Kadınların iş ve gelecek konusundaki tüm güvenceleri ellerinden bir bir alınıyor. Sosyal, hukuki ve kültürel alanda yürütülen kadın düşmanı politikalarla beraber nefes dahi alamaz hale getiriliyoruz. Çalışma hayatında kadınlara yönelik sömürüyü yaşadıkları eşitsizliklerle beraber derinleştirmek AKP’nin kadın, bilhassa kadın emeği konusundaki ana çizgisi.
Sosyal politika anlayışını “sadakacılık” şeklinde örgütleyen iktidarın kadınların yurttaş olarak hak ettiklerini kendi lütfu olarak görmesi ve göstermesinin vardığı nokta sosyal devletin ayarını yaşlı amcaların gönlüne göre yapmak. Ama AKP’nin sosyal politikalarına yön verirken evlenmek için kadınların yoksul kalmasını dileyen yaşlı erkeklerin keyfine göre hareket etmesine şaşırmayalım. Sonuçta bu iktidar onların iktidarı ve evet bizi “yaşlı, bencil, kadını kendiyle eşit görmeyen erkekler” yönetiyor. Öyle değil mi?